İlk Tarih Filozofu: İbn Haldun

Cuma, Eylül 27, 2024

Mukaddime, 14. yüzyılda sosyolojinin temel kavramlarını içeren ve medeniyet kavramına “İslam Medeniyeti” nezdinde de açıklık getiren olağanüstü bir eserdir.

14. yüzyılda yaşamış bir Müslüman düşünür olarak bilinen İbn Haldun’un soyu, peygamber duası almış Yemenli kabile reisi Vâil bin Hucr’a dayanır. Vâil bin Hucr’un torunlarından, İbn Haldun’un dedesi Hâlid bin Osman bin Hânî, bu ailenin Endülüs’e yerleşen ilk üyesidir. Önce Carmona’da, ardından Sevilla’da yaşayan Haldunoğulları’na Endülüs halkı, “Beni Haldun” adını vererek Hâlid bin Osman’a duydukları saygıyı ifade eder.

Haldunoğulları, Endülüs’te yaşadıkları müddetçe saygın bir aile olmuş, siyasette de önemli görevler almışlardır. İbn Haldun, 27 Mayıs 1332’de Tunus’ta doğar, hayatının ilk yirmi yılını Tunus’ta geçirir. Bu sırada başta babası olmak üzere önemli şahsiyetlerden ilim öğrenir, aynı zamanda hafız olur. Daha küçük yaşta aldığı eğitimlerle, yaşına göre ileri düzeyde fikirleriyle çevresini hatta sultanları etkiler. İbn Haldun’un benliğini erken yaşta etkileyen önemli olaylardan biri, 1348’de yaşanan veba salgınıdır. Bu salgın, dünyanın birçok yerine yayılır. İbn Haldun’un yakın çevresinden de kayıplara neden olur. Başta annesi, babası ve hocaları olmak üzere önemli yakınlarını vebadan kaybeder. Bu süreçte ilmî eğitimini tamamlamak için medresede gerekli imkânı bulamaz. Hatta daha sonra İbn Haldun’u âlim olarak tanımak istemeyen bazı ulema çevreleri oluşur. Ancak buna rağmen ondan ders alan birçok âlimin olduğu da söylenir. İlmî tahsilini tamamlayamamış olması aslında bir eksiklik olarak görülemez çünkü İbn Haldun’un bir yandan geleneksel, diğer yandan oldukça özgün olan fikirlerinin temelinde kendi çabasıyla öğrenim görmesi yatar. Ayrıca veba salgının, onun tarihle ilgili düşüncelerinin oluşumuna önemli bir katkı sağladığı da bilinir. Tunus’ta geçirdiği yirmi seneden sonra siyasi hayatı tam manasıyla başlar ve çeşitli görevleri yerine getirmek üzere Cezayir, Fas ve Endülüs’te bulunur. 1332 yılında Fas’taki hâkimlik görevinden ayrılan Haldun, Endülüs topraklarına gitme kararı alır ve burada vezir Lisânüddin İbnü’l Hatîb’le dostluğu sebebiyle kısa sürede saygı görür. Hatta namı Granada’nın Nasrî Sultanı’na kadar ulaşır ve ona sarayda vazife alması için teklifte bulunur. Sarayda göreve başladıktan sonra siyasi öngörüleriyle Endülüs’te de önemli başarılara imza atar.

Sorumlulukları arasında Sevilla’da Kral Pedro’yla siyasi konularda müzakerelerde bulunmak da vardır. Bu görevde gösterdiği üstün başarıyla herkesi etkiler, Kral ona Sevilla’da kalıp kendisi için çalışması şartıyla ailesinin Endülüs’te sahip olduğu mal varlığını teklif eder, ancak İbn Haldun bu teklifi kabul etmez. Bir dönem ailesiyle birlikte Granada’da yaşadıktan sonra İbnü’l Hatîb ile yaşadığı anlaşmazlıklardan dolayı Granada’dan ayrılma kararı alır. Önce Cezayir’e gider bir müddet sonra da tekrar Tunus’a döner. İbn Haldun, Endülüs’te kaldığı sürede çöken küçük devletlere ve aralarındaki rekabete yakinen tanık olur. Dünyanın çeşitli yerlerinde önemli görevler üstlenir, pek çok sultanın takdirini kazanır, hayatının son yıllarını Mısır’da geçirir ve 1406’da burada vefat eder. İbn Haldun’un Endülüs’te kaldığı sürede edindiği siyasi ve toplumsal tecrübeler, onun daha sonra kaleme aldığı Mukaddime ve Kitab’ul İber adlı eserlerindeki fikirlerin ortaya çıkmasına sebep olur. İbn Haldun’un kıymetli eserlerinin başında adını sıkça duyduğumuz ve ona “sosyolojinin kurucusu” ünvanını getiren Mukaddime’si gelir. Mukaddime, yedi ciltten oluşan Kitab’ul İber’in birinci cildi yani ön sözü veya girişi olarak kabul edilir. Mukaddime’yi Türkçeye ilk çeviren kişinin, İbn Haldun’un düşüncelerinden fazlasıyla etkilenmiş bir Osmanlı şeyhülislamı olan Pîrîzâde Mehmed Sâhib Efendi olduğu bilinir. İlk beş bölümünü 18. yüzyılda Türkçeye çevirdikten sonra Hakk’ın rahmetine kavuşur. Yarıda kalan çalışmayı Ahmed Cevdet Paşa 19. yüzyılın ortalarında tamamlar. Bu çok değerli eser, tümüyle dünya tarihi, tarih felsefesi, din ve sosyoloji odaklıdır. Bunların yanı sıra İbn Haldun, eserinde tarihe konu olan olayları en ince ayrıntısına kadar incelemesi ve birçok faktörü göz önünde bulundurarak toplumsal yapıları ve yaşamı ele alması sebebiyle dünyanın ilk tarih filozofu olarak kabul edilir. Aynı zamanda Endülüs’ün tarih yazımına da öncülük etmiştir. Öyle ki Endülüs tarihini anlatan birçok kitapta İbn Haldun’un aktarımları dikkate alınır ve ona atıfta bulunulur. Bu olağanüstü tarih anlayışıyla ortaya koyduğu “Umran İlmi”ni de Mukaddime’sinde açıklar. Umran, insanoğlunun bir topluluk içinde birlikte yaşamasını ve böylelikle kurdukları medeniyeti ele alır, aynı zamanda toplulukların gelişim ve değişimlerini incelemek için kurumsallaştırılır. İbn Haldun’a göre umranın evriminde iki temel safha bulunur. İlk aşama “bedevî safha” olarak adlandırılırken, sonraki aşama “hadarî safha” olarak bilinir. Bütün topluluklar, bu iki safhayı geçmek durumundadır. Haldun, birden fazla umranın bulunduğunu savunur. Bu umranları birbirinden ayıran faktör, zaman içindeki gelişimleridir. Dolayısıyla, bir umranla ilgili evrensel bir genelleme yapabilmek için öncelikle o toplumun var oluş yaşına bakmak gerekir. İbn Haldun’un bu perspektifi, toplumların tarihsel ve kültürel bağlamda çeşitlilik gösteren evrimini anlamak için zamanın önemine vurgu yapar. Ona göre umranın, yani toplumun muhafaza edilmesi fıkıh ile mümkündür. Fıkhın amacı ise canı, beslenmeyi, aileyi, özgürce düşünmeyi ve dini güvence altına almaktır.

İbn Haldun’un sıkça kullandığı diğer bir önemli kavram “asabiyet”tir. Asabiyet kelimesi, günümüzde sıkça kullanılan “asabiyet” teriminin ötesinde bir anlam taşır ve genellikle tartışmalara neden olur. İbn Haldun, umranın yani toplumların bedâvetten hadariyete  olan evrimini açıklarken bu kavramı sıkça kullanır. Asabiyet, bir toplumdaki dayanışmayı temsil etmenin ötesinde, toplumu bir arada tutan temel unsur olarak da değerlendirilebilir çünkü asabiyet, azim ve ilerleme arzusunu güçlendirir. Haldun’a göre, bir devlet ancak asabiyetle kurulabilir. Dolayısıyla asabiyetin, bir toplumun ruhunu temsil ettiği de söylenebilir. Mukaddime, 14. yüzyılda sosyolojinin temel kavramlarını içeren ve medeniyet kavramına “İslam Medeniyeti” nezdinde de açıklık getiren olağanüstü bir eserdir. Batı bilim ve tekniği tanımazken Müslüman filozoflar bilimin omurgasını oluşturan buluşlar ortaya koydular. İbn Haldun’un çizdiği yol haritası, günümüzde birçok alanda bize yol gösteren ve güncelliğini kaybetmeyen bir rehberdir. Öyle ki Haldun’un eserleri yüzyıllar sonra Batılı bilim insanları tarafından keşfedilmiş ve hayretler içerisinde incelenmiştir.

Telve’nin 12. sayısını okumak için tıklayınız.
Telve'nin tüm sayılarını okumak için tıklayınız.


İlgili Haberler

hafiza
Hafıza

Türkan Bebek; isimlerinden vazgeçmeyen Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesinin en küçük şahidi olarak henüz iki yaşını d

Çarşamba, 25 Aralık 2024

turkiye-burslari
Türkiye Bursları,Türkiye Mezunları,Uluslararası Öğrenciler

YTB Başkanı Abdullah Eren, Türkiye'de eğitim almış Suriyeli mezunların, ülkesinin yeniden yapılanmasında kritik roller üstlen

Pazar, 22 Aralık 2024

yurtdisi-vatandaslar
Yurtdışı Vatandaşlar

Fransa'nın Charles De Gaulle Havalimanı'nda bölücü terör örgütü PKK/YPG yandaşlarının Türk vatandaşlarına saldırmasına YTB Ba

Pazar, 22 Aralık 2024