Cep Saati
Cuma, Şubat 7, 2025![](https://dkp.blob.core.windows.net/post-multimedia/CEP SAATİ_Çalışma Yüzeyi 1 kopya 5.jpg)
Saat de kalp gibidir. Bir kere ayarı, ritmi bozuldu mu onu tamir etmek zordur. Bazen insanlar da bozulmuş saatler gibi bugünü yaşamak yerine ileriye veya geriye doğru akarlar. İşte zamanın doğru gidişatını duymak ve hissetmek için bazıları cep saatini kalbine yakın bir yerde taşırlar. Böylece hem saatleri hem kalpleri doğru ritimde atar.
Tik tak, tik tak, tik tak...
Kadıköy Pasajı’nın içinde yıllardır özveriyle işini yapan bir saatçi vardı. Herkes onu tanır ve çok severdi. İri yarı görüntüsüne rağmen sessiz, sakin, kendi hâlinde biriydi. Çok konuşmaz bütün zamanını dükkânında geçirirdi. Yıllardır aynı dükkânı işletmesine, insanlar tarafından bilinip sevilmesine rağmen çok az insan onun geçmişi hakkında bilgiye sahipti. Esrarengiz biriydi Arif amca.
Yıllar içinde dünya gibi insanlar da değişti. Kol saati takmaz duvar saatine bakmaz oldular. Arif amca yine de saatlerle uğraşmaktan hiç vazgeçmedi. Dükkânında aslında kendi dünyasında teknolojiye karşı direnen bir samuray gibi çalışırdı Arif amca. Hâlâ radyoda Türk sanat müziği dinler, cepkeninin cebinde taşıdığı kösteklisinden saati takip eder, her gün aynı saatte aynı yemekleri yer, kasketini başından neredeyse hiç çıkarmazdı. Dükkânında hiç geçmeyen bir naftalin kokusu vardı. Arif amcanın en büyük tutkusu eski cep saatlerini tamir etmekti. Dükkânı saatçiden ziyade bir antika dükkânını andırıyordu. Zamanın içinde dolaşan bu mekânda zaman durmuştu sanki.
O gün Kadıköy’deki pasaja bir kitapçıya uğramak için gelmiştim. Ancak Arif amcayı dükkânının önünde dertli dertli otururken görünce ona da selam vermek istedim.
“Nasılsın Arif amca?” dedim.
“İyiyim kızım, otur da sana bir çay ısmarlayayım.” diye cevap verdi.
Arif amca çok iyi bir insandı. Küçüklüğümden beri onunla zaman geçirmek çok hoşuma giderdi. Henüz beş yaşındayken kaybettiğim babamın sıcaklığını, sevgisini hissederdim onda.
“Arif amca,” diye seslendim. “Artık teknoloji ilerledi, herkesin telefonunda zaten saat var. Sen neden hâlâ cep saatleriyle bu kadar uğraşıyorsun ki? Kim alır bunları?” diye sordum.
Sorumu duyan Arif amca sadece gülümsemekle yetindi. Ben çayımı yudumlarken o da nasır tutmuş elleriyle hâlâ saat tamir etmeye çalışıyordu. Arif amca çalışırken ben de sır dolu dükkânını inceliyordum. Bir anda dükkânın diğer ucunda duvara yaslı bir ney ve hemen yanı başında da duvarda asılı siyah beyaz bir fotoğraf ilişti gözüme. İlk kez sakalsız ve takım kıyafet içinde gördüğüm genç ve yakışıklı Arif amcanın yanında sevimli bir oğlan duruyordu. Birlikte çok mutlu görünüyorlardı.
“Oğlun olduğunu bilmiyordum...”
Cümlemin sonunu getiremedim. Arif amcanın gözleri dolmuştu. Duvarda asılı olan yıllar önce kaybettiği oğlunun fotoğrafıydı.
“Oğlum. Vardı evet. Ama çalışmaktan onunla geçen zaman geçirmenin ne kadar kıymetli olduğunu bilemedim ben.” dedi acılı bir sesle.
“Başın sağ olsun Arif amca, çok üzüldüm. Biliyorsun, ben de küçük yaşta babamı kaybettim.” dedim.
Yıllardır tanıdığım Arif amca, gözlerimin önünde acılı bir babaya dönüşmüştü. Neden onda hep bir baba figürü gördüğümü o anda daha iyi anladım. İnce hatlı suratı hiç olmadığı kadar kırışık gözüktü gözüme. Kim bilir ne çok hatıra saklamıştı geçmişte takılıp kalmış bu dükkânda. İstemeden de olsa büyük patavatsızlık yapmıştım. Mahcup bir şekilde özür dileyerek dükkândan ayrıldım. Arif amca ise her zamanki kibar hâliyle yine gülümsedi ve beni uğurladı.
Birkaç ay sonra eğitimim için yurt dışına gittim. Yabancı bir ülkede tek başıma kalmak beni çok değiştirdi. Olgunlaştım. Ancak her şey bana anlamsız gelmeye başlamıştı. Zaman geçiyor ama ben hep yerimde sayıyordum sanki.
Aradan yıllar geçti. Kadıköy’e geri döndüm. Pasaja, Arif amcanın dükkânına uğrayıp onunla sohbet etmek istedim. Ancak büyük bir üzüntüyle Arif amcanın dükkânının yerinde olmadığını gördüm. O nostaljik saatçi dükkânının yerine bir internet kafe açılmıştı. Saatçi dükkânını kaplayan geçmişin hüznü, yerini sahte gülüşlere bırakmıştı. Son derece yüksek sesle çalan yabancı müzik eşliğinde dünyadan soyutlanan gençler burada zaman öldürüyorlardı. Arif amca, onca savaştan sonra teknolojiye yenilmiş miydi gerçekten?
Sarsıldım. Diğer eski dükkânların da birer birer kapanmaya başladığını fark ettiğim pasajdan koşar adımlarla çıkmak istedim. Tıpkı benim gibi artık zaman da değişmişti. Tam çıkış kapısına yaklaşmışken arkamdan yine Arif amca gibi yıllardır tanıdığım kitapçı Hasan amcanın seslendiğini duydum.
“Kızım, bekle bir dakika! Bize selam vermeden mi gidiyorsun?”
“Olur mu öyle şey Hasan amca?” dedim mahcup bir ses tonuyla.
“Biraz önce Arif ustanın dükkânına baktığını gördüm, maalesef onu birkaç ay önce kaybettik.” dedi üzgün bir sesle.
Kelimeler boğazımda düğümlendi. Başımı öne eğdim. Gözümden yaşlar istemsizce dökülmeye başladı. Bir çay içerek Arif amcayı konuştuk uzun uzun.
“Hasan amca, peki nasıl oldu da o güzelim saatçi dükkânına sahip çıkamadınız?” diye hiddetlendim.
“Kızım bizim etimiz budumuz ne? Saatçilikten zaten anlamayız. Hem zamanın alışkanlıkları değişti. Nasıl direnelim? Ben bile bu kitapçıyı zar zor ayakta tutuyorum. Biliyorsun artık kimse kitap falan okumuyor. Yakında bütün pasaj kafe ve restoranlarla dolarsa hiç şaşırma.” diye cevap verdi.
Kendisi de çok sarsılmış görünüyordu ama benim ne kadar üzüldüğümü görünce:
“Ağlama kızım. Arif usta, sanki vefat edeceğini hissetmiş gibi bu dünyayı terk etmeden önce hepimize bir şeyler bıraktı. Sana olan emanetini de bana teslim etti.” dedi.
Arif amcanın bana ne bıraktığını çok merak etmiştim. Hasan amca çekmecesinden küçük bir kutu çıkarıp bana uzattı.
“Ölüm de hayatın bir parçası, üzülme kızım.” diyerek beni uğurladı.
Sanki hislerime tercüman olmuş gibi dışarıda yağmur yağıyordu. Bir banka oturup Arif amcanın emanetini açtım. İçinde el yazısıyla yazılmış bir not duruyordu:
Kızım, Yıllar oldu görmedim seni, annen yurt dışında yaşadığını söyledi. Bir gün bana, artık saati her yerde görebildiğimiz bu devirde cep saatlerini kimin alacağını sormuştun. Sana cevap vermek için doğru zamanı bekledim. Saat de kalp gibidir. Bir kere ayarı, ritmi bozuldu mu onu tamir etmek zordur. Bazen insanlar da bozulmuş saatler gibi bugünü yaşamak yerine ileriye veya geriye doğru akarlar. İşte zamanın doğru gidişatını duymak ve hissetmek için bazıları cep saatini kalbine yakın bir yerde taşırlar. Böylece hem saatleri hem kalpleri doğru ritimde atar. Ben bu kutu içindeki cep saatini tamir etmek için yıllarca uğraştım hatta saatçilik hikâyem böyle başladı. Bu, koleksiyonumun en değerli parçası. Oğlum kaza geçirdiğinde bu saati cebinde taşıyordu. Kaza sırasında kırılan saat durmuştu. Yıllarca saati çalıştırabilirsem oğlumun da geri geleceğine inandırmıştım kendimi. En sonunda başardım ama zamanı geri getiremedim. Bu saat artık senin. Benim kendi saatim uzun zaman önce bozuldu. Ömrümü başkalarınınkini onarmaya adadım. Hayatının, en önemlisi kalan zamanının kıymetini bil. Allah’a emanet ol.
Mürekkeple yazılmış harflerin üzerine dökülen yağmur taneleri ve gözyaşlarım, geriye elimde bembeyaz bir sayfa bırakmıştı. O sırada kutunun içinde kalp gibi atan saatin tik taklarını duydum. Kendini saatçi dükkânında geçmişe mahkûm eden Arif amca, bin bir zorlukla tamir ettiği bu cep saatiyle bana yepyeni bir hayat armağan etmişti. Saati kalbime yakın bir yere koydum.
Ve o an, ilk defa kalbimin zamanla aynı ritimde atmaya başladığını hissettim.
Telve'nin 14. sayısını okumak için tıklayın.
Telve'nin tüm sayılarını okumak için tıklayın.