Çalışmadığı Yerden
Cuma, Ocak 13, 2023Çöl olurdu; ayazı içten çeken, develerin sahibine yük olmadığı, yıldızların sahrada zikir halkasına dönüşüp kumları esma gibi çektiği çöl iyi olurdu. Irmak olurdu; dağın göğe tırmandığı eğinden kayaları yuvarladığı, suların hep salih rüyalar gibi yunduğu ne varsa ırmak da güzel olurdu. Dedim ya, çalışmadığım yerden geldi.
Başımı hızlıca önüme düşürdüm. Son eğilmeyle birlikte bir aparkatı yerli yerince çıkmanın ince hesabını yaptım. Yaptığım hesaba göre tam şu andı, şimdiydi, hemendi. Avucumu delecek kadar sıkı tuttuğum parmaklarımla yumruğumu yükselttim, maç esnasında diz büküp “oley” diye sevindiğiniz hâller vardır, onu da harekete kattım. Artistik bir şey oldu. Bence oldu dedim, bu sefer oldu.
Skor tahtasına yazılan puanlar bana döndü. Misafir gittiğim evde, sonradan orada oluşuna anlam veremediğim noktada, hatırlı bir vazoya kolum ya da ceketimin lüzumsuz bir eklentisini takmış, takmış da gözümün önünde gözlerim tarafından yavaşlatılan milimetrik, kesik kesik karelerle düşürmüş gibi un ufak oldum. Yüzler anında düştü. Beynime değin uzanan ani bir yalgın sinir uçlarımı tuttu. Tetik duran bir güvercin kanatlarında sakladığı tüm efektlerle birlikte aniden havalandı. Çevik bir kedi sesleri işitip çöp kutusundan fırladı.
Alışılmışın dışında yayılan sürekli renklerden yükselen ışıkla, görmenin lükslerinden arınan kar beyazı sayfaya bakıyordum. Yanıp sönen imlece. Karın gövdesine saplanmış, gömülü ayak izlerinin karanlığına ihtiyaç duyan izci gibi nefes nefeseydim. Tıkanmıştım. Olmuyordu, yine.
Balkona çıktım. Otobüse binen sıkış tıkış olan yolcuları izledim bir süre. Hayatın bir açılıp bir pörsüyen ciğerlerine benziyorlardı. Sonra bazen düğümleniyor, damarda tıkanan kan pıhtısına dönüşerek bekleşiyorlardı. Kaburga kemiklerimin iki parmak altını yoklayarak parmaklarımla kasıklarıma doğru iki küçük adım attım. Tam olarak işte buraya, dedim. Durağa yakın parkta alelade dağılımı yapılmış insanlar, çocuklar ve haddinden fazla köpekler yukarıdan bakınca bir ülkenin fiziki haritasına benziyordu. Yer yer karlı bazıları dedim, saçlarına ak düşmüş adamlar için. Ağlak çocuklar için tuttum yer yer yağmurlu, dedim. Farklı giyimliler için bir açıkla bir kapalıyı yakıştırdım. Durup durup ağaç diplerini ve birbirlerini koklayıp havlayan köpekler için gök gürültülü, hafif sağnak yağışlı dedim. Sağnak yağış derken alegorik ifadeye başvurduğum anlaşılmıştır umarım. Derin bir nefes aldım sigaramdan. Parmaklarıma doğru kastedip gelen ateşi balkonun duvarına sürttüm, ateşten bir şelale gibi aktı durdu.
Bu tıkanmışlığı nasıl giderebilirdim, hiç fikrim yoktu. Bir oyun koltuğunda başımın arkasında kavuşturduğum avuçlarıma yaslanmıştım. Dışardan bakan için keyif çatıyor gibi gözükebilirdim. İçimde fokurdayan şeyi kim bilebilirdi değil mi?! İşin doğrusu kimsenin baktığı falan yoktu. Kimselerin bilme gayreti de… Ben sadece koltuğunda yerli yersiz sıkılganlıklar üreten, gıllıgışlı kelimelere yaslanan biri olabilirdim.
Öykünün olmayışına fazlasıyla alınganlıklar gösteriyordum. Kendimi örseliyordum. Mesela örseliyor kelimesini nasıl öncelemeliyim, yüklem özne bütünlüğünü gözetiyordum. Çıkarıp yer değiştiriyordum. Buna kendimce dert diyordum. Şurada burada, cami odasında, eğitim sendikasında, öğretmenler odasında, vergi dairesinde, ikamet başvurusunda, doğum sırasında nerede olursam olayım kelimelerle yaşıyor, kelimelere yaslanıyordum.
Nefes alıp durduğum yer kelimeydi. Nefes verip durduğum yerle aynıydı. “Büyüyünce ne olacaksın?” deseler, “kelime” derdim. Harflerden mi yapılmıştım, bilmiyorum. Harflerden mi müteşekkildim, belki.
Kaynak: Bağlar 2. sayı
Derginin tamamını okumak için: