"Aliya’nın Düşünce Mirası, Müslüman Toplumların Karşılaştığı Zorluklara Derinlemesine Bir Bakış Sunuyor"
Çarşamba, Kasım 20, 2024Aliya’nın yakın dostu Mustafa Spahic ile Aliya ile tanıştığı yıllardan bugüne Aliya’yı ve onun düşünce mirasının anlamını konuştuk.
Onun önemini sadece zaman ve nesiller geçtikçe anlayacağız. Bu bağlamda, Aliya'nın fikirleri ve eserleri, özellikle gelecekteki kuşaklar için ilham kaynağı olmaya devam edecek. Onun düşünceleri, İslam’ın modern dünyadaki yeri ve Müslüman toplumların karşılaştığı zorluklar üzerine derinlemesine bir bakış sunuyor.
SÖYLEŞİ: MUHEMMED HUZEYFE KÜÇÜKAYTEKİN
ÇEVİRİ: MERSİDA BULİĆ
Mustafa Spahic, Aliya ile nasıl tanıştı? Nerede, nasıl bir mecliste, kimlerin olduğu bir ortamda tanıştınız?
Çocukken, gençlik yaşlarımda ulemadan, imamlardan ve temas kurabildiğim bazı genç Müslümanlardan, Genç Müslümanlar Teşkilatı içinde yer alan önemli, seçkin, yetenekli gençler hakkında çok güzel hikâyeler dinlemiştim. Onlar lise öğrencileri ve üniversitelilerdi. Bu şekilde rahmetli Esad Karabegović1 hakkında duyduklarım, onun bir öğrenci olduğu ve Genç Müslümanlar’ın ilklerinden biri olduğuydu. Sonra Nedžib Šaćirbegović [2], ardından komünistler tarafından öldürülen Asaf Kasumagić[3] ve 20 yıl hapse mahkûm edilen İsmet (İmo) [4], SDA iktidara geldiğinde büyükelçi olan İzet ve onların kız kardeşi Azijada’dan da bahsediliyordu. Hakeza, Behmen kardeşler Ali ve Ömer; Tevfik Velagić5 ve zamanında Türkiye’ye giden, Pendik’te yaşayan, mühendis Avdagiç’tan de söz edilirdi. Ancak, özellikle Esref Ćampara[6] ve Aliya İzetbegoviç hakkında anlatılanlar beni çok etkiliyordu. Ben 1967 yılında Gazi Hüsrev Bey Medresesi’ne geldiğimde, ilk iki yıl yurtta kaldım, sonra özel bir eve geçtim. Orada sadece uyumak için bir alanım vardı; yemek yoktu. Yugoslavya’da Aleksandar Leka Ranković[7] iktidardan düştüğünde (o, özellikle Sancak, Kosova ve Makedonya’daki Müslümanları en çok baskılayan ve haklarını ellerinden alan kişiydi, Bosna’da da yaptı ama o kadar değil) baskı biraz azaldı ve Müslümanların en azından sembolik olarak gençler ile çalışmalar düzenlemesine izin verildi. Rahmetli Huseyin Đozo[8], Careva (Hünkâr) Camii bünyesinde, cuma akşamları gençlik kürsüsü başlattı. Buna kesinlikle “Müslüman kürsüsü” denmemeliydi, sadece “gençlik kürsüsü” olarak adlandırılabilirdi. Çoğunlukla farklı fakültelerden öğrenciler ve lise öğrencileri geliyordu. Ben de bir medrese öğrencisi olarak katılıyordum bu toplantılara. Genç Müslümanlar ile yüz yüze tanışmayı çok istiyordum. Bir kış akşamı, Preporod dergisinin basıldığı yerde Dr. Suleyman Masović[9] konferans veriyordu. Salon tıklım tıklımdı. Yanımda rahmetli Hazim[10] oturuyordu. Çok iyi bir insandı. Ona dedim ki, “Eğer Kasim Dobroça[11] veya herhangi bir Genç Müslümanlardan biri gelirse, Allah rızası için onları bana göster, tanışmak istiyorum.” Konferansın başlamasına az kala, orta boylu, 60 yaşlarında bir adam içeri girdi. Başında Fransız tarzı bir şapkası vardı ve bıyıklıydı. Hazim, “İşte Dobrača”, dedi bana. Onun önemli biri olduğunu anladım, çünkü Dobrača içeri girdiğinde Đozo ve oradaki herkes ayağa kalktı ve Dobrača oturmadan kimse oturmadı. Genç Müslümanlar teşkilatından önce Kasım Dobroca, Eşref Campara ve akabinde medresedeki grev zamanı İsmet Kasumagic ile tanıştım. Aliya ile tanışmak hâlâ nasip olmamıştı. Genç Müslümanlar arasında en çok hayranlık duyduğum ise oydu. Aliya’nın metinleriyle karşılaştıkça beni heyecan bürürdü, benim gibi pek çok kişiyi de… Örneğin, 1971’de, Aliya, Beogradska Kultura dergisinde “Din, Bilim, Sanat” başlıklı makale yayımlamış ve bu yazı tüm Yugoslavya’yı sarsmıştı.
Nasıl bir yazıydı o yazı?
O yazıda Aliya, “Maddesel gerçekliğin yok olduğu yerde; din, sanat, şiir zuhur eder ve süregelir.” diyordu ve ek olarak bilimin konusu olan dünyevi gerçeklik zail olduğunda da insanın iç âleminin din, etik, sanat ve şiirle tanıştığını ifade ediyordu. Yani, “Bilimin konusu olan maddesel, somut gerçekliğin zail olduğu noktada, farklı bir gerçeklik zuhur eder ki bu hakikat, yaratılan bu maddesel gerçekliğe anlam veren asıl gerçekliktir. Bu da dini, etiği, sanatı, şiiri ve kültürü kavrayan gerçekliğin konusudur.” diyordu Aliya. Bu Aliya’nın meşhur iki “gerçeklik” sınıflandırmasıydı. O ayrıca her yazısında; ahlakın, dinin insani ilişkilerde uygulanması, pratiğe dökülmesi olduğuna değinirdi. Çünkü biz yaratıcımıza karşı olan sorumluluklarımızı namaz gibi ibadetleri icra ederek yerine getiririz fakat insanlara karşı olan sorumluluklarımızı, ahlakla gerçekleştiriyoruz. Aliya derdi ki ahlak, insani ilişkilerde dinin uygulanışından başka bir şey değildir. Muhalif yazarlar bile kim olduğu bilinmeyen bu yazarın yazısının kalitesi ve orijinalliği hakkında hemfikirdiler. Aliya, 1946’dan sonra ilk kez yazılarına tam adı ve soyadıyla imza atmıştı. O döneme kadar Rahmetli Aliya kendi yazılarında kısaltmaları mahlas olarak kullanıyordu: “LBS”, yani Leyla, Bakir, Sabina. En ilginç metinler, Glasnik ve Takvim’de bu kısaltmayla yayımlandı. Bu yazılarından sonra özellikle onu hayatım pahasına tanıma isteğim doğdu. İslami Yeniden Doğuşun Meseleleri kitabında İsrail problemi, Müslüman kadın ve Allah Resulü Hz. Muhammed (sav) üzerine yazdı. Bu kitabında Allah Resulü Hz. Muhammed (sav) başlığında der ki Aliya: “Muhammed (sav) iyiydi ama saf değildi. Güzeldi, güzellikçi değildi. Cesurdu, ama acımasız değildi. Akıllı idi ama ukala değildi. O bir vizyonerdi ama hayalperest değildi. Kararlıydı ama inatçı değildi. Bilgeydi ama kurnaz değildi...” daha az kelimeyle kimse Hz. Muhammed’i (sav) ondan daha iyi tasvir edemedi. Medresede eğitim de almamıştı üstelik. Daha sonra Genç Müslümanlar’dan öğrendim ki, o dönem Aliya da beni merak ediyormuş, “Nasıl gençler bunlar?” diyerek. Çünkü bizim uğruna ayaklandığımız şey Aliya’nın hayat mefkûresinden başka bir şey değildi; din, ahlak, etik değerler, kâmil insan karakteri, ilim, feraset, talim, okuma, dünyayı ve hayatı anlama, faydalı işlerde yarışma... Ben 1973’te askerden geldiğimde, hâlâ tanışamamıştık. Birbirimizi gıyaben tanıyorduk; özellikle ben onun hakkında çok şey biliyordum. Hasan Ljevakovic Hoca’dan[12], İsmet Kasumagic’ten onun hakkında çok şey dinlemiştim. 1976’nın Kasım ayında Vogoşça’ya imam olarak atandım. (Ondan önce 3 buçuk sene kendi köyümde imamlık yapıyor ve düzenli öğrenci olarak Saraybosna’da eğitim alıyordum. Her gün 100 kilometreden fazla Zenica’dan Saraybosna’ya üniversite için yol gidiyordum.) 1977 yılı, bir cuma günü... Ezan okunmuştu. Öncelerden tanıdığım Ömer Behmen camiye girdi ve yanında resimlerden ve onun hakkında anlatılanlardan tahmin ettiğim Aliya da vardı. Cuma namazından sonra benim imamlık lojmanına geçtik. Eşim yemek hazırladı, beraber yemek yedik, oturduk... O andan bugüne, dünyevi bağlarımız kesilmiş olsa da manevi bağımız hiç kopmadı; benim Aliya ile manevi olarak bugün dahi bir bağım var. Bir defasında hapishanede beraber volta atarken ona dedim ki: “Aliya! Yüce Rabb’ime seninle dost olabilmek için bana mağfiret buyursun diye dua ederdim ki beraber vakit geçirelim, sohbet edelim, seni dinleyeyim, senden öğreneyim... Ben genelde Rabb’imi çok fazla dualarımla ‘sıkboğaz’ etmem ama ettiğim dualardan biri seninle dost meclisini paylaşabilmek için di. Tabii, buluşma yerimizin hapishane olmasını da pek istememiştim.” O da bana, “Muyki, senin bu duan ikimize de çok pahalıya mâl oldu.” diye cevap verdi. Foça Hapishanesi’nde Aliya İzetbegoviç, Ethem Bičakčić[13], Mustafa Spahić, İsmet Kasumagić, Salih Behmen ve bizden bir gün sonra yargılanan reisü’l-ulema yardımcısı[14], Saraybosna Müftüsü Hüseyin Smajić vardı. Zenica Hapishanesi’nde daha ağır kategorideki mahkûmlar vardı: Ömer Behmen, Hasan Čengić15] (Allah rahmet eylesin, ona ne kadar zulmettiklerini bir tek Allah bilir), Cemaluddin Latić[16], Hüseyin Živalj[17] ve rahmetli Derviş Džuđević[18]... Hüküm yedikten sonra bana tercih imkânı sundular. Kendi jenerasyonumun en iyi öğrencisi olduğum için, Hamdiya Pozderac[19] (ben onun en iyi öğrencilerinden biriydim) müfettişe, benim istediğim yerde kalmama izin vermesini emretmişti. Ya Foça’da ya da Zenica’da yatacaktım. Daha önce her iki hapishanede kalan biri bana demişti ki, “Zenica Hapishanesi’ndeki 1 sene, Foça’daki 10 seneye denk.” Ben de Zenica Hapisanesi’ni tercih ettim. Akciğerlerimde sıkıntı vardı, röntgenimi çektikleri an, beni artık Zenica’da tutamayacaklardı çünkü Zenica Hapishanesi’nde hastane yoktu. Zenica’da bir ay yattıktan sonra beni hemen Foça’ya gönderdiler. Bana UDBA’dakiler (Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin gizli servisi) -hâlâ hayattalar- Munir Alibabić ve soruşturmayı yürüten Nazif Dzumur dedi ki, “Sen hayatın boyunca bizi küçük parmağında oynatıp kandırdın. Biliyordun ki Zenica’da yatamayacaksın, ama yine de Zenica’yı istedin ki Zenica’da bir kişi daha az olsun. Sizinkiler Foça’da olsun...” Benim niyetim de tam olarak oydu.
Aliya ile en çok hangi konularda konuşurdunuz peki?
Aliya ile üzerine mülahaza yapmadığımız nerdeyse hiçbir konu yoktu. 1985 yılında bir gün Aliya’ya dedim ki: “Aliya, Belgrad Politikası’nın yazdıkları (Sırbistan’ın en önemli günlük gazetesi), Edebiyat gazetesinde yazılanlar, felsefe ve teori dergilerinde çıkanlar; Duga, Vecernija Novosti, İnterviju, Osmica’da yazılanlar... eğer parti bunların önünü kesmezse -çünkü komünizm monopol, monolog, monizmdir; komünizmde yayım, fikir hürriyeti yokturkimse siyasi çoğulculuğu, yeni partilerin kurulmasını engelleyemeyecek. Siyasi partiler de parlamenter sistemde, sivil halk yönetiminde, çoklu parti sisteminde, açık marketin olduğu yerde hayat bulurlar. Yeni bir dönem bizi beklemekte. Eğer Yugoslavya’da, ilk olarak Slovenya, Hırvatistan ve Sırbistan, çoklu parti sistemine geçer, yeni partiler açılırsa, biz Boşnaklar da siyasi partimizi kurmak zorundayız.” Aliya, “Nasıl kuracaksın sevgili Muyki?” dedi. “Çok kolay.” dedim. “İslam Birliği’nin Bosna Hersek’te 109 tane yönetim kurulu olan meclisi var. Bu 109 göstermekte ki, sen 109 farklı yerde siyasi teşkilat kurabilirsin. Peki, üyeler kim mi olacak? Cami mütevellisinde olamayan kişiler; mühendisler, hukukçular, iktisatçılar... İslam Birliği ve bu siyasi parti dışarıdan hiçbir zaman tek; içeriden de hiçbir zaman ayrı olmamalı.” “Peki, bunu kim kuracak?” dedi. “Sen!” dedim. “Ben mi? Ben buradan dahi çıkamayacağım” dedi. Dedim ki: “Kusura bakma Aliya, ben komünistleri senden daha iyi tanıyorum çünkü ben onlarla beraber 4 sene okudum. Onlar benim kim olduğumu bilmedikleri için üniversitede yanımda hiç dillendirilmeyen ve kâğıda dökülmeyen konuları açarlardı. Bosna’da binlerce yıl ziyaret edilen bir türben olmaması için onlar senin hapishanede ölmene izin vermeyecekler... Biz inşallah çıkacağız veya partiyi kuracağız ya da 1941- 42’de olanları yaşayacağız.”
Sonrasında ne oluyor peki?
1939’da Spaho’yu[20] zehirlediler ve hemen iki ay sonra Cvetković–Maček Anlaşması’yla Bosna’yı böldüler. Bizim siyasi bir birliğimiz, partimiz yoktu. Siyasi parti vesilesiyle kendimizi savunmak yerine, saklanmamız, kimliğimizi gizlememiz gerekti... “Partinin başında kim olacak?” diye sordu. “Aliya İzetbegoviç” dedim. “Tamam. Peki, parti açılırsa sen de partiye dâhil olacak ve yönetime gelirsek görev alacak mısın?” dedim. “Ben, formal ve hukuki olarak hiçbir şeye dâhil olmayacağım lakin bütün kendi kaynaklarımla hizmetinizde olacağım.” dedim. “Niye dâhil olmayacaksın?” diye sorduğunda “Yanlış yaptığınızda eleştirecek biri olsun diye.” şeklinde cevap verdim. Sonra Rabb’imiz nasip etti ve parti (SDA) kuruldu. Aliya 1977 yılında cuma namazına geldiğinden bu yana aramızdaki bağ hiç kopmadı. UDBA’nın soruşturmalarında tabii bunu hiç itiraf etmedim. Sadece onu ismen tanıdığımı söylerdim. Bir kış gecesi, kar altında Aliya’yla Titova Caddesi’nde yürüyorduk. Karşımızdan Hüseyin Đozo geliyordu. “Sevgili Hüseyin Hocam, siz nasıl ilahiyat fakültesi açmayı planlıyorsunuz da eğitimcileriniz arasında Nerkez Smailagić[22] ve Aliya İzetbegoviç bulunmuyor? Aliya’nın etik dersini vermesi ve “Hukuk Terminoloji Leksikonu”nu yazması gerekiyor. Nerkez’in de dünya medeniyeti üzerine müfredat hazırlaması gerekir.” dedim. Nerkez kadar eğitimli olan Yugoslavya’da başka biri yoktu. Nerkez, Zagreb’teki siyasal bilimlerin de kurucusuydu. Dzozo tebessüm etti. Aliya da dedi ki: “Hüseyin Hoca’mı sıkma. Her şey onun elinde değil. Komünist Parti ve UDBA dediklerine hiçbir zaman izin vermez. Önce bir fakülte açılsın, biz farklı vesilelerle destek veririz.”
Ona dair o dönemden ve özellikle hapis yıllarından hatırınızda kalan neler var?
Aliya müstesna bir insandı. Onu birileri Foça’ya ziyarete geldiğinde (benim hapis süremin 2 sene 4 ayı onunla bera - ber Foça’da geçmişti) kendisine getirilen bir ikramdan, herkes yemeden bir lokma ağzına atmazdı. Harika satranç oynardı. O hiçbir alanda “sıradan/ vasat” değildi. Kendimin de iyi satranç bildiğini sanırdım... Ben ve Ethem Bicakcic, onunla satranç oynamaya cesaret edemezdik; hep kaybederdik. Ziyaret gününden bir gün önce ve sonrasını beklerdik. Ancak o zamanlar konsantrasyonu biraz olsun dağılırdı. Sebebi çocuklarına ve torunlarına olan bağlılığıydı. O dönem iki tane torunu vardı: Selma ve Esma. Sürekli onlar hakkında konuşurdu. UDBA çocuklarını ve torunlarını bu denli sevdiğini bilseydi, onu buradan yıkabilirdi; diğer meselelerde ise onu parça parça etseler de ona etki etmezdi…
Aliya’nın başka hangi kişilik özelliğinden, hangi hâllerinden etkilendiniz?
Onun kültürü ve sanatı ne kadar iyi bildiği… Doğu ve Batı Arasında İslam kitabı, edebiyatımıza kimsenin vermediği kadar kapsamlı, çağa damgasını vuran ve uzman bir eserdir mesela. Kitapta Michelangelo’nun resmini nasıl analiz ettiğine bakın. O, inanılmaz derecede büyük bir kültür, sanat, şiir, edebiyat bilgisine sahip biriydi, hukuku ve tarihi saymıyorum bile. Beni en çok etkileyen şey ise onun doğallığı, sadeliği, mütevazılığı, açıklığı ve insanlara olan yakınlığıydı. Foça Hapishanesi’nde herkes için bir otoriteydi. Hangi mahkûmun temyiz dilekçesini yazdıysa, onun cezası hafifletilirdi.
İlerleyen süreçte Aliya’yla bir araya gelişleriniz nasıl oldu?
26 Mayıs 1992’de SDA’nın kurucu kongresinde, ardından ilk kongrede ve Aliya’nın 2001 yılında parti başkanı olduğu son kongrede bulundum. SDA kurulduktan Aliya’nın vefatına kadar olan süreçte, onunla olan temaslarım ve iletişimim sürekli devam etti. Bir keresinde tüm akademisyenleri başkanlığa davet etmişti. Tüm kararları o almasına rağmen, birçok konuda sık sık başkalarının görüşlerini sorardı.
Sizce Aliya’nın klasik bir medrese mezunu olmamasına rağmen İslam’ın Doğu ve Batı arasındaki sentezini bu kadar kuvvetli bir şekilde ortaya koyması, onun düşünür kimliğine neler kattı?
Aliya, kendine özgü orijinal bir düşünürdü. Onun eğitimine baktığınızda, İslam literatürüne hâkim okuduğunu görürsünüz. Bu literatür, İslam reformcularından, tarihî eserlere kadar uzanır. Medrese mezunu olmamasına rağmen, lisede din dersleri almıştı ve din eğitimi veren öğretmenler kendi alanlarında çok yetkin insanlardı. Bu da demek oluyor ki Aliya, İstanbul ve Kahire okullarından mezun olmuş seçkin ulema ile büyüdü (Đozo, Korkut, Handžić). İslam’ı bir atmosfer, bir yaşam tarzı, dünyaya bütüncül bir bakış açısı olarak anladı; maddi dünyanın birliğini, İslam’da buluşturdu. Bizim çevremizde, İslam’ı Aliya ve Nerkez kadar iyi yazan ve anlayan kimseyi tanımıyorum. Örneğin Aliya, İslam’da kadının neden hâkim olamayacağını yazmaya cesaret eden tek kişiydi ve buna şöyle bir açıklama getiriyordu: Sevdiği bir erkek ve kendi çocuğu ne yaparsa yapsın, bir kadının onları suçlu görmesi imkânsızdır. Çünkü kadın, eğer gerçekten kadınsa, dış dünyayı önce duy guları ve hisleriyle değerlendirir, akılla veya yasalarla değil. Aliya öyle metinler yazıyordu ki, bunlar Dünya İslam Birliği (Rabıta) kongrelerine gönderiliyor ve orada okunup inceleniyordu. Son derece keskin bir zekâya sahipti. Bir cümleyle bir sorunu ya da çözümü dile getirebilirdi.
Peki, Aliya kimlerden beslendi?
Bosna’daki insanların gelişiminde ve dünya görüşünde Aliya İzetbegoviç, şu isimlerden etkilenmişti: Mehmed Handžić, Mehmedalija Metiljević, Mustafa Busuladžić, İbnül Ajn Korkut, Hasan Kafi Prusak. Ayrıca, Muhammed Abduh, Rıza el-Rıdâ da onun düşüncelerinde etkili olmuştur. Tüm bu isimler, Aliya’nın İslam anlayışını ve dünya görüşünü şekillendiren önemli figürlerdir.
Genç Müslümanlar Derneği misyonunda Aliya neler yaptı? Oradaki mücadelesi, SDA’daki mücadelesi nasıldı?
Aliya İzetbegoviç, 1946’da askere alındığı gün ve mahkûm edildiği gün, o dönemde medreseden Halid Kajtaz22 (şehit) tarafından devralınan bir pozisyonda bulunuyordu. Eğer o pozisyonda kalsaydı, %100 tasfiyeyle karşılaşacaktı. Onun hayatını kurtaran ilk tutuklanmasıydı. Eğer 1949’da yargılansaydı, birinci sanık olacaktı (beş kişi yargılandı ve hepsi kurşuna dizildi). Aliya, düşünce, eğitim ve İslam’ı anlama konularında çok önemli bir alanın liderliğini yaptı; başka bir deyişle, iç ideolojiyi yönlendiren bir figürdü. Genç Müslümanlar arasında düşünce, bilgelik, kültür, eğitim, sanat, tarih ve İslam’ı yaşam biçimi olarak anlama noktasında Aliya, rakipsiz birinciydi. Aliya, bütüncül bir karaktere sahipti ve hayata ve dünyaya karşı derin, çok katmanlı bir bakış açısı vardı. İnsanlar, insan gerçekliği, insan olayları ve ilişkileri konusunda, tanıdığım diğer genç Müslümanlardan daha derin ve geniş bir anlayışa sahipti. Tabii ki, belirli ayrıntılarda ve bazı konularda onlardan daha öndeydi. Aliya, hayatı boyunca ideallerini, ilkelerini ve değerlerini unutmadı, ancak genç Müslümanlarla olan deneyimlerinden sonra gerçek dünyayı, yaşamı ve ilişkileri de asla unutmadı.
İslam Deklerasyonu, Doğu Batı Arasında İslam kitaplarında yaptığı sentezler, bugünün Bosna’sında, Balkanlar’da konuşulur mu ya da yeteri kadar konuşuldu mu?
Aliya’nın İslam Deklarasyonu ve Doğu ve Batı Arasında İslam adlı eserleriyle ilgili olarak, bunların Türkiye ve diğer Müslüman toplumlarda Bosna’ya kıyasla çok daha fazla tartışıldığını ve ele alındığını düşünüyorum. Elbette burada da bu eserleri okuyan ve inceleyen insanlar var; eserleri derlenmiş ve basılmış durumda, ancak bu eserlerin değeri ve kapsamı açısından yeterince ilgi görmediğini söyleyebilirim.
Bugün Aliya gibi bu kadar geniş bir yelpazede kendini inşa etmiş birini nasıl anlatabiliriz? Onu klasik bir şekilde anmaktan, anlamaya nasıl geçebiliriz? Aliya’nın anlaşılması için neler yapılabilir?
Dipnotlar
[1] Genç Müslümanlar Teşkilatının ilk kurucu ekibinden.
[2] Dr., Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzetbegoviç’in danışmanı ve sağ koluydu.
[3] Kasumagić kardeşlerden üçüncüsü. Teşkilat içinde önemli görevler aldı.
[4] Prof. Dr, Aliya İzetbegoviç’in yakın dava arkadaşı ve Demokratik Eylem Partisi’nin kurucularından.
[5] Demokratik Hareket Partisi’nin oluşumunda kilit rollerden birini oynamıştı.
[6] Genç Müslümanlar hareketinin önde gelen üyesi ve yazar.
[7] Sırp ve Yugoslav politikacı.
[8] Boşnak asıllı âlim ve fikir adamı.
[9] Çok dilli, İslami disiplinlerde uzman ve eğitimci.
[10] Düzenli İslami programlara iştirak eden Saraybosna ahalisi.
[11] El-Hidaye hareketinin Mehmed Handžić’ten sonraki başkanı ve II. Dünya Savaşı döneminde yayınlanan Saraybosna Deklerasyonu’nun öncülerinden. Dönemim en seçki alimlerinin başında gelmektedir.
[12] Zenica baş imami alim. 3 sene hapis yatan Genç Müslümanlar teşkilatı üyesi.
[13] 1983 Saraybosna Yargılaması’nda Aliya’yla beraber hapse mahkum edilen 13 Genç Müslüman’dan biri. 1996-2001 arası Bosna Hersek Federasyonu Hükümetinin Başbakanı.
[14] Bosna Hersek İslam Birliği Başkan Yardımcısı.
[15] Bosna Hersek İslam Birliği’nin Meclis Başkanı, Bosna Hersek Federasyonu Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakan Yardımcısı.
[16] Dava adamı, tanınmış yazar ve Bosna Hersek millî marşını kaleme almıştır.
[17] Dava adamı, siyasetçi ve SDA’nın kurucularından.
[18] 1983 Saraybosna Yargılaması’nda hapsedilen Genç Müslümanlar ekibinden, hukukçu.
[19] Bosna Hersekli Yugoslav komünist bir politikacı.
[20] Yugoslav Müslüman Örgütü’nün kurucusu ve lideri olan Yugoslav Bosnalı siyasetçi.
[21] Boşnak hukukçu, politikacı, filozof, sosyolog ve İslamologdur. Dönemin çok yönlü âlimlerindendir.
[22] Kominist rejim tarafından şehit edilen 13 Genç Müslümandan biri. Gazi Hüsrev Bey Medresesi’nde öğretmen ve Merhamet’te görev almaktaydı.
Bağlar'ın 7. sayısını okumak için tıklayınız.
Bağlar'ın tüm sayılarını okumak için tıklayınız.