Aida Begić: "Ev Bizim 'Biz' Olduğumuz Yerdir"
Perşembe, Temmuz 20, 2023Bosnalı yönetmen Aida Begić ile sinemasının ana unsurlarını, onu film çekmeye yönelten sebepleri, ilham kaynaklarını ve bu sayımızın dosya konusu olan “ev”i konuştuk.
Ev ve aslında onun temsil ettiği şey, yuva; sevdiğimiz insanların yaşadığı ve bizim “biz” olduğumuz yerdir. İnsanların "ev" olarak adlandıracakları yeri seçme özgürlüğü olması gerektiğine ve bunun illa doğduğumuz yer olması gerekmediğine inansam da insanın kendi evinden çıkmak zorunda kalması çok kötü bir durum.
SÖYLEŞİ: BELKIS ÖZNUR KÖYLÜ-LEJLA MUŠİNBEGOVİĆ
ÇEVİRİ: BEHİYA ARIKAN
Bugün bu mesleği yapıyor olmanızın sebebi nedir? Hayata kamera merceğinden bakmaya nasıl karar verdiniz?
Pek çok sanatla ilgilendim; bir müzik okulu bitirdim, yazmayı çizmeyi hep sevdim, zaman içerisinde yetenek ve vasıflarımın medyada buluştuğunu gördüm. Konservatuara aslında tiyatro için girdim, sinemaya yönelmem ise eğitimimin neredeyse sonunda oldu.
Bu güne kadar pek çok isimle tanışıp pek çok hikâye dinlediğinizi tahmin edebiliyoruz. Sizce birinin hikâyesini sinemaya veya herhangi bir sanat dalına aktarılacak kadar önemli kılan nedir? Ne gibi hikâyeler sizi çeker?
Örneğin Snijeg (Kar) filminde hikâyelerini işlediğim ailelerini kaybeden kadınlar beni çok etkilemişti. Daha sonra iki ayrı filmde annesiz ve babasız kalan çocukların hikâyeleri üzerine odaklandım. Dördüncü filmim yine kadını ele alıyor fakat bu sefer tamamen farklı bir bakış açısıyla, savaş ve kayıplar odaklı değil. Dolayısıyla ben hep değişiyorum, hâliyle filmlerimde ele aldığım ve beni çeken hikâyeler ve o hikâyelerin odak noktaları da değişiyor.
Peki, bizzat duyduğunuz veya şahit olduğunuz, sizi çok etkileyen ve beyaz perdeye taşıdığınız bir hikâye var mı?
Suriye'den Türkiye'ye kaçmak zorunda kalan ve kendilerini mülteci konumunda bulan çocukların hikâyesi bana fazlasıyla sarsıcı ve anlamlı gelmişti. Büyük oranda onlarla birebir olarak onların gerçek hayat hikâyelerini ele alan bir film -Never Leave Me (Bırakma Beni)- çekmiştik.
First Death Experience filminizde yer alan bir sahnede geçen şu replik dikkatimizi çekti "Dirileri diriltmek, ölüyü gömmekten daha zordur". Bugün dünyanın pek çok tarafında savaş, ölüm ve sefalet süregeliyor. Sizce edebiyat, sinema ve sanat, bu felaketlerin altında ezilenler için ne gibi bir yardımda bulunabilir?
Sanat hayatın, insan ve toplumun bütünleyici parçasıdır. Dünyanın sanatsız bir bütün olabileceği düşünülemez. Sanat insanın her döneminde önem arz eder, en zor zamanda bile. Bosna Savaşı sırasında kuşatma altındayken, en temel ihtiyaçlarımız eksik olduğu hâlde; gösterilere, konserlere gitmek, film izlemek, bizim için çok anlamlıydı. Sanatın zor yaşanmışlıklardan sonra da iyileştirici bir etkisi var, insanların ruh hâlini iyiye götürebilir. Sanat maneviyata dair aslında, maddi şeyler kadar zor zamanlarda sanat da elzem.
Filmleriniz genellikle kadın ve çocukları ele alıyor. Özellikle bu konular üzerinde yoğunlaşma sebebiniz nedir?
Kadınlar benim en büyük ilham kaynağım, çocuklar ise beraber çalışmaktan en keyif aldıklarım. Kadın hikâyelerinin sinema tarihinde yeterince yer bulmadığını düşünüyorum. Varsa bile kadınlar tarafından anlatılmadı ve artık bunun değişme zamanı geldi. Yine de kadınların yalnızca kadın hikâyeleri anlatması gerektiğini de düşünmüyorum. Nitekim şu anda başrolünde erkek olan bir film üzerinde çalışıyorum. Kadınların sadece kadın konularını ele alması gerekmiyor, evet bu bizim için bir ihtiyaç, fakat başka hikâyeler anlatmak için de olanak verilmesi ve seçeneğimizin olması önemli.
Bırakma Beni adlı filminizde profesyonel oyuncular yerine kamplardaki çocuklara yer vermiştiniz. Anlatmak istediğiniz hikâyeye katkıları açısından, eğitimli bir oyuncuyla çalışmakla halktan biriyle çalışmanın farkları nelerdir?
Doğal yetenekli ve profesyonel olmayan oyuncularla çalışmayı çok seviyorum. Bütün filmlerimde ve hatta eğitimim sürecindeki gösterilerimde de, profesyonel olmayan oyunculara sıklıkla yer verdim. Bu gibi doğal yetenekli insanları seçmek için büyük çapta seçmeler ve deneme çekimleri yapıyorum. Bırakma Beni’deki çocuklar inanılmazlardı ve onlarla çalışmış olmak profesyonel olarak da kişisel olarak da yaşadığım en güzel tecrübelerdendi. Aynı şekilde Balada filmimde de harikulade oyuncuların yanı sıra, parıldayan doğal yetenekler de çok fazla.
Filmlerinizde evini bırakan, evine geri dönmeye çalışan, evinden kaçmaya çalışan insanların hikâyelerini anlattınız. Bu sayının dosya konusunun "ev" olması dolayısı ile biraz da bu konu merkezli sorular sormak istiyoruz size. Sizce ev, nedir?
Ev ve aslında onun temsil ettiği şey, yuva; sevdiğimiz insanların yaşadığı ve bizim “biz” olduğumuz yerdir. İnsanların "ev" olarak adlandıracakları yeri seçme özgürlüğü olması gerektiğine ve bunun illa doğduğumuz yer olması gerekmediğine inansam da insanın kendi evinden çıkmak zorunda kalması da çok kötü bir durum.
Bir yönetmen olarak film endüstrisinde önemli bir terim olan "ev" hakkında ne söylemek istersiniz? Sizce bu terim yeteri kadar beyaz perdeye yansıtılıyor mu?
Aileyi, ev hayatını ve ev içerisindeki aile dinamiklerini kabaca veya detaylı olarak anlatan filmler sinematografide çokça yer alıyor kanaatimce.
Popüler ve herkese açık olan platformlar ile filmlere olan kolay erişim sizce bir sanat dalı olarak sinematografiyi nasıl etkiliyor?
Bu gibi platformlar insanların daha iyi bir film ve dizi zevki oluşturmasını sağladı. Çünkü ticari amaçla yapılan filmleri de gördüler, sanat için yapılanları da. Diğer yandan bu platformlar film endüstrisinde çalışanlara da daha çok iş fırsatı sunmuş, daha çok tecrübe edinmelerini sağlamıştır. Sinema kültürü için bir tehdit gibi görünseler de bence sinema kültürü asla tamamen yok olmayacaktır.
Sizce bu gibi platformlardaki film ve diziler sinematografiye bir sanat olarak yüzeysel bir şekilde mi değiniyor? Yalnızca popüler kültür mü, yoksa gerçekten bu sanata bir katkıları var mı?
Gelişmemiş bir film endütrisi olmadan sanatsal filmler çekmek de mümkün olamaz. Ticari projeler sanatsal olanlardan bir şey götürmüyor. Ki bugün platformlarda da hangisini dilersek onu izleyebiliyoruz.
Sinema ve edebiyat arasındaki bağ hakkında ne söylemek istersiniz?
Sinemadaki pek çok şeyi edebiyattan alıyor, ilham alıyor veya uyarlıyoruz.
Merak ediyoruz, Aida Begić ne okumayı sever? Hangi kitaplara hep geri döner ve hangi kitaplar onun için her zaman bir yol göstericidir? En sevdiğiniz kitaplar nelerdir?
Okumayı severim. Okuma zevkim zamanla değişti ve değişmeye de devam ediyor ama dram her zaman okuduğum bir tür. Dževad Karahasan denemelerini severim, Susan Sontag, tasavvuf şiirleri ve daha nicesi…
Her sanatçının bir ilham kaynağı vardır. Sizi üretken kılan kaynağınız nedir?
Yeni yerler, insanlar ve hikâyeler keşfetmek, yeni filmler yapmak için bana ilham kaynağı oluyor.
Bağlar'ın 3. sayısını okumak için tıklayın.
Bağlar'ın 2. sayısını okumak için tıklayın.