Fransa’da Yaşamış Türklerin Göç Hikâyeleri

Perşembe, Ocak 5, 2023

Türkiye-Fransa İşgücü Anlaşması kapsamında Fransa’ya göçen Ünalan, Eryıldız, Şahin, Can ve Gülergün’ün hikâyelerine tanık olacağınız bu metinde; “Le Marmaris” adlı restoranı kurmadan önce Lyon Gross inşaatında çalışmaya başlayan Yozgatlı Murat Ünalan’ın hikâyesine ait fotoğraflar; torunu Sümeyra Eryıldız tarafından kaleme alınan ve 1969 yılında Isparta’dan çalışmak için geldiği Fransa’dan 1988 senesinde kesin dönüş yapan merhum Kazım Eryıldız’ın hayat hikâyesi; Afyonlu Ali Şahin’in karşılaştığı zor çalışma koşulları; İstanbullu Ahmet Can’ın yaşadığı barınma, yiyecek ve ibadet zorlukları; Bayburt’lu Gülergün’ün helal gıda sıkıntısı yer alıyor.

Ünalan Ailesi

Murat Ünalan; Fransa-Türkiye İşgücü Anlaşması kapsamında Yozgat’tan Fransa’nın Lyon şehrine işçi olarak gider. Uzun süre inşaat işçisi olarak çalışan Ünalan iş kazası sonucu 3 parmağını kaybeder.

 İşçi Pansiyonu, Lyon

Murat Ünalan ardından Saint-Étienne şehir merkezinde  “Le Marmaris” adlı Türk restoranını açar. Aile birleşimi kapsamında eşi Feruze Hanım ile çocukları Fransa’ya taşınır, Le Marmaris Restoranını ailecek işletirler. Oğullarından Ali, Türkiye’ye dönerek Fransız Dili ve Edebiyatı eğitimi alır, ELCO kapsamında Fransa’da 10 sene görev yapar.


Murat Ünalan’ın eşi Feruze Ünalan (sağ) aile birleşimi kapsamında Fransa’ya gitmeden önce 6 çocuğu (Havva, Sariye, Orhan, Burhan, Yakup ve Ali) ile, 1980’ler, Yozgat.

Fotoğrafın arkasında şu satırlar yer almaktadır:

Babacığım, bu cansız hayalimizi sana hatıra ediyoruz. Biz bir kelebeğiz, yoktur kaderimiz, ölürsek sana hasret gideriz, sakla resmimizi rica ederiz. Sevgili Babacığım seni çok özledim çabuk gel.
Murat ve Feruze Ünalan 2016 senesinde kesin dönüş yaparak Türkiye’ye taşınır, evlatları ise Fransa’da yaşamaya devam eder. Oğullarından Yakup, devraldığı Le Marmaris restoranında çalışırken Orhan farklı bir restoran işletmektedir.  Kendi inşaat şirketini kuran Burhan ise lojistik ve yenilenebilir enerji alanında faaliyet göstermektedir. Hukuk alanında yüksek lisans eğitimini tamamlayan ailenin en küçük çocuğu Gülfem, Strazburg’da hukuki danışmanlık yapmaktadır.


Murat Ünalan’ın torunları Gülsen, Gökçe, Sinem, Ömer, Çiğdem, Melih ve Murat Le Marmaris Restoranı’nda.


Eryıldız Ailesi

Merhum Kazım Eryıldız; 1969’da kendi imkânları ile Isparta’dan Fransa’ya gidenlerden. Torunu Perihan Sümeyra Eryıldız’ın ağzından kısaca hikâyesini aktaralım:

Dedem Kazım Eryıldız, geri dönme fikri ile gitmiş Fransa’ya. Amacı, Isparta’dan bir ev, köyden de bir tarla alacak parayı biriktirmekmiş. Nihayetinde de 1988 yılında kesin dönüş yapmış. Öncelikle Lyon’a gelmiş ekmek fabrikasında çalışmış. Babaannem ve babamlar aile birleşimi ile gelene kadar dedem fabrikanın lojmanında kalmış.

1974’te aile birleşimi gerçekleşmiş. O yıl babam daha 3 yaşındaymış. 1975 yılında Montréal La Cluse’da bir plastik fabrikasında iş bulmuş dedem. Ardından, 1976’da Tarare şehrine taşınmış ve Peradin isimli kumaş fabrikasında çalışmaya başlamış. Bu fabrikanın Villefranche sur Saône’a taşınması ile Fransa’daki son durağı olan bu şehre taşınmış. 1983’te de fabrikadan ayrılıp, ormancılık işine başlamış. Kesin dönüş yaptığı 1988 yılına kadar da ormancılık yapmaya devam etmiş.

1977’de babamın ikiz kardeşleri Fransa’da doğmuş. Bu kardeşler henüz 11 yaşındalarken, babam, babaannem ve dedem ile birlikte Türkiye’ye temelli dönmüşler. Halam ve amcam bir daha Fransa’ya hiç gelmediler. Amcam Türkiye’de memur, halam ev hanımı. Babam ise Türkiye’de turizm ve otelcilik okumuş, bir süre turist rehberliği yapmış. 1991 Körfez Savaşı’nın başlamasıyla turizm sektörü çöküşe geçince babam Fransa’ya geri dönme kararı almış. Fransa’da elektrik ve elektrik enerjisi işletmeciliği okumuş. Şu an İsviçre merkezli asansör ve yürüyen merdiven firması Schindler Group’un Lyon bölgesi ekip şefi olarak çalışıyor.

Dedemin reşit olan ve Fransa’da büyüyen tek torunları ben ve kardeşim Kazım. Diğerleri henüz ilkokul, ortaokul ve lisedeler, üniversite yaşına gelmiş kimse yok ben ve kardeşim dışında. Ben hukuk ve siyaset bilimi alanında çift ana dal yaptım. Üzerine uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanında yüksek lisans yaptım. Kardeşim ise uluslararası ticaret ve işletme okudu.

Dedem ilk geldiğinde Lyon’da büyükşehir olduğu için Türkler dağınıkmış ve sayıca azmış. Tarare ve Villefranche’ta fabrikaların olması ve daha küçük şehirler olmaları sebebiyle, Lyon’a nazaran daha çok Türk varmış. Ancak yine de diğer göçmenlere göre Türkler azınlıkmış. O yıllar en çok özlem duyduğu şeyin Türk ürünleri ve yemekleri olduğunu, Fransa’da bunlardan mahrum kaldıklarını söylerdi hep.

Kazım Eryıldız, 2003’te kesin dönüş yaptığı ana vatanında hayata gözlerini yummuştur.


Şahin Ailesi- Ali Şahin

1955, Afyon/Sandıklı doğumlu Ali Şahin’in hikâyesi, 1981 yılında turist olarak Fransa’ya gelmesi ile başlıyor. Hikâyesinin devamını kendi ağzından aktarıyoruz:

Fransa’da iki yıl foyerde “işçi pansiyonu” kaldıktan sonra, Almanya’ya geçiş yaptım.  Orada da iki yıl kaldıktan sonra tekrar Fransa’ya geldim. Her gurbetçi gibi ben de dil bilmemenin çok sıkıntısını çektim. Turist olarak geldiğim için çalışma iznim de yoktu. Çalışabilmek ve izni alabilmek için o zamanın parası ile 5 bin frank para vermek zorunda kaldım. Orman işlerinde çalışıyor, barakalarda kalıyor, göletlerde banyo yapıyor ve çamaşırlarımı yıkıyordum. Benim gibi 25 kadar kişi vardı ve çoğu bu zor koşullardan dolayı geri döndü. Bir tanıdık vasıtası ile şu an oturduğum Epernay’a geldim. Burada inşaatlarda çalışmaya başladım, çalıştığım firma vasıtasıyla oturum izni aldım.

İlk zamanlar ibadetlerimiz için sonradan bize katılan Arap kökenlilerle birlikte belediyeye müracaat ettik. Foyerin alt kısmında bulunan bodrumda ibadetlerimizi gerçekleştirmeye başladık. Bu durum 1999 yılına kadar bu şekilde devam etti. Bu tarihten sonra DITIB dernekleri açılmaya başlandı.
 
Ailemi, ilk gelişimden 4 yıl sonra yanıma alabildim. Dil bilmemenin çok ıstırabını çektik. Bu konuda tatlı hatıralarımız da oldu. Marketten sıvı yağ diye aldığımız ürün tavada kabarınca, çamaşır deterjanı olduğunu anladık mesela.

Kesin dönüş yapmayı çok istedim ancak eşimin ailesi de Fransa’da olunca, aile birliğimizin devamı için kalmayı tercih ettim. 1981 yılında başladığım gurbet yolculuğum, 1985’ten beri yerleştiğim Epernay’de devam etmektedir.



Can Ailesi- Ahmet Can

Fransa’ya gelen ilk kuşaklardan biri olan Ahmet Can, 1947 doğumludur. İstanbul’da doğan Ahmet Can, ilkokulu bitirdikten sonra askere gitmiş, sonrasında ise bir Kur’an kursunda 4 sene boyunca eğitim vermiştir. Hikâyesinin devamını şöyle anlatıyor:

12 Mart Muhtırası ile Kur’an kursları kapatılınca Sirkeci’de bir marangoz atölyesinde işe başladım. Buradaki şartların zor olması nedeniyle, Fransa’da bulunan amcama bir mektup yazdım. Amcamın vesilesi ile Fransa maceram başlamış oldu. 27 Mart 1973’te Sirkeci garından trene bindim, üç gün süren bir yolculuktan sonra aç susuz Fransa’ya vardım.

İlk zamanlar bizim için çok zordu, her şeyin yokluğunu çektik. Uygun gıda maddeleri bulamadık, hastalandığımızda doktora gidemedik. Tam 18 ay boyunca et yemediğimi hatırlıyorum.

Fransa yolculuğu bir nevi bilinmeze yolculuktu. Özellikle dil bilmediğimiz için derdimizi anlatmakta ve sorunlarımızı çözmekte çok zorlandık. Hakkımızı gasp ettiklerinde hak arayamadık. Çünkü dil bilmiyorduk. En ufak meramımızdan en büyüğüne kendimizi ifade etmekte zorlanıyorduk. Hatta -belki sizlere komik gelecektir- yumurta alabilmek için tavuk gibi ses çıkarıyorduk.
Dernekler 1980’den sonra faaliyet göstermeye başladı. O vakitler, dernekler sosyal faaliyet gösteren yapılar değildi. Çoğunluğu işçi derneğiydi, cami derneği yoktu. İbadet konusunda çıkmazlarımız vardı, bodrum katları mescidimizdi. 1980’den sonra Türk marketleri ve bakkalları açılmaya başlayınca güvenli gıda maddelerine erişimimiz oldu.

Eşim ve çocuklarım benden 2 yıl sonra 1975 yılında yanıma gelebildi. Lojman bulmakta zorladık, çok çektik. İlk jenerasyonun hikâyesi aşağı yukarı benimki gibidir… Şimdiki halimize şükür, sağlığımıza bin şükür.


Gülergün Ailesi- Ahmet Gülergün

Bayburtlu Ahmet Gülergün, 14 Ekim 1973’te İstanbul’dan trene binip Fransa’nın yolunu tutanlardan. Aynı trende 50 Türk olduğunu hatırlıyor, tüm dosyalar ona emanet edilmiş. İnşaatta çalışmak için tutmuşlar Fransa’nın yolunu. Geldiklerinde aktarma yapacakları treni bulamadıkları için garda gecelemişler. Hikâyenin devamını Ahmet Gülergün anlatıyor:



50 Türk ilk istasyonda tren aktarmak için indik ve sabahladık. Bineceğimiz treni bilmiyoruz. Sabah oldu bir bayan geldi. Omuzunda bizim kadınların başlarındaki yazmaya benzer bir örtü. Bizde hepimiz kravatlı, temiz giyinmişiz. Yanımıza geldi, “ne bekliyorsunuz burada?” diye sordu. Ermeni kökenli bir hanımmış, bize çok iyi davrandı. (Keşke bütün Ermeniler öyle olsa) Durumumuzu anlattık, “biz falan yere gideceğiz fakat akşamdan geldik. Gardan çıkamadık. Geceyi burada geçirdik, aç susuz”.

Bunun üzerine hanım ellimizi peşine taktı, götürdü bizi garın şefine. Şefe “bu beyler bu trene binecek, şu garda inecekler” diye tembih etti. Kadıncağıza yardımından dolayı hediye vermek istedik, kabul etmedi. “Osmanlı beyleri Fransa’ya köle gelmiş” dedi ve ağladı. “Ben bir Ermeniyim, Malatyalıyım. Üç yaşında geldim Fransa’ya ama Türk dendiği zaman içim titriyor” dedi.

Varacağımız durağa geldik. İndik trenden, izbe bir yer. Ne baraka var, ne otel… Trendeki görevliye elimizdeki adresi gösterdik. Adam baktı “evet, bu adres doğru. Şantiye buraya kurulacak ama şu an herhangi bir çalışma yok” dedi. Bir yere telefon açtı, o arada iki Türk geldi gara. Bizi selamladılar, “Siz bu gece burada kalacaksınız. Biz de size baraka hazırlayacağız” dediler. Yer yok, su yok, hiçbir şey yok. Karnımız aç.
Bize harçlık olarak ellişer frank vermişler. Gittik ekmek aldık, yedik. O gece dışarda yattık. Ertesi gün barakalar gelmeye başladı. Bir-iki kilometre öteden su getiriyoruz. Derken, üç ay böyle geçti. Üç ayın sonunda rahat ettik.

Şantiyede başladık çalışmaya. Bir buçuk sene çalıştık. İzin hakkımız gelince, gittik memlekete. 1974’te geri döndüğümüzde bir baktık ki, bütün arkadaşlara çıkış vermişler. Bana çıkış verilmemişti ama arkadaşlarım işten çıkarıldı ya “ben de çalışmam” dedim. Hâlbuki çalış, bilmiyoruz ki o zaman Fransa’da iş krizi var. Gurur yapmışız bir kere, adam ne kadar ısrar da etse dönmedim kararımdan. Altı arkadaşla çıktık, Reims şehrine gittik. Bir oda tuttuk. Bir kısmımız işe gidiyor, diğerleri sabah akşam kasetten davul zurna müzik dinliyoruz. Otelin sorumlusunu da kafaya aldık, bize ses etmiyor.

Bir arkadaşımızın arkadaşı olan bir albay eşi vardı. Ona haber salmış. Kadıncağız bir gün bir minibüsle geldi otelin önüne “Alın alet edevatınızı, ben size iş buldum” dedi. Bizi Montargis’e götürdü. Soğuk, insanın tükürüğü donuyor. Kadın, arkadaşı alıp götürdü evine. Biz kaldık sokakta, otellerde yer yok. Sabaha kadar tren garında koltukların üzerine yattık. Sabah birbirimize “kalkın millet işe gidecek. Bizi görüp ‘clochardlar yatıyor’ demesinler” diyoruz, hâlbuki clochard’ın “evsiz, sokakta kalan kime” ne olduğunu da bilmiyoruz. Akşam bize yer yok denen otellerde oda boşalmış, iki gün bir yerde kaldık. Nasıl kar var dışarıda, iş yerimize yakın bir yer bulduk. Sorumlu kadın “burada kalabilmeniz için iki öğün yemek de almanız lazım” dedi. Otelin günlüğü 450 frank. Biz tabi yemek yiyemiyoruz oralarda, küçük bir taş ocağımız var. Altı kişi orada yemek pişiriyoruz. Et yemiyorduk, helal et yoktu. Çiftlikte koyun, kuzu ve tavuk vardı. Buzdolabımız olmadığı için sadece tavuk alıp kendimiz kesiyorduk.

Bir gün kadın fark etti ki, biz yemek almıyoruz otelden. Odamızın kapısını çaldı, “Bir aydır kalıyorsunuz ama yemekhaneye inmiyorsunuz. Ben sizin paranızı ona göre alıyorum, size bir yer vereyim. Yemeğinizi orada yapın. Buzdolabınız ve erzakınız olsun. Malzemenizi ben alacağım” dedi. Biz burada altı ay kaldık. Sonra çalıştığımız Bouygues şirketi bize baraka verdi.

O dönem cami yoktu. Hiç unutmam bir sene bayramda, Montargis’den Paris’e (150 km) bayram namazı kılmaya gitmiştik. Araplar, 5. Paris’teki Büyük Cami’de namaz kılmışlar. Ancak bize kıldırmadılar. Bizden daha eskiler ama ibadethane konusunda bizden sonra girişimleri oldu. 1976’da Prof. Dr. Necmettin Erbakan, önce Almanya’da sonra Fransa’da Saint Denis’deki 53 numaralı yeri kiraladı ve cumaları orada kılmaya başladık. DİTİB’i de Avrupa’ya rahmetli Özal getirdi.


İlgili Haberler

telve
Telve

Dilara Gündüz’ün “Avusturya Göçü’nün 60. Yılı” sergisi, sadece fotoğraflarla değil, aynı zamanda derin insan hikâyeleriyle de

Perşembe, 21 Kasım 2024

baglar
Bağlar

Aliya’nın yakın dostu Mustafa Spahic ile Aliya ile tanıştığı yıllardan bugüne Aliya’yı ve onun düşünce mirasının anlamını kon

Çarşamba, 20 Kasım 2024

duyurular
Duyurular

Sözleşmeli Bilişim Personeli Alım İlanı

Çarşamba, 20 Kasım 2024