İslam'ın Kültür Coğrafyası: Mekke

Perşembe, Mart 27, 2025

Memlükler’den sonra Mekke’nin yönetimi, Yavuz Sultan Selim devrinde gerçekleşen Mısır’ın fethiyle Osmanlılara intikal etmişti (1517). Sultan Selim’in Mekke halkına hitaben göndermiş olduğu mektup Mescid-i Haram’da açıktan okunmuş, ardından “Hâdimü’l-Haremeyn” unvanıyla Sultan Selim adına hutbe okutulmuş ve bu suretle şehirdeki Osmanlı hâkimiyeti resmen başlamıştı.

Kur’ân-ı Kerîm’de Mekke,1 Bekke, 2 Karye (köy),3 Meâd (dönülecek yer),4 el-Beled (belde/yer),5 el-Beledü’l-Emîn (emin/güvenli belde/yer)6 ve Ümmü’l-Kurâ (şehirlerin anası)7 gibi adlarla anılan Mekke şehrinin birçok ismi bulunmakta ve bu isimlerin menşei ile ilgili de farklı rivayetler göze çarpmaktadır. Kaynaklarda zikredilen otuzdan fazla ismin her birinin şehrin farklı özelliklerine atıf olduğu, dolayısıyla söz konusu yerleşim bölgesinin sıfatları olarak kabul edilebileceği görülmektedir. Bahse konu olan isimlerin en meşhuru şüphesiz Mekke’dir. Kökeni konusunda farklı görüşlerin bulunduğu Mekke kelimesi, sadece Müslüman ilim adamlarının değil, Batılı araştırmacıların da gündemlerinde önemli bir tartışma konusu olarak yer almıştır. Müslüman ilim adamlarının odak noktası daha çok “Mekke” ve “Bekke” kelimeleridir. Bu iki kelimenin birbiriyle aynı olduğunu söyleyenlerin yanında, farklı fonksiyonlara sahip olduğunu ve bu sebeple farklı anlamlara geldiğini savunanlar da bulunmaktadır.8 Batılı araştırmacılar ise Mekke kelimesinin, Batlamyus’un Geographike Hyphegesis (Coğrafya Kılavuzu) adlı dünyaca meşhur eserinde geçmekte olan ve bugünkü Mekke şehrine tekabül eden yerin adından yani “Macoraba” kelimesinden türediğini, Yemen’de hüküm sürmüş Sebe kavmi dilindeki kâhin ve din adamları için kullanılan “Makrab” sözcüğünden neşet ettiğini yahut Asurca veya Babilce kökenli olduğunu iddia etmektedirler.9

 Coğrafi olarak Yengeç dönencesinin güneyinde,10 21º 25’ kuzey enlemiyle 39º 49’ doğu boylamı arasında yer alan11 ve Arap yarımadasının en önemli merkezlerinden biri olan Mekke, dört tarafı dağlarla çevrili bir şehir olup Kızıldeniz’e paralel uzanan Serât dağ silsilesi içerisindeki “Batnımekke (Bekke)” adında bir vadiye konumlanmıştır. Söz konusu vadinin merkezinde Kâbe, çevresinde ise Ebûkubeys, Kuaykıân, Sevr, Nûr (Hira) ve Sebir dağları vadiye bakar yahut Kâbe’nin etrafında daire çizer bir biçimde yer almaktadır. Ortasındaki çukurluk alana “Bathâü Mekke” adı verilen bu vadinin uzunluğu kuzeyden güneye 3, eni de doğudan batıya 1,5 km civarındadır.12 Hac ibadetinin ifa edildiği yerlerden olan Mina (8,5 km), Müzdelife (11,5 km) ve Arafat (25 km) ise şehrin doğusunda kalmaktadır.13

Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde yer alan ve Suriye ile Yemen’i birbirine bağlayan yol üzerindeki önemli uğrak yerlerinden biri olan Mekke şehri, denizden yaklaşık olarak 277 m yükseklikte olup14 takriben kuzeyindeki Medine’ye 450 km, doğusundaki Tâif’e 100 km ve batısındaki Cidde’ye (Kızıldeniz) de 85 km mesafededir.15 Şehrin Kızıldeniz’le olan bağlantısı câhiliye döneminde Şuaybe Limanı, İslam’dan sonra da Cidde Limanı vasıtasıyla gerçekleşmiştir.16 Kur’ân-ı Kerîm’de “ziraata elverişsiz (ekin bitmeyen) bir vadi”17 olarak tanıtılan Mekke çevresi, yürümenin oldukça güç olduğu çöl karakterli bir arazi yapısına ve bu arazinin üzerinde görülen, dikenli bodur ağaç ve çalılıklardan müteşekkil cılız ve seyrek bir bitki örtüsüne sahiptir.18 Yine son derece kurak ve sıcak bir çöl iklimine sahip olan Mekke, Suudi Arabistan’ın diğer şehirlerinin aksine kış aylarında da hava sıcaklığının çok fazla düşmediği, az miktarda da olsa yağışın daha çok Kasım, Aralık ve Ocak aylarında görüldüğü,19 düzensiz yağışlar ve konumundan dolayı da tarih boyunca birçok sel baskınına maruz kalmış bir şehirdir.20

2020 yılı itibariyle toplam alanı 1.200 km²’nin üzerinde ve genel nüfusu 2 milyon civarında olan Mekke, Suudi Arabistan’ın 3. büyük kenti olup şehir merkezinde (760 km²) yaklaşık olarak 1,3 milyon kişi yaşamaktadır.21 1950’den sonra artan petrol gelirlerinin Suudi Arabistan’a olan göçü artırdığı ve yapılan araştırmalar neticesinde takriben 35 milyon olan ülke nüfusunun hemen hemen 1/3’ünün yabancılardan oluştuğuörülmektedir.22  Mekke şehrinde ise nüfusun % 75’i Araplardan, geriye kalanı ise farklı milletlere mensup Müslümanlardan oluşmaktadır.23 Ayrıca hac ve umre ibadetlerinin ifa edildiği merkez olması hasebiyle son yıllarda Güney Asya, Güneydoğu Asya, Orta Asya, Orta Doğu, Afrika ve Avrupa’dan yaklaşık olarak yıllık 4 milyon hacı adayı ve 8 milyon umreci Mekke’yi ziyaret etmekte ve bunlardan bir kısmı resmi ya da gayrı resmi yollarla hac ve umre endüstrisinde çalışmak üzere şehre yerleşmektedir. Örneğin şehirde sadece Birmanya (Myanmar/Burma) kökenli 250 bin kişinin yaşadığı (2016)24 veya bu topluluğun Arap olmayanların % 19’unu oluşturduğu (2009), Birmanyalılar dışında şehirde yaşayan en büyük yedi Müslüman topluluğun ise Yemenliler, Pakistanlılar, Mısırlılar, Bangladeşliler, Nijeryalılar, Sudanlılar ve Malililer olduğu aktarılmaktadır.25 

Bilindiği gibi Suudi Arabistan devletinin resmi din anlayışı hem dinî hem de siyasi bir akım olan Vehhâbîlik’tir. Vehhâbîliğin kurucusu Muhammed b. Abdülvehhab’ıninanç ve amel konularındaki görüşlerinden26 yola çıkarak da 3/4’ü Arap olan Mekke nüfusunun kahir ekseriyetinin Hanbelî olabileceği düşünülebilir. Ancak 2006 yılında el -Cezire televizyonu için kaleme alınan bir makalede Suudi Arabistan’da mezhepsel anlamda bir bütünlükten söz edilemeyeceği, mesela Hicaz bölgesinde daha çok Malikî ve Şafiî mezheplerinin hâkim olduğu söylenmektedir.27 Medine ile birlikte “Harem” (yasaklanmış, korunmuş, dokunulmaz) kabul edilen Mekke şehri ve sınırları dâhilinde gayrimüslimlerin yaşamasına müsaade edilmemektedir. Zira tarih boyunca bu konuda İslam hukukçularının fikir birliği içerisinde oldukları görülmektedir. Ancak kısa bir süre için girip çıkmalarının ya da transit geçmelerinin hükmü konusunda ise görüş ayrılığı bulunmaktadır.28 Dolayısıyla Mekke’de yalnızca Müslüman halkın yaşadığı bununla birlikte zaman zaman kaçak yollarla da olsa gayrimüslimlerin şehre girip çıktığı söylenebilir.

 Siyasi Tarih

 Genel kabule göre Mekke ve civarındaki ilk yaşam, Hz. İbrahim’in, eşi Hâcer’i ve oğlu İsmail’i bu bölgeye bırakması ile başlamış (M.Ö. 2000-1900) ve Zemzem Kuyusu’nun bulunmasını müteakip Yemen asıllı Cürhüm kabilesi mensuplarının buraya gelerek yerleşmesiyle devam etmiştir.29 Daha sonra Yemen bölgesinde ikamet eden Huzâalılar, Arim Seli’ni müteakip pek çok yerden geçerek Mekke civarına gelmişlerve burada bir müddet ikamet etmek için yöre halkından izin istemişler, Cürhümlülerin buna karşı çıkmaları üzerine de Kinâneoğulları ile birleşip onlara saldırmışlar ve mücadele sonucunda galip gelen taraf olmuşlardı (M.Ö. 200). Bundan sonra şehrin yönetimi Huzâalılar’a geçmiş, Cürhümlülerle mücadeleleri sırasında tarafsız kalan İsmailoğulları da onlardan izin alarak Mekke’nin civarında yaşamaya devam etmişlerdi. Huzâalılar adına şehrin ve Kâbe’nin yönetimini üstlenen Amr b. Lühay, kısa zamanda kabilesinin hâkimiyetini güçlendirerek büyük bir itibar kazanmıştı. Ancak aynı Amr, gittiği Suriye sınırları içerisindeki Belkâ bölgesinden Hübel adındaki putu Mekke’ye getirmiş ve bu suretle şehirde Hz. İsmail’den beri devam edegelen tevhid geleneği bozulup yerine putperestlik yaygınlaşmıştı.30

Huzâalılar, Mekke’nin ve Kâbe’nin yönetimini/muhafızlığını yaklaşık 5-6 yüzyıl ellerinde bulundurmuş ve bu durum her ne kadar onlara Araplar arasında dini, siyasi ve ekonomik anlamda bir üstünlük getirse de zaman zaman saldırılara maruz kalmalarına sebep olmuştur. Söz konusu saldırıların birçoğunu bertaraf etmeyi başaran Huzâa kabilesi, son olarak kendi kabile liderlerinin kızı ile evli olan Kureyş kabilesi mensubu Kusay b. Kilâb ile girişilen mücadeleyi kaybetmiştir. M.S. V. yüzyılın ilk yarısında Kinâne ve Kudâa kabilelerini de yanına alarak yapmış olduğu savaşı kazanan Kureyş, daha önce Kinâne kabilesiyle birlikte Mekke’nin civar bölgelerinde yaşarken Kusay sayesinde kabilenin farklı kollarını bir araya getirmiş ve hâkimiyeti eline geçirerek şehrin merkezinde yaşamaya başlamıştı.31

Kusay’la birlikte çeşitli kollarını Mekke’ye yerleştiren Kureyş, yarı göçebelikten kurtularak yerleşik hayata geçiş yapmış ve bunun da siyasi, sosyal ve ekonomik bazı sonuçları olmuştu. Örneğin şehrin bulunduğu coğrafya tarıma elverişli olmadığından halk geçimini şehre gelen yabancı tüccardan mal alarak yahut kendi arasında ve civardaki Arap kabileleriyle alışveriş yaparak temin etmeye çalışmaktaydı. Kusay’ın oğlu Abdümenâf ile torunları tarafından çevre devletlerin hükümdarları ile yapılan diplomatik ve ticari anlaşmalar neticesinde sınırlı kalan ticaret daha geniş alanlara yayılmış ve bu suretle Mekke uluslararası bir ticaret merkezi haline gelmişti. Ayrıca civar bölgelerde ve ticaret güzergâhı üzerinde ikamet eden kabilelerle yapılan anlaşmalar da Mekke’nin hem ekonomik ve siyasi açıdan hızlı bir şekilde gelişmesine hem de Arap yarımadasının bir finans merkezi haline gelmesine vesile olmuştu.32

İslam öncesi dönemde Mekke, hem coğrafi konumundan hem de dini ve ticari bir merkez olmasından dolayı zaman zaman çevredeki devletlerin ilgisini çekmiş ve hâkimiyet altına alınmak için farklı girişimlerle karşı karşıya kalmıştı. Zira Arap yarımadasını siyasi ve ekonomik açıdan kontrol altında tutabilmenin yolu bölgenin merkezi konumundaki Mekke’nin hâkimiyetini ele almaktan geçmekteydi. Nitekim Habeş kralının Yemen valiliğini yapan Ebrehe, Araplar’ın hac maksadıyla Kâbe’ye gittiklerini öğrenince bunu engellemek ve bölgede yeni bir cazibe merkezi oluşturabilmek için San‘a’da Kulleys adını taşıyan çok görkemli bir kilise yaptırmış ve halkı hac yapmak üzere buraya davet etmişti. Ancak beklediği sonucu alamayan vali, şehri işgal ederek Kâbe’yi yıkmaya ve bu suretle Mekkelilerin hem dini hem de ticari faaliyetlerine son vermeye karar vermişti. Ancak çıktığı seferden başarısızlıkla ve ağır zayiat vererek geri dönmek zorunda kalan (Fil Vakası) Ebrehe’nin bu girişiminden sonra Araplar Kâbe’ye ve hac ibadetine daha fazla değer vermeye başlamış, Mekke’nin ve sakinleri Kureyş’in Arap yarımadasındaki saygınlığı daha da artmıştı.33

Hz. Muhammed’in dünyaya geldiği senelerde Abdümenâf’ın soyundan gelen Hâşim, Abdüşems, Muttalib ve Nevfel oğullarının Mekke yönetimindeki ağırlıkları iyiden iyiye hissedilmeye başlamıştı. Peygamberlik öncesi süreçte Mekke’deki en önemli hadiselerden bazıları Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib’in Cürhümlüler tarafından şehri terk etmeden önce kapatılan zemzem kuyusunu bulması34 ve Hz. Muhammed 35 yaşlarında iken Kâbe’nin onarım geçirmesi35 zikredilebilir. Hz. Muhammed kırk yaşına geldiğinde kendisine peygamberlik görevi verilmiş ve o da Mekke’de tevhid inancına ters olan tüm geleneklere karşı çıkarak İslam dinini anlatmaya başlamıştı. Ancak Mekkelilerden gördüğü tepkiler üzerine önce ilk Müslümanlardan bir kısmını Habeşistan’a göndermiş, ancak bu önlem yeterli olmayınca Medine’ye hicret kararı almıştı.36

 Mekkeli müşriklerle Müslümanlar arasında peygamberlik sonrası başlayan mücadele, 630 yılına kadar devam etmiştir. 630 yılına gelindiğinde yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvetle son derece planlı ve gizli yürütülen Mekke seferi sonucunda Müslümanlar ufak bir grupla yapılan çarpışma dışında herhangi bir direnişle karşılaşmadan şehre girmiş ve Mekke’nin kontrolü Müslümanlara geçmiştir. 631 yılında nazil olan ilgili âyetle (et-Tevbe 9/28) bundan sonra müşriklerin Mescid-i Harâm’a yaklaşamayacakları bildirilmiş ve bir yıl sonrasındaki (632) hac vazifesine yalnızca Hz. Peygamber’in öncülüğündeki yaklaşık 120.000 Müslüman katılmıştır (Veda Haccı).37

Mekke, Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn dönemlerinde başkent Medine’den gönderilen valiler eliyle yönetilmişti.38 Hz. Ali’nin hilâfetine kadar genel olarak sakin bir dönem geçiren şehir, Hz. Osman’ın şehadetini müteakip halife seçilen Hz. Ali’ye yönelik ilk muhalefet hareketinin [Cemel Vak‘ası (656)] hazırlık üssü olmuştu.39 Hz. Ali’yi halife olarak kabul etmeyen ve Hakem Olayı’nı takiben muhalefetini iyice izhar eden Muâviye b. Ebî Süfyân’ın tüm gayretlerine rağmen Mekke halkı halifeliği boyunca Hz. Ali’ye bağlılıklarını bozmamıştı.40 Emevîler dönemine gelindiğinde ise Mekke, genellikle Ümeyyeoğulları’na mensup valiler tarafından ve Tâif ile birlikte Medine’ye tâbi olarak yönetilmişti.41 Ancak Süleyman b. Abdülmelik ve Ömer b. Abdülazîz’in hilâfet dönemleri ile Abdülmelik b. Mervân, Velîd b. Abdülmelik ve Yezîd b. Abdülmelik’in görev yaptığı yılların bir kısmında (694-721) şehre bağımsız valiler atandığı da olmuştu.42

Mekke, Emevîler döneminde pek çok sıkıntı ve iç karışıklığa da ev sahipliği yapmış bir şehirdi. Nitekim Muâviye’nin ölümünden sonra oğlu Yezîd’e biat etmeyen Abdullah b. Zübeyr ve Hz. Hüseyin, Medine’yi terk ederek Mekke’ye yerleşmişler ve akabinde önce Hz. Hüseyin Kerbelâ’da şehid edilmiş (680), ondan sonra Emevîler’e karşı muhalefetin sembolü olan Abdullah b. Zübeyr de uzun kuşatma ve silahlı mücadeleler sonucunda Mekke’de öldürülmüştü (692). Hatta bu kuşatmalar sırasında gıda bulmakta zorlanan Mekkeliler büyük sıkıntı çekmiş ve Kâbe mancınıklarla taşlanıp yağlı paçavralarla yakılmıştı.43 Yine Emevîlerin son dönemlerinde zuhur eden diğer bir iç karışıklık ise Abdullah b. Yahyâ el-A‘ver el-Kindî’nin (Tâlibü’l-hak) Hadramut’ta başlatmış olduğu isyanın Mekke ve Medine şehirlerine sıçramasıydı (747-48).44

Abbâsîler döneminde Mekke, bilhassa Hz. Ali evladı ve taraftarlarının önayak olduğu muhalif hareketlerin45 merkezlerinden biri ve yeni kurulan devletlerin hâkimiyet mücadelesi alanı haline gelmişti.46 İslam dünyası, Türklerin ilk nüfuz dönemi olarak da bilinen ikinci Abbâsî devrinden itibaren (847-945) artık tek bir devlet tarafından idare edilmiyor, yeni kurulan devletler Mekke’ye hâkim olmak ve bu suretle İslam dünyasının yeni lideri haline gelmek istiyorlardı. Ancak gün geçtikçe Mekke’de güçlenen Hasenîler ise tüm bu yaşananlar sırasında şehrin idaresini ele almak için fırsat kolluyorlardı. Hz. Hasan’ın dokuzuncu kuşak torunu Ca‘fer b. Muhammed’in şehrin hâkimiyetini ele geçirip hutbeyi Fâtımî halifesi Muiz-Lidînillâh adına okutmasıyla (974) Mekke Abbâsîler’in kontrolünden çıkmıştı. Bundan sonra Hz. Hasan’ın soyundan gelenMekke emîrlerine şerif denilmeye başlanmış ve hutbelerde halifenin yanında şehrin yerel idarecileri olan şeriflerin adının anılması adet haline gelmişti.47

Çevredeki devletlerin Mekke ve Hicaz hâkimiyeti için yaptıkları rekabetten azami derecede istifade etmeye çalışan Hasenîler, zaman zaman isyan edip kendi bağımsızlıklarını ilan etmeye çalışmaktan da geri durmuyorlardı.48 Ancak Hasenîler’in asıl politikası, iktidarlarının devamına imkân tanıyan devletler ile beraber hareket ederek şehirdeki hükümranlıklarını pekiştirmekti. Özellikle hicri 4. asrın (miladi 10.) ortalarından itibaren hem ekonomik hem de siyasi açıdan Mısır’a bağlanan Mekke, Mısır’da hüküm süren devletler ile İslam dünyasındaki diğer devletlerarasında bir mücadele alanı haline gelmişti. Örneğin Fâtımîler, Abbâsîler ile direkt bir çatışmaya girmektense, İslam âleminde fiilî hâkimiyetin Haremeyn’de (Mekke ve Medine) adına hutbe okunana ait olacağı düşüncesinden hareketle Hicaz’a hâkim olmanın yollarını aramışlar ve bu doğrultuda Mekke’deki hutbeler 974-1070 yılları arasında onlar adına okunmuştu. Yaklaşık 100 yıl süren Fâtımîler’in Mekke hâkimiyeti sırasında başta ezan olmak üzere birçok Şiîlik alameti şehirde yaygınlaşmıştı.49

Abbâsîler’in günden güne zayıflaması ile yönetimleri altındaki topraklarda ikisi de Şiî olan Fâtımîler ve Büveyhîler hâkimiyet kurmaya başlamışlardı. Fâtımîler’in Mısır, Suriye ve Hicaz bölgesindeki icraatları, Büveyhîler’in Bağdat başta olmak üzere Irak ve İran’daki faaliyetleri ve iki hanedanın da resmen Abbâsî hilâfetini ortadan kaldırmaya yönelik siyasetleri, İran’da yeni bir güç olarak ortaya çıkan ve Sünnî akideyi benimseyen Selçuklular’ı harekete geçirmişti. Bu bağlamda ilk olarak 1055 yılında Bağdat’a girip halifeyi Büveyhîler’in elinden kurtaran ve hutbeyi halife ile birlikte kendi adına okutan Tuğrul Bey’in faaliyetleri ilerleyen dönemlerde meyvelerini verecek önce Irak ve Suriye, daha sonra da Hicaz bölgesi Fâtımî ve Büveyhî tehdidinden kurtulacaktı.50

 XII. yüzyılda el-Cezîre, Doğu Anadolu ve Suriye’deki başarılı faaliyetleri sonucunda Nûreddin Mahmud Zengî, kısa sürede bölgenin en güçlü hükümdarı haline gelmiş ve kısa süre sonra Mısır’ı da ele geçirerek yaklaşık 200 yıl süren Fâtımî hâkimiyetine son vermiş ve 1171 yılında hutbeleri Abbâsî halifesi ve kendi adına okutmuştu. Hâkimiyet alanı genişleyen Nureddin’in saltanatını Abbâsî halifesi Müstazî-Biemrillâhtanımış ve Haremeyn ile Yemen’de de adına hutbe okunmaya başlanmıştı.51 Aslında düzenlediği akınlarla Mısır’da olduğu gibi Yemen ve Hicaz bölgesini Nureddin Zengî’ye bağlayan kişi, kardeşi Turan Şah’ın gayretleriyle Selâhaddîn-i Eyyûbî idi (1173). Nitekim o, Nureddin’in ölümünü (1174) müteakip daha bağımsız hareket etmeye ve Mekke ile daha yakından ilgilenmeye başlamış ve yaptığı bir dizi icraatla52 Mekke Eyyûbîler’in kontrolüne geçmişti.53

Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin vefatından sonra (1193) Mekke’deki Eyyûbî hâkimiyeti, bazen Mekke şeriflerinin ya da emîrlerinin bağımsız hareket etme arzularına bazen de Yemen yöneticilerinin şehri işgal etmelerine rağmen 1255 senesine kadar devam etmişti. 54 Nitekim Hz. Hasan’ın soyundan olup önce Yenbu‘daki kabileleri otoritesi altına alan ve daha sonra kendisini destekleyen kabilelerle Mekke üzerine yürüyen Katâde b. İdrîs, şehri ele geçirdikten (1200-1201) kısa süre sonra hâkimiyet alanını genişleterek Medine’den Yemen sınırlarına, Yenbu‘ sahillerinden Necid’in batısına kadar olan bölgeyi kontrolü altına almıştı. Bu bölgelerde hutbeler onun adından evvel Abbâsî halifesi ve dönemin en güçlü siyasi aktörü olan devletin adına okunuyor, ancak fiilî otorite Katâde’nin elinde bulunuyordu. Yine Katâde’nin hâkimiyet alanına giren ve başkent konumunda olan Mekke şehri de Suûdîler’in eline geçinceye kadar o ve torunları tarafından yönetilmişti.55

Memlükler’in tarih sahnesine çıkmasıyla (1250) İslam ve Mekke tarihinde yeni bir sayfa açılmıştı. Bundan sonra başta Mısır olmak üzere Suriye ve Hicaz bölgelerinde en etkin güç Memlükler olacaktı. O sıralarda İslam dünyasını tamamen istila etmeye çalışan Moğollar, Aynicâlût Savaşı (1260) sonucunda Memlükler tarafından durdurulmuştu. Savaştan kısa bir süre sonra tahta geçen ve devletin gerçek kurucusu olarak kabul edilen Baybars, Moğollar’ın Bağdat saldırısı sırasında canını kurtaran Abbâsî halifesi Zâhir’in oğlu Ahmed’i Kâhire’ye getirterek büyük bir merasimle halifeliğini ilan etmiş ve kendisi de ona biat eden ilk isim olmuştu (1261).56 Bu hamlesiyle Baybars hem Abbâsî hilâfetini Mısır’da yeniden tesis etmiş hem de hilâfetin koruyucusu vasfıyla bütün İslam dünyasında büyük bir itibar kazanmıştı. Nitekim dönemin Mekke şerifi Ebû Nümeyy, önce onun adına hutbe okutmuş ve akabinde de bir mektup yazarak kendisini Mekke’ye davet etmişti.57

Baybars dönemiyle birlikte Mekke emîrliğini kendilerine bağlayan Memlükler, yönetimlerinin meşruiyetini sağlamak ve kutsal toprakların idaresini kontrol altına almak amacıyla hac organizasyonuna ve Hicaz’a gönderilen yardımlara önem vermişler ve bu maksatla hac emîrleri tayin etmişlerdi.58 Mekke şerifleri ile iyi ilişkiler kurmaya gayret gösteren Memlükler, yöneticilere ve halka ait ihtiyaçların karşılanması hususunda son derece hassas davranmışlar, ancak yanlış bir uygulama gördüklerinde de yönetime müdahale etmekten geri durmamışlardı.59 Maddi problemlerin ortaya çıktığı Sultan Barsbay döneminde ise Mekke şeriflerinin mevcut siyasi durumu dikkate alarak nüfuzlarını artırmaya çalıştıkları görülmektedir. Ancak Memlükler tarafından başvurulan bir takım askeri, siyasi ve ekonomik yaptırımlarla şeriflerin sürekli kontrol altında tutulduğu, idari bağımsızlık sınırlarının dışına taşmalarına izin verilmediği ve Mısır’ın ağırlığının daima kendilerine hissettirildiği anlaşılmaktadır.60

 Sultan Çakmak göreve geldikten sonra Mekke’ye Haremeyn nazırı atamış (1439) ve ikili bir yönetim şekline geçilmişti.61 Yapılan bu atama ile Memlük sultanı Mekke’nin hâkimiyetine verdiği önemi ortaya koymuş, şehrin yerel yöneticileri olan şerifler ise bu durumu kabullenmek zorunda kalmışlardı. Ayrıca söz konusu atama daha sonraki dönemlerde yapılacak olan vali atamalarının da adeta habercisi niteliğindeydi.62 Kansu Gavri’nin tahta çıkmasından sonra da Memlüklerin Mekke siyasetinde bir değişiklik olmamış Memlük sultanları ile Mekke şerifleri arasındaki siyasi manevralar bölgenin Osmanlı idaresine geçişine değin devam etmişti.63

Memlükler’den sonra Mekke’nin yönetimi, Yavuz Sultan Selim devrinde gerçekleşen Mısır’ın fethiyle Osmanlılara intikal etmişti (1517). Sultan Selim’in Mekke halkına hitaben göndermiş olduğu mektup Mescid-i Haram’da açıktan okunmuş, ardından “Hâdimü’l-Haremeyn” unvanıyla Sultan Selim adına hutbe okutulmuş ve bu suretle şehirdeki Osmanlı hâkimiyeti resmen başlamıştı.64 Osmanlı döneminde Mekke, ufak tefek hadiseler dışında65 Vehhâbîler’in ortaya çıkışına değin genellikle sükûnet içerisinde bir dönem geçirmişti. Mekke şerifleri başlangıçta Vehhâbîler’i bir tehdit olarak görmemişler, ancak zaman içerisinde bu hareketin Hicaz’daki otoritelerine son verebilecek şekilde aleyhlerine geliştiğini fark etmişlerdi. Nitekim Vehhâbî sorunun aşılmasıiçin yaklaşık 50 yıl (1770-1818) süren bir mücadelenin sonunda Osmanlı yönetimi ve Mekke şerifleri şehrin kontrolünü tekrar ele alabilmişlerdi.66

 XIX. yüzyılla birlikte Osmanlı’nın günden güne güç kaybetmesi, şeriflerin özgür hareket etme arzuları, dünyadaki milliyetçilik hareketlerine paralel olarak Arap milliyetçiliğinin de hız kazanması ve Avrupa’daki devletlerin Ortadoğu’ya olan ilgilerinin artması bölgenin yönetim ve denetimini giderek zorlaştırmış, Osmanlı yönetimi de Tanzimat’la birlikte merkezi idarenin etkinliğini artıracak önlemleri çabucak hayata geçirmişti. Ancak alınan önlemler, başlangıçta merkezi yönetimle bütünleşmeyi hızlandırsa da sonraki süreçte bazı imtiyazlarını kaybeden Mekke eşrafını rahatsız etmiş ve şeriflerin siyasi etkinliklerini yeri geldikçe Osmanlı’nın aleyhine kullanmaları şehirdeki Osmanlı nüfuzunun giderek azalmasına neden olmuştu. O sıralarda Mekke Emiri olan Şerif Hüseyin bir taraftan İngilizler’in desteğini alarak büyük bir Arap devleti tesis etmek üzere gizli faaliyetlerde bulunuyor, diğer taraftan da Osmanlı’nın Mekke’yi kontrol altında tutmaya yönelik politikalarından duyduğu rahatsızlığı dile getirmekten çekinmeyerek çıkacak bir isyan için fırsat kolluyordu. Tam da bu dönemde I. Dünya Savaşı cereyan etmekte ve Osmanlı’yı paylaşmak üzere aralarında anlaşan itilaf devletleri, Mekke’yi de Osmanlı’dan alarak bağımsız bir Arap yönetimine devretme konusunda fikir birliğine varmışlardı. Bunun üzerine Şerif Hüseyin, Haziran 1916’da ayaklanarak Mekke’de kontrolü sağladı ve burayı başkent ilan ederek Kasım 1916’da Hicaz Haşimi Krallığı’nı kurdu. 16 Ekim 1924’e kadar Hicaz Haşimi Krallığı’nın yönetiminde kalan Mekke, bu tarihte Abdülaziz b. Suûd tarafından ele geçirilmiş ve 1932 yılında İngiltere’nin kendilerini resmen tanımasıyla Suudi Arabistan adını alan devletin en önemli şehirlerinden biri haline gelmişti.67

Demografik ve Dinî Yapı

 Kureyş döneminde hem konumu gereği hem de çevre devletler ve kabilelerle yapılan anlaşmalar neticesinde uluslararası bir ticaret merkezi haline gelen Mekke şehri, başta Kureyş Arapları olmak üzere diğer Arap kabilelerine ve farklı ırklardan insanlara da ev sahipliği yapmıştır. Ana geçim kaynağı ticaret olan Kureyşliler, işlerinde çalıştıracak insanlara ihtiyaç duymuşlar ve bu ihtiyaçlarını da daha çok yabancı kölelerden karşılamışlardır. Bundan dolayı şehirdeki nüfusun önemli bir kısmı Kureyş haricindeki diğer Arap kabilelerine ve Arap olmayan unsurlara mensup insanlardan oluşmuştur. Fakat para ve yönetim Kureyş’in elinde olduğundan diğer gruplar şehrin ne ticari ne de siyasi hayatında fazla dikkat çekmemişler ve etkin olamamışlardır.68 İslam’ın ortaya çıktığı dönemde Mekke’nin nüfusunun yabancı kökenli köle ve mevlâ-lar (azat edilmiş köle) dâhil 10.000 civarında olduğu söylenmektedir.69 Verilen tahsisatlardan ise şehrin XVI. yüzyıl sonlarındaki nüfusunun 15.000 dolaylarında olduğu tahmin edilmektedir. Hac ibadetinin yapıldığı dönemlerde nüfusu iki üç katına çıkan Mekke’nin, 1816 yılında 100.000’den fazla kişiye ev sahipliği yapabilecek durumda olmasına rağmen, harap bir görünümde olduğu ve şehirdeki evlerin çoğunda kimsenin yaşamadığı nakledilmektedir. XIX. yüzyılın başlarında takriben 40.000 olan Mekke’nin nüfusu, Vehhâbî işgalini müteakip göçlerin artması, İstanbul ve Mısır’dan görevlilerin gelmesi ile 1890 senesinde 100.000’e ulaşmıştır. Hatta I. Dünya Savaşı sırasında 125.000’e yakın olduğu tahmin edilen nüfus, Şerif Hüseyin’in ayaklanması ve bölgedeki Osmanlı hâkimiyetinin sona ermesi ile 1923 yılında 60.000’a kadar düşmüştür. 1865 senesinden itibaren ortaya çıkan kolera salgınları, alınan tüm önlemlere rağmen şehrin ciddi miktarda nüfus kaybetmesine neden olmuştur.70 Mekke zamanla hem fiziksel anlamda hem de barındırdığı insan sayısı açısından büyümüş ve şehrin nüfusu 1950’de 148.000 iken 1980’de 500.000’e, 1995’te 1, 2010’da 1,5 ve günümüzde 2 milyona kadar yükselmiştir.71

 Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’in Mekke’de Kâbe’yi inşa etmesini72 müteakip Arap yarımadasında tevhid (Allah’ın birliği) inancı kabul edilmeye başlanmış ve bunun sonucunda Mekke söz konusu inancın merkezi haline gelmişti.73 Hz. İbrahim’den sonra ise Hz. İsmail bu inancın devamını temin etmiş,74 ancak zamanla tevhid inancı bırakılıp Allah’a şirk koşulmaya başlanmış ve putperestlik İslam’ın doğuşu sırasında en yaygın dini inanç haline gelmişti. Meşhur rivayetlerden birine göre bu inanç Mekke’ye, Huzâalılar zamanında girmişti. Mekke’nin ve Kâbe’nin yönetimini üstlenen Amr b. Lühay, ağır bir hastalığa yakalandığında kendisine Suriye’nin Belkâ bölgesindeki sıcak bir su tavsiye edilmiş, o da söz konusu bölgeye gittiğinde yöre halkının putlara taptığını görmüş ve onlara bunun sebebini sormuş, onlar da putların düşmanlarına karşı kendilerine yardım ettiğini ve yağmur yağdırdığını söylemişlerdi. Bunun üzerine Amr bu putlardan kendisine de verilmesini istemiş, onlar da Hübel adındaki putu kendisine vermişlerdi. Yanında getirdiği putu Kâbe’nin çevresine yerleştiren Amr, halkından bundan sonra bu puta ibadet etmelerini istemiş ve zamanla Araplar arasında putperestlik yaygınlaşarak Kâbe ve civarına 360’a yakın put koyulmuştu.75 610 yılında Hz. Muhammed’in peygamber olarak görevlendirilmesi ve kısa bir süre sonra peygamberi olduğu dine insanları davet etmesiyle birlikte tevhid inancına dayalı İslam dini ile tanışan Mekkeliler, söz konusu davete karşı olumsuz bir tavır takınmışlar ve bu olumsuz tavır zamanla alaya alma, inananlara baskı uygulama ve İslamiyet’in Mekke’de yayılmasının engellenememesi üzerine de eziyet ve işkenceye dönüşmüştü. Sonunda Medine’ye hicret etmek zorunda kalan Hz. Muhammed ve ilk Müslümanların 630 yılında şehre dönüşlerinden şehre İslam dini hâkim olmuştu.

Ekonomik Durum

 Arap Yarımadası, büyük bölümü çöllerle kaplı olan geniş bir coğrafyadır. Bundan dolayı dar çerçeveli arazi parçaları haricinde ziraat ve sanayinin bu coğrafyada çok fazla geliştiği söylenemez. Söz konusu coğrafyanın Hicaz bölgesi sınırları içerisinde yer alan Mekke de hem fiziki yapısı hem de coğrafi konumu ve iklimsel şartları gereği ziraat ve sanayiden ziyade ticaretin geliştiği bir şehirdir. Zira Mekke, dini bir merkez olması hasebiyle çokça ziyaret edilen bir yer olmanın yanında Yemen’den başlayıp Cidde, Suriye (Akdeniz), İran (Basra Körfezi) ve Doğu Arabistan topraklarına ulaşan ticaret yollarının kavşak noktasında yer almaktadır. Hz. Muhammed’in dedelerinden Abdümenâf ve oğulları Abdüşems, Hâşim, Muttalib ve Nevfel şehrin bu konumunu iyi değerlendirerek ekonomisini daha iyi bir noktaya taşımak amacıyla çevre devletler ve kabilelerle anlaşmalar yapmışlar ve kısa süre sonra Mekke uluslararası bir ticaret merkezi haline gelmişti.76 Arap yarımadasında daha çok Mekkelilerin canlı tuttuğu ticaret yolu Yemen’in başkenti San‘a’dan başlar, daha sonra kuzeye yönelerek Tâif üzerinden Mekke’ye, oradan Yesrib’e, oradan da Hicr, Tebük, Maan, Mûte, Umân ve Busrâ yoluyla Dımaşk’a (Şam) ulaşırdı. Mekke’den çıkan bir başka ticaret yolu da Bedir’den geçerek Akabe Körfezi’ndeki Eyle’ye (Ürdün), oradan da ya Maan-Mûte yoluyla Dımaşk’a ya da Sînâ Çölü üzerinden Mısır’a ulaşırdı. Mekke’den başlayan doğu istikametindeki bir başka yol ise Hîre’ye (Irak), kuzeye çıkan ikinci bir yol Rumma Vadisi ve Basra Körfezi üzerinden İran’a, üçüncü bir yol da Tâif’in güneyinde yer alan Tebâle’den doğuya yönelip Devâsir Vadisi üzerinden Bahreyn’e giderdi. Kureyş’e ait kervanlar bu ticaret güzergâhları aracılığıyla Yemen’den abanoz, akik, altın, baharat, çeşitli madenler, fildişi, ipekli dokuma, işlenmiş deri ve kereste, kaplan postu, mücevher, parfüm, silah, un ve zamk alırlardı. Basra, Dımaşk ve Mısır’dan dönerken de bakliyat, buğday, ipek kumaş ve eşya ile zeytin ve zeytinyağı getirirlerdi. Hicaz bölgesinin denize açılan en mühim kapısı olan Cidde Limanı ise özellikle Mekke-Habeşistan ticaretinde önemli bir role sahipti. Habeşistan ve Bahreyn’den dönüş yapan tacirler Arabistan’a altın, dokuma, fildişi, gümüş, inci ve mercan getirirlerdi. Arap yarımadasındaki ticareti daha çok Mekkelilerin organize ederek düzenli bir sisteme kavuşturduğu periyodik panayırlar canlı tutardı. Bu panayırlar içerisinde en önemli ve meşhur olan ise Mekke’nin güneydoğusunda Tâif ile Nahle arasında kurulan ve bizzat Kureyş’in kontrolünde olan uluslararası nitelikteki Ukâz Panayırı idi.77

Günümüzde Mekke’nin ekonomik hayatı geçmişte olduğu gibi haccın ve ticaretin yanında sanayi ile doğrudan ilintilidir. Hacdan elde edilen gelirler geçmişte hacılardan alınan vergiler iken bugün daha çok yıl boyu yapılan kutsal ziyaretler (hac ve umre) vesilesiyle gelişen hizmet sektörüdür. Bu anlamda şehirde transfer (ulaşım), konaklama (otelcilik), finans ve sağlık sektörü oldukça gelişmiştir. Örneğin Suudi Arabistan Havayolları (SAUDİA) elde ettiği gelirin % 12’den fazlasını hac ve umre seyahatlerinden sağlamaktadır. Benzer şekilde şehirde hacıların/umrecilerin transfer ve konaklama hizmetlerini yürüten çok sayıda şirket bulunmaktadır. Yine XX. yüzyılın başlarında ortaya çıkan hediyelik eşya sektörü de bugün oldukça gelişmiş ve buna bağlı olarak kimya (boya ve kozmetik) ve tekstil endüstrisi alanlarında önemli atılımlar gerçekleştirilmiştir. Ayrıca şehirdeki işletme türleri arasında mobilya, mutfak eşyaları ve oluklu demir imalathaneleri, marangozhaneler, bakırcılar, döşemeciler, kitapçılar, tatlıcılar, fırınlar, berberler, un değirmenleri, yağ ve buz fabrikaları, meşrubat şişeleme tesisleri ve kümes hayvanı çiftlikleri zikredilebilir. Başta hizmet sektörü olmak üzere şehirdeki pek çok işletmede çalışan insan gücünün büyük çoğunluğu Suudi Arabistan dışından gelenlerden oluşmaktadır. Mekkeliler eskiden olduğu gibi meyveyi Tâif’ten, sebzeyi de Vâdîfâtıma ve Hüseyniye’den getirtse de şehrin gıda ihtiyacının büyük bir kısmı yurt dışından karşılanmaktadır.78

İlmî ve Kültürel Hayat

 Hz. Muhammed, peygamberlik görevini üstlenir üstlenmez kendini içinde bulunduğu toplumu İslam’a çağırmaya ve eğitmeye adamış, bu doğrultuda yaptığı ilk faaliyetlerden biri inen âyetlerin hem yazılmasını hem de çoğaltılarak öğrenilmesini teşvik etmek olmuştur. Ancak Mekke döneminde Hz. Peygamber’in eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütebileceği müesses bir yapı olmadığından ve henüz bireysel davet döneminde bulunulduğundan bu faaliyetlerin yürütülebilmesi için Dârülerkam kullanılmıştır. İslam’ın ilk yıllarında Kur’ân âyetlerinin okunup yazıldığı, uygulamalı olarak dinî bilgilerin öğretiminin yapıldığı ve İslam hakkında bilgi almak isteyenlerin müracaat ettiği Dârülerkam, Mekke’nin ilk eğitim merkezi ve şehirdeki ilmi hayatın temellerinin atıldığı yerdir.79 Hz. Peygamber’in bizzat öncülük ettiği Mekke’deki ilmi faaliyetler, onun vefatını müteakip dönemlerde de devam etmiş; tefsir/kıraat, hadis, fıkıh ve tarih gibi ilim dallarının gelişmesinde Mekkeli âlimlerin büyük katkısı olmuştur. Bu anlamda İbn Abbas’ın yeri ayrıdır. Zira o; başta tefsir ve hadis olmak üzere birçok alanda en önde gelen isim olmuş ve söz konusu ilimlerin Mekke’de ekolleşmesini sağlamıştır.80 İlk dönem tefsir okulları arasında en güçlüsü olan Mekke ekolünün en önemli temsilcileri arasında İbn Abbas’ın arkadaşları ve öğrencileri olan Saîd b. Cübeyr, Mücâhid b. Cebr, İkrime el-Berberî, Tâvûs b. Keysân ve Atâ b. Ebî Rebâh gibi isimler yer almakta-dır.81 Bu isimler İbn Abbas’ın geleneğini takip ederek diğer ilim dallarında da çalışmalar yapmışlar ve Mekke’nin ilmi hayatında öncülük görevi üstlenmişlerdir. Daha çok hicri ilk 3 asırda yoğunlaşan kıraat çalışmalarının önemli merkezleri arasında Mekke de yer almaktadır. Yedi kıraat imamından biri olan İbn Kesîr (Ebû Ma‘bed) Mekke kıraat imamı olarak tanınmış ve onun kıraati Mücâhid b. Cebr-Abdullah b. Abbas-Übey b. Kâ‘b yoluyla Hz. Muhammed’e ulaşmış, öğrencilerinden olan Bezzî ve Kunbül sayesinde yaygın hale gelmiştir.82

Mekke’de gelişen diğer bir ilim dalı ise hadistir. Ashabdan İbn Abbas başta olmak üzere Attâb b. Esîd, İkrime b. Ebî Cehil ve Osman b. Talha, tabiinden Mücâhid b. Cebr, Atâ b. Ebî Rebâh ve Amr b. Dînâr gibi isimler hadis öğrenimi konusunda büyük çaba sarf etmişlerdir. Hadislerin bablara göre sıralanması konusundaki ilk çalışmalardan biri de Mekkeli olan İbn Cüreyc’e aittir. Yine ilk müsned sahipleri arasında zikredilen Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî de Mekkelidir.83 Mekke’de önemli ilim adamlarının yetiştiği ve alanla ilgili mühim çalışmaların yapıldığı ilim dallarından biri de fıkıhtır. Özellikle Mücâhid b. Cebr, İkrime el-Berberî, Atâ b. Ebî Rebâh ve Süfyân b. Uyeyne şehirdeki fıkıh ilmini temsil eden önemli âlimler arasındadır.84 Bunun dışında aslen Mekkeli olup yirmili yaşlarına kadar şehirde ikamet eden, meşhur müctehid ve mezhep imamı Şâfiî’yi de burada anmak gerekir.85 Mekke’de gelişen ilmi gelenekler arasında tarih yazıcılığı da oldukça önemlidir. Bu alanda Dahhâk b. Osman ve Zübeyr b. Bekkâr yaptıkları çalışmalarla zikre değer isimler arasında yer almaktadır. Ayrıca tarih yazıcılığı içerisinde mühim bir yere sahip olan bölge ve şehir tarihçiliği alanında da Mekke’de önemli çalışmalar yapılmış ve yazdıkları eserlerle Ezrakî, Fâkihî, Cenedî, Fâsî (Takıyyüddin) ve İbn Fehd (Takıyyüddin) gibi isimler şehrin tarihine ışık tutmuşlardır.86

 Mekke, Hz. Muhammed’in önderliğinde başlayan ve ondan sonra devam ettirilen ilmi çalışmalarla İslam dünyasının en gözde eğitim ve kültür merkezlerinden biri olmuştur. Hac mevsimlerinde İslam coğrafyasının dört bir tarafından gelen âlimler birbirleriyle görüşüp fikir alışverişinde bulunmuşlar ve bu sayede şehrin ilmi hayatı daha da canlanmıştır. Hicret sonrası bölge siyasetindeki baş aktörlüğünü kaybeden Mekke, İslam tarihinin ilk yıllarına dair anıları barındırması sebebiyle kültürel anlamda üstünlüğü elden bırakmamıştır. İslam’ın erken dönemlerinden itibaren şehirde oluşan kültürel canlılık büyük ilim adamlarının yetişmesine vesile olmuş ve bu sayede İslam dünyasının farklı bölgelerinde yaşayan âlimler için Mekke bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Orta Çağ’da birçok ilim adamı ve edip hac görevlerini ifa etmek için Mekke’ye gelmişler ve aralarından bazılarının burada okuttukları dersler, büyük bir şöhrete kavuşmalarına vesile olmuştur. Mekke’de ilmi faaliyetlerin kesintiye uğramamasında Mescid-i Harâm’da oluşturulan ilim meclislerinin, şehre yerleşen âlimlerin, küttâbların, 87 ribâtların,88 gün geçtikçe sayıları artan medrese ve kütüphanelerin ve bunların etrafında neşvünema bulan tasavvufi düşüncenin büyük bir etkisi vardır. Abbâsîler döneminin ikinci yarısından sonra yapılmaya başlanan medreselerin sayısı Zengîler, Eyyûbîler, Memlükler ve Osmanlılar devrinde hızla çoğalmıştır.89

 Anıtsal Eserler

 İslam dininin ve bu dinin peygamberi Hz. Muhammed’in doğup büyüdüğü yer olan Mekke, başta Müslümanların kıblesi Kâbe olmak üzere hac ve umre ibadetlerinin ifa edildiği önemli mekânları bünyesinde barındıran kutsal bir şehirdir. Şehrin merkezinde ve Mescid-i Harâm’ın ortasında yer alan, Allah’a kulluk maksadıyla Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından inşa edilen Kâbe,90 dıştan 10,70’e 12 m. ölçüsünde olup duvarları 15 m. yüksekliğinde ve 1,25 m. kalınlığında taştan yapılmış dört köşe bir binadır. Sözlükte “küp şeklinde nesne” anlamına gelen Kâbe, Kur’ân-ı Kerîm’de bu isimle iki defa,91 bunun dışında da “Beyt (ev)”,92 “el-Beytü’l-atîk (eski ev)”,93 “el- Beytü’l-harâm (kutsal/mukaddes/mübarek ev)”,94 “el-Beytü’l-muharrem (haram/yasak/ dokunulmaz ev)”95 ve “el-Beytü’l-ma‘mûr (imar edilmiş ev)”96 isimleriyle geçmekte ve halk arasında daha çok “Beytullah (Allah’ın evi)” olarak bilinmektedir. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ile birlikte tevhidin sembolü olan Kâbe, ilerleyen zamanlarda içine ve etrafına yaklaşık 360 putun yerleştirildiği bir puthâneye dönüşmüş, hicretin ikinci yılında (624) Müslümanların kıblesi olmuş ve Mekke’nin fethini müteakip yeniden tevhidin merkezi haline gelmiştir (630). Kâbe günümüze değin birçok defa yıkılmış ya da tamir görmüş ve câhiliye döneminden beri üzeri siyah bir örtü ile örtülmüştür.97

Mekke’de yer alan en önemli yerlerden biri de Kâbe’yi çepeçevre saran, yeryüzünün en eski ve en faziletli mescidi olan Mescid-i Harâm’dır. Kur’ân’da on beş yerde geçen Mescid-i Harâm, ibadet maksadıyla (tavaf, say, namaz vb.) kullanılmakta ve bünyesinde tavafın başlangıç noktasını belirlemek amacıyla Hz. İbrahim tarafından Kâbe’nin güneydoğu köşesine yerleştirilen ve cennetten geldiğine inanılan Hacerüles-ved’i (siyah taş),98 Kâbe’nin inşası sırasında Hz. İbrâhim’in üzerine çıkıp duvar ördüğü ya da üstünde insanları hacca davet ettiği kabul edilen ve üzerinde ayak izi bulunan taşı veya onun bulunduğu cam fanus içine alınmış yer olan Makâm-ı İbrâhim’i,99 Kâbe’nin 19 m. doğusunda bir kuyudan çıkan ve Yüce Allah’ın Hacer ile oğlu Hz. İsmail’e yiyecek ve içeceklerinin tükenmesi üzerine ihsan ettiği Zemzem’i,100 Hâcer’in, oğlu Hz. İsmail için su aramak maksadıyla arasında koşturduğu ve hac/umre ibadeti yapılırken aralarında yedi defa gidip gelmenin gerektiği (sa‘y) Safâ ve Merve tepelerini101 barındırmaktadır. 100 milyar Amerikan doları değeriyle dünyanın en pahalı yapısı olan Mescid-i Haram,102 9 minaresi, 350-400 bin m²’lik alanı ve yaklaşık 1 milyon kişi kapasitesi ile de dünyanın en büyük camisi konumundadır. Mescid-i Haram ile ilgili Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir dönemlerinde herhangi bir değişiklik yapılmamış, Hz. Ömer devrinden bugüne kadar ise birçok tadilat ve genişletme faaliyeti gerçekleşmiştir. Bugünkü biçimini 16. yüzyılda yani Osmanlı döneminde (Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad) alan Mescid-i Haram’da, Kâbe’nin etrafındaki revaklı ve kubbeli kısım Padişah II. Selim zamanında yapılmış olup hali hazırda genişletme faaliyetleri devam etmektedir.103

Mekke’deki diğer önemli yerlerden bazıları ise şunlardır: Hz. Muhammed’e ilk vahyin geldiği Hira Mağarası ve bu mağaranın bulunduğu Nur Dağı (Cebel-i Nur), hac ibadetinin en önemli rüknü olan vakfenin yapıldığı ve Hz. Muhammed’in meşhur Veda Hutbesi’ni okuduğu Arafat, Arafat’tan inen hacıların zikir ve dualar eşliğinde ikinci bir vakfe yaptıkları Müzdelife, şeytan taşlama, kurban kesme ve bayram günlerinde konaklama gibi hac ibadetini ilgilendiren görevlerin yerine getirildiği Mina, hicret esnasında Hz. Muhammed’in Hz. Ebû Bekir ile birlikte üç gece gizlenip sığındıkları mağaranın bulunduğu Sevr Dağı, orijinali yıkılan ve yerine Mekke/Hac ile ilgili kaynakların bulunduğu bir kütüphane yapılan Hz. Peygamber’in doğduğu ev, Hz. Âişe’nin ihrama girdiği yerde ona hürmeten inşa edilen ve tarih boyunca birçok onarım geçirdikten sonra yeniden inşa edilen Ten‘îm Mescidi (Âişe/Umre Mescidi), cinlerinHz. Peygamber’den Kur’an dinledikleri yere XVIII. yüzyılın başlarında yapılan ve 2000 senesinde yeniden inşa edilen Cin Mescidi (Mescidü’l-Hares), Hz. Hatice başta olmak üzere birçok önemli ismin metfun olduğu şehrin en eski mezarlığı olan Cennetü’l- muallâ (Makberetü’l-ma‘lât), Osmanlı döneminde şehri korumak için sura ilave olarak yaptırılıp (1781-1783) 2001 yılında yıktırılan Ecyâd Kalesi ve yerine inşa edilen dünyanın en yüksek ve en büyük oteli olan Ebrac el-Beyt Kuleleri (Zemzem Towers) ve şehrin batı girişinde (Cidde) Harem bölgesini belirtmek üzere 1979 yılında yapılan rahle üzerinde Kur’ân figürlü Mekke (Kur’ân) Kapısı.

 Günümüz

 Her yıl hac ve umre maksadıyla farklı ırklara mensup milyonlarca Müslümanın ziyaret ettiği ve tarih boyunca farklı devletlerin egemen olduğu Mekke, zengin bir kültüre sahiptir. Şehirdeki hareketlilik İslamiyet’ten sonra da artarak devam etmiş ve bundan Arap dili bile etkilenmiştir. Sonuçta Farsça, Türkçe, Hintçe ve Urduca pek çok kelime Arapçaya girmiş, hatta günümüzde başta İngilizce olmak üzere Farsça ve Urduca şehirde en çok konuşulan diller arasında yerlerini almışlardır. Ayrıca şehirdeki edebiyat ve kültür kulüpleri kendi alanları ile ilgili pek çok festival düzenlemekte ve bu festivallerin en önemlisi Cidde Uluslararası Sergiler Şirketi tarafından “Mekke Hayır Festivali/ Büyük Mekke Festivali” adı altında yapılmaktadır. Söz konusu festivalde şiir/ edebiyat seminerleri, eğlence oyunları, yamaç paraşütü gösterileri gibi kültürel, sosyal ve sportif etkinlikler yer almakta ve Mekke’de bunun gibi pek çok festival düzenlenmektedir. Mekke’nin yeme-içme alışkanlığı konusunda ise şunları söyleyebiliriz: Başta Buhara, Türkistan, Hindistan ve Endonezya olmak üzere diğer Müslüman ülkelere ve milletlere ait birçok yemek şehrin mutfak kültürüne dâhil olmuştur. Öğle ve akşam yemeklerinde ana yemek olarak yöresel Kebse/Kabsa (Tavuklu, sebzeli, baharatlı pirinç pilavı) ve Mendi/Mandi (baharatlı etli pilav) yanında Şavirma/Şavurma/Shawarma (döner) meşhurdur. Ayrıca dünya çapında tanınan pek çok fast food restoran zinciri ile Buhara, Endonezya, Hindistan, Pakistan, Mısır ve Türk lokantaları şehirde yaygındır.

Harem bölgesi yani gayrimüslimlere yasak bölge olarak kabul edilen Mekke’ye hac, umre ve ticaret vizesi dışında giriş-çıkış yapmak mümkün değildir. Şehri diğer şehir ve ülkelere bağlayan birçok karayolu bulunsa da özellikle uluslararası yolcular için ulaşım havayoluyla sağlanmaktadır. Mekke’ye en yakın havalimanı şu an aktif olmayan Mekke Doğu Havalimanı’dır. Ancak şehre ulaşımda en çok kullanılan havalimanı ise bünyesinde özel hac terminalinin de bulunduğu Uluslararası Cidde Havalimanı’dır. Ayrıca Taif şehrinde de bir havalimanı bulunmakta, Medine üzerinden gelecekler ise karayoluyla ulaşımlarını sağlamaktadırlar. Kendi vatandaşı ile tüm hacılara ve umrecilere ücretsiz sağlık hizmeti veren Mekke’de yaklaşık 15 hastane ve 80 sağlık merkezi bulunmaktadır. Ayrıca hac mevsimlerinde geçici sağlık merkezleri kurulmakta bunun yanında yıl boyunca Türk hacılara ve umrecilere hizmet veren T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait hastane ve sağlık merkezleri yer almaktadır. Eğitimin kadın ve erkekler için genel olarak ayrı yapıldığı Mekke’de ilk ve orta dereceli birçok devlet okulu ve özel okul bulunmaktadır. Hem devlet okullarında hem de özel okullar da eğitim dili Arapça olup ikinci/yabancı dil olarak İngilizce öğretilmektedir. Bunun dışında bazı uluslararası okulların eğitim dili farklıdır. Örneğin T.C. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Mekke Uluslararası Türk İlkokulu’nda eğitim dili Türkçedir. Yükseköğrenimiçin ise şehirde bir tek üniversite bulunmakta ve o da Ümmü’l-kurâ/Umm Al-Qura adını taşımaktadır. Yaklaşık 100.000 civarında öğrencisi olan üniversite, uluslararası öğrenci alımı da yapmaktadır. 

İslam'ın Kültür Coğrafyasını okumak için tıklayın. 

 

 Dipnotlar

1 el-Feth 48/24.

2 Âl-i İmrân 3/96.

3 en-Nahl 16/112.

4 el-Kasas 28/85.

5 el-Beled 90/1-2.

6 et-Tîn 95/3.

7 el-En’âm 6/92; eş-Şûrâ 42/7.

8 İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Ömer Abdüsselam Tedmürî, Beyrut, Dâru’l-Kitâbil-Arabî, 1990, I, 132-133;

Ezrakî, Ahbâru Mekke, thk. Abdülmelik b. Abdillâh b. Dehîş, Beyrut, Mektebetü’l-Esedî, 2003, I, 390-396; Fâkihî, Ahbâru

Mekke, thk. Abdülmelik b. Abdillâh b. Dehîş, Beyrut, Dâru Hadr, 1994, II, 280-282; İbnü’l-Fakîh, Kitâbü’l-Büldân, thk. M.

J. de Goeje, Leiden, Matbaatü Brill, 1885, 16-17; Bekrî, Mu‘cemü Me’sta‘cem, thk. Mustafa es-Sekkâ, Beyrut, Âlemü’l-

Kütüb, t.y., I, 269-270; Yâkût el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, Beyrut, Dâru Sâdır, 1977, I, 475, 5/181-183; Cevâd Ali,

el-Mufassal, Bağdat, Câmiatü Bağdâd, 1993, IV, 11-12.

9 H. Lammens, “Mekke”, MEB İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1970, VII, 630; Cevâd Ali, IV,

9-11; Müslüman ilim adamlarının ve batılı araştırmacıların görüşleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. Mustafa Sabri

Küçükaşcı, Cahiliye’den Emevîler’in Sonuna Kadar Haremeyn, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 1999, 14-16; Yaşar,

Çelikkol, Cahiliye Döneminde Mekke, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2002, s. 13-16; Nebi Bozkurt- Mustafa Sabri

Küçükaşcı, “Mekke”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara, TDV Yayınları, 2003, XXVIII, 555-556.

10 Yâkût el-Hamevî, V, 181; https://tr.wikipedia.org/wiki/Mekke (26.04.2020).

11 https://en.wikipedia.org/wiki/Mecca#cite_note-96 (26.04.2020).

12 Ya‘kûbî, el-Büldân, hşy. Muhammed Emîn Dinnâvî, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2002, 153; İstahrî, Kitâbü’l-

Mesâlik ve’l-Memâlik, thk. M. J. de Goeje, Leiden, E. J. Brill, 1927, 15; İbn Havkal, Kitâbü’l-Mesâlik ve’l-Memâlik, thk.

M. J. de Goeje, Leiden, E. J. Brill, 1873, 23-24; Lammens, VII, 632; W. Montgomery Watt, “Makka (The Pre-Islamic

And Early Islamic Periods)”, The Encyclopaedia of Islam (New Edition), Leiden, E. J. Brill, 1991, VI, 144; Küçükaşcı,

Cahiliye’den Emevîler’in Sonuna Kadar Haremeyn, s. 8-10; Çelikkol, s. 22-23; Bozkurt- Küçükaşcı, XXVIII, 555.

13 Bkz. https://www.google.com/maps/ (26.04.2020).

14 https://en.wikipedia.org/wiki/Mecca#cite_note-96;https://ar.wikipedia.org/wiki/%D9%85%D9%83%D8%A9

(26.04.2020).

15 Bkz. https://www.google.com/maps/ (26.04.2020).

16 Ezrakî, I, 390-396; Fâkihî, III, 231.

17 İbrâhîm 14/37.

18 Küçükaşcı, Cahiliye’den Emevîler’in Sonuna Kadar Haremeyn, 10; Bozkurt - Küçükaşcı, XXVIII, 555.

19 https://www.dwd.de/DWD/klima/beratung/ak/ak_410300_kt.pdf (Wetter und Klima - Deutscher Wetterdienst,

26.04.2020).

20 Ezrakî, II, 756-763; Fâkihî, III, 103-111.

21 https://worldpopulationreview.com/world-cities/mecca-population/ (26.04.2020); https://en.wikipedia.org/

wiki/Mecca#cite_note-96 (26.04.2020); https://populationstat.com/saudi-arabia/mecca (26.04.2020); https://www.

worldometers.info/world-population/saudi-arabia-population/ (26.04.202022 https://www.globalmediainsight.com/blog/saudi-arabia-population-statistics/ (26.04.2020).

23 https://ar.wikipedia.org/wiki/%D9%85%D9%83%D8%A9 (26.04.2020).

24 https://www.theguardian.com/cities/2016/sep/14/mecca-hajj-pilgrims-tourism (26.04.2020); https://en.wikipedia.org/

wiki/Mecca#cite_note-96 (26.04.2020); https://worldpopulationreview.com/world-cities/mecca-population/ (26.04.2020).

25 https://ar.wikipedia.org/wiki/%D9%85%D9%83%D8%A9 (26.04.2020).

26 Mehmet Ali Büyükkara, “Vehhâbîlik”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2012, XLII, 611-613.

27 https://www.aljazeera.net/specialfiles/pages/c5d7b415-e43a-4426-9c86-a87fd291603f (26.04.2020); http://www.ydh.

com.tr/HD1297_suudi-arabistanin-mezhebi-haritasi.html (26.04.2020).

28 Salim Öğüt, “Harem”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 1997, XVI, 127-129.

29 Daha geniş bilgi için bkz. İbn İshâk, Sîre, thk. Muhammed Hamidullah, Mağrib, Matbaatü Muhammed el-Hâmis,

1976, s. 72-73; İbn Sa‘d, Tabakât, thk. Ali Muhammed Ömer, Kahire, Mektebetü’l-Hancî, 2001, I, 31-35; Ezrakî, I, 66-

102, 140-142 vd.; Fâkihî, V, 225; Küçükaşcı, Cahiliye’den Emevîler’in Sonuna Kadar Haremeyn, s. 17; Çelikkol, s. 16-17.

30 İbn Hişâm, I, 94-95, 130-136; Ezrakî, I, 153-168, 187.

31 İbn Hişâm, I, 136-151; İbn Sa‘d, I, 48-59; İbn Habîb, el-Münemmak, tsh. ve tlk. Hurşid Ahmed Faruk, Beyrut,

Âlemü’l-Kütüb, 1985, 32-34; Ezrakî, I, 168-177.

32 İbn Habîb, el-Muhabber, tsh. İlse Lictenstadter, Beyrut, Dârü’l-Afâki’l-Cedîde, ts , s. 162-164; Fâkihî, V, 180;

Muhammed Hamîdullah, “Îlâf”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2000, XXII, 63-64; Bozkurt-

Küçükaşcı, XXVIII, 556-557.

33 İbn Hişâm I, 58-71; İbn Sa‘d, I, 71-73; Ezrakî, I, 211-228.

34 İbn İshâk, s. 2-5; İbn Hişâm, I, 163-169; İbn Sa‘d, I, 64-66.

35 İbn İshâk, s. 83-89; İbn Sa‘d, I, 120-123; Ezrakî, I, 242-248.

36 İbn Sa‘d, I, 161-204; İbn Hibbân, es-Sîre, thk. Sa‘d Kerîm el-Fakîy, İskenderiye, Dârü İbn Haldûn, ts , s. 36-74; Daha

geniş bilgi için bkz. İbn İshâk, s. 161-329; İbn Hişâm, I, 263-376, II, 5-138.

37 İbn Sa‘d, II, 124-135, 153-154, 157-170; İbn Hibbân, s. 180-189, 212-213, 218-221; Daha geniş bilgi için bkz. Vâkıdî,

Kitâbu’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, 3. Baskı, Beyrut, Âlemü’l-Kütüb, 1404/1984, II, 780-871, III, 873-875, 1076-1078,

1088-1115; İbn Hişâm, IV, 29-69, 187-192, 245-251.

38 Halîfe b. Hayyât, Târîh, thk. Ekrem Ziyâ’ el-Ömerî, 2. Baskı, Riyad, Dârü Taybe, 1985, s. 97, 153, 178, 201; Taberî,

Târîh, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhîm, Kahire, Dârü’l-Meârif, 1967, III, 427, 479, IV, 241, 421, V, 155.

39 Taberî, IV, 444-455; İbn Hibbân, s. 310-311.

40 Halîfe b. Hayyât, s. 192-198, 201; Taberî, V, 155.

41 Halîfe b. Hayyât, s. 204-205, 229, 293, 332, 357, 366, 370, 406-407.

42 Halîfe b. Hayyât, s. 293, 302, 310-311, 316-317, 323, 332.

43 İbn Sa‘d, VI, 477-481, 486-488, 499-518; Halîfe b. Hayyât, s. 231-258; İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, thk. Ali

Şîrî, Beyrut, Dârü’l-Edvâ’, 1990, I, 224-243, II, 5-17, 37-39; Dîneverî, Ahbârü’t-Tıvâl, thk. Abdülmun’im Âmir, Kahire,

Dârü İhyâi’l-Kütübi’l-Arabî, 1960, s. 225-269, 314-315.

44 Halîfe b. Hayyât, s. 384-387, 391-394; Ayrıca bkz. Taberî, VII, 348, 374-376, 394-399; İrfan Aycan, “Ebû Hamza eşŞârî”,

TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 1994, X, 130.

45 Söz konusu muhalif hareketler için bkz. Halîfe b. Hayyât, s. 445; Taberî, VII, 192-198, 532-542, IX, 271-276; İbnü’l-

Cevzî, Muntazam, thk. Muhammed Abdülkadir Ata-Mustafa Abdülkadir Ata, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1992, VIII,

310-311, X, 83-85, XII, 34-35; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, thk. Ebü’l-Fidâ’ Abdullah el-Kâdî, Beyrut, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye,

1987, V, 265-268, 422-424, VI, 158-161.

46 Bu dönemde Tolunoğulları, Karmatîler, İhşidler ve Büveyhîler’in Mekke’ye müdahaleleri söz konusudur. Ayrıntılı

bilgi için bkz. Taberî, IX, 652-653; İbnü’l-Cevzî, XIII, 281, 14/80-81, 87, 90, İbnü’l-Esîr, VI, 328-329, VII, 53-54, 234;

İbn Kesîr, el-Bidâye, thk. Abdullâh b. Abdülmuhsin et-Türkî, Cîze, Hicr li’t-Tıbaa ve’n-Neşr, 1997, XIV, 583, XV, 37-42,

204-205, 212, 216.

47 İbnü’l-Esîr, VII, 349; İbn Kesîr, XIV, 349; A. J. Wensinck, “Mekke”, MEB İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, Milli Eğitim

Basımevi, 1970, VII, 637; Bozkurt- Küçükaşcı, XXVIII, 559-560.

48 Hasenîlerin isyan girişimleri için bkz. İbnü’l-Cevzî, XIV, 243, 356-357; İbnü’l-Esîr, VII, 362, 482-483; İbn Kesîr, XIV,

439-440; Wensinck, “Mekke”, VII, 637-638; Cahid Baltacı, “Ebü’l-Fütûh el-Mûsevî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul,

TDV Yayınları, 1994, X, 321.

49 İbnü’l-Esîr, VIII, 384; İbn Kesîr, XVI, 22-23, 27; Ayrıca bkz. Nurullah Yazar, İslâm Tarihi’nin 100’ü, Ankara, Otto

Yayınları, 2019, s. 21; Yazar, İslâm Tarihi’nin 200’ü, Ankara, Otto Yayınları, 2019, s. 27.

50 İbnü’l-Esîr, VIII, 322-323; İbn Kesîr XIV, 729-731; Ayrıca bkz. Hakkı Dursun Yıldız, “Abbâsîler”, TDV İslâm

Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 1988, I, 35; Erdoğan Merçil, “Büveyhîler”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul,

TDV Yayınları, 1992, VI, 497; Eymen Fuâd Seyyid, “Fâtımîler, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 1995,

XII, 231; Yazar, s. 16; Yazar, s. 20-22

51 İbnü’l-Cevzî, XVIII, 196; İbnü’l-Esîr, X, 49, 56; İbn Kesîr, XVI, 450-451, 453-454; Bahattin Kök, “Nûreddîn Zengî”,

TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2007, 260-261; Bezer, “Zengîler”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul,

TDV Yayınları, 2013, XLIV, 268-269.

52 Hacılardan vergilerin kaldırılması, şehrin yöneticilerine ve halkına yıllık tahsisat bağlanması, hutbe okunması ve para

basılması. Bkz. İbn Kesîr, XVI, 528; İbn Fehd, İthâfü’l-Verâ, thk. Fehim Muhammed Şeltût- Abdülkerim Ali Baz, Kahire/

Mekke, Meketebetü’l-Hancî/Camiatü Ümmi’l-Kura, 1983-2005, II, 553.

53 Fâsî, ‘İkdü’s-Semîn, thk. Muhammed Hâmid el-Fîkî-Fuâd Seyyid-Mahmûd Muhammed et-Tanâhî, Beyrut,

Müessesetü’r-Risâle, 1986, I, 188; İbn Fehd, II, 534.

54 Fâsî, Şifâʾü’l-Garâm, Mekke, Dârü İhyâi’l-Kütübi’l-Arabi, 1956, II, 237; İbn Fehd, III, 70-71, 76-77, 84.

55 İbnü’l-Esîr, X, 298, 426; İbn Kesîr, XVI, 738, 17/45; İbn Fehd, II, 566-568, III, 3-4, 20-23; Wensinck, “Mekke”, VII,

638-640; Hayrettin Yücesoy, “Katâde b. İdrîs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara, TDV Yayınları, 2002, XXV, 23-24.

56 İbn Kesîr, XVII, 308, 356-364, 395-408, 425-434; İbn Haldûn, Târîhu İbn Haldûn, Riyad, Beytü’l-Efkâri’d-Devliyye,

2008, s. 1450-1456.

57 İbn Kesîr, XVII, 482-483; İbn Haldûn, s. 1459; Fâsî, Şifâʾü’l-Garâm, II, 239-240; İbn Fehd, III, 93-98.

58 Fâsî, Şifâʾü’l-Garâm, II, 238-239; Münir Atalar, “Emîr-i Hac”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları,

1995, XI, 132; Bahattin Keleş, “Memlûkler Döneminde İdarî Yapı”, Türkler, ed. Hasan Celal Güzel-Kemal Çiçek-Salim

Koca, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, V, 317; Tuğba Aydeniz, Osmanlı Devleti’nde Mekke’nin Yönetimi, Doktora

Tezi, Marmara Üniversitesi, 2010, s. 8-9.

59 Örneğin Sultan Kalavun’un Mekke ile ilgili tasarrufları için bkz. İbn Kesîr, XVIII, 218, 268, 334-335; Fâsî, Şifâʾü’l-

Garâm, II, 244; İbn Fehd, III, 175-176, 184, 194-197.

60 Baybars’ın Mekke faaliyetleri için bkz. İbn Fehd, III, 586-587, 593-596, 604-606.

61 İbn Fehd, IV, 126-129.

62 Wensinck, “Mekke”, VII, 639.

63 Aydeniz, s. 11-12.

64 Geniş bilgi için bkz. Nehrevâlî, el-İ‘lam, haz. Ferdinand Wüstenfeld, Leipzig, F. A. Brockhaus, 1857, s. 247-248,

284-285, 288-289; Sincârî, Menâihü’l-Kerem, thk. Cemil Abdullah Muhammed el-Mısrî, Mekke, Câmiatu Ümmi’l-Kurâ,

1419/1998, III, 207-231; Aydeniz, s. 13-25.

65 Yaşanan bazı hadiseler için bkz. Sincârî, III, 314-316, 320-322, 455; Vâsıf, Mehâsinü’l-Âsâr, İstanbul, y.y., 1219/1804,

II, 212-215; Aydeniz, s. 120-134.

66 Vehhâbî, Suudî, Mekke şerifleri ve Osmanlı arasındaki ilişki için bkz. Ahmed Cevdet Paşa, Târîh-i Cevdet, 2. Baskı,

İstanbul, Matbaa-i Osmaniye, 1309/1891, VII, 182-207, X, 101-102, 219-220; Küçükaşcı, “Mekke (Osmanlı Dönemi)”,

28/563-564; Michael Cook, “Muhammed b. Abdülvehhâb”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2005,

XXX, 491-492; Büyükkara, XLII, 611.

67 Wensinck, “Mekke”, V, 641-42; Küçükaşcı, “Mekke (Osmanlı Dönemi)”, XXVII, 564-565; Azmi Özcan, “Şerîf

Hüseyin”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2010, XXXVIII, 585-586.

68 Çelikkol, s. 76.

69 Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, çev. Mehmet Yazgan, İstanbul, Beyan Yayınları, 2017, I, 42.

70 Küçükaşcı, “Mekke (Osmanlı Dönemi)”, XXVIII, 566.

71 https://worldpopulationreview.com/world-cities/mecca-population/ (26.04.2020); https://populationstat.com/saudiarabia/

mecca (26.04.2020); https://www.worldometers.info/world-population/saudi-arabia-population/ (26.04.2020).

72 el-Bakara 2/127.

73 Âl-i İmrân 3/96.

74 el-Bakara 2/125-129; İbrahim 14/37.

75 Ebü’l-Münzir Hişâm b. Muhammed b. es-Sâib el-Kelbî, Kitâbü’l-Esnâm, thk. Ahmed Zeki Paşa, Kahire: Dârü’l-

Kütübi’l-Mısriyye, 1995, s. 8; İbn Hişâm, I, 94-95; Ezrakî, I, 187

76 İbn Habîb, el-Muhabber, s. 162-164; Fâkihî, V, 180; Hamîdullah, “Îlâf”, XXII, 63-64.

77 Geniş bilgi için bkz. Cevâd Ali, IV, 113-126, VII, 265-364; Hamîdullah, “el-Îlâf veya İslâmdan Önce Mekke’nin

İktisadi-Diplomatik Münasebetleri”, çev. İsmail Cerrahoğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1961, Cilt:

9, s. 213-222; Adem Apak, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü, 2. Baskı, İstanbul, Ensar Neşriyat, 2014, s. 174-177.

78 R. B. Winder, “Makka (The Modern City)”, The Encyclopaedia of Islam (New Edition), Leiden, E. J. Brill, 1991,

VI, 162-164; Küçükaşcı, “Mekke (Osmanlı Dönemi)”, XXVIII, 570; https://tr.wikipedia.org/wiki/Mekke (26.04.2020);

https://en.wikipedia.org/wiki/Mecca#cite_note-96 (26.04.2020).

79 İbn Sa‘d, III, 224; İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,

2004, s. 87, 317.

80 İbn Abbas’ın ilmi kişiliği hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmet Bulut, “Abdullah b. Abbas’ın Şahsiyeti ve İlmi

Faaliyetleri”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 2, 1987, s. 219-225; İsmail L. Çakan-

Muhammed Eroğlu, “Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 1988, I,

81 Abdülhamit Birışık, “Tefsir”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2011, XL, 284.

82 Abdülhamit Birışık, “Kıraat”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara, TDV Yayınları, 2002, XXV, 427-428.

83 Yaşar Kandemir, “Hadis”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 1997, XV, 32-33, 35.

84 Hayreddin Karaman, “Fıkıh”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 1996, XIII, 6.

85 Bilal Aybakan, “Şâfiî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2010, XXXVIII, 223.

86 Mustafa Fayda, “Tarih”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2011, XL, 34; Mustafa Sabri Küçükaşcı,

“Tarih (Irak, Arabistan)”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul. TDV Yayınları, 2011, XL, 38.

87 Emevîler ve Abbâsîler döneminden beri temel eğitim kurumları olan ilkokullara ve bugün bazı İslâm ülkelerindeki

dinî ilkokullara verilen ad.

88 Sınır boylarında ve stratejik mevkilerde askerî amaçlı müstahkem yapılara verilen ad.

89 Ayrıntılı bilgi için bkz. Fâsî, Şifâʾü’l-Garâm, I, 328-330; İbn Fehd, II, 548-549, III, 60, 217-218, 481, IV, 66, 644, 647-

648; Bozkurt- Küçükaşcı, XXVIII, 562; Küçükaşcı, “Mekke (Osmanlı Dönemi)”, XXVIII, 568.

90 el-Bakara 2/125-127; Âl-i İmrân 3/96.

91 el-Mâide 5/95, 97.

92 el-Bakara 2/125, 127, 158; Âl-i İmrân 3/96, 97; el-Enfâl 8/35; el-Hac 22/26; Kureyş 106/3.

93 el-Hac 22/29, 33.

94 el-Mâide 5/2, 97.

95 İbrâhîm 14/37.

96 et-Tûr 52/4.

97 Geniş bilgi için bkz. Sadettin Ünal, “Kâbe”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2001, XXIV, 14-21;

M. Kâmil Yaşaroğlu, “Kâbe (Fıkıh)”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2001, XXIV, 21-22; Wensinck,

“Ka’be”, MEB İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1977, VI, 6-15

435; İsmail Karagöz, “Hacer-i Esved”, Dini Kavramlar Sözlüğü, Ankara, DİB Yayınları, 2006, s. 211.

99 Geniş bilgi için bkz. Nebi Bozkurt, “Makâm-ı İbrâhim”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara, TDV Yayınları, 2003,

XXVII, 412-413; İsmail Karagöz, “Makâm-ı İbrâhim”, Dini Kavramlar Sözlüğü, Ankara, DİB Yayınları, 2006, s. 403.

100 Geniş bilgi için bkz. Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Zemzem”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2013,

XLIV, 242-246; Abdülkerim Özaydın, “Zemzem”, MEB İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1986, XIII,

519-520.

101 Geniş bilgi için bkz. Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Safâ ve Merve”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları,

2008, XXVIII, 441-442; İbrahim Paçacı, “Safâ ve Merve”, Dini Kavramlar Sözlüğü, Ankara, DİB Yayınları, 2006, s. 571.

102 https://www.msn.com/en-in/money/photos/the-30-most-expensive-buildings-in-the-world/ss-AAv2JWZ#image=31

(14.11.2020).

103 Mustafa Sabri Küçükaşcı- Nebi Bozkurt, “Mescid-i Harâm”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara, TDV Yayınları, 2004,

XXIX, 273-275; A. J. Wensinck, “Mescid-i Harâm”, MEB İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1979,

VIII, 119-120; İsmail Karagöz, “Mescid-i Haram”, Dini Kavramlar Sözlüğü, Ankara, DİB Yayınları, 2006, s. 429; https://

tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnyan%C4%B1n_en_b%C3%BCy%C3%BCk_camileri_listesi#cite_note-archgm-10

(14.11.2020); https://www.dw.com/tr/d%C3%BCnyan%C4%B1n-en-b%C3%BCy%C3%BCk-camileri/g-18736883

(14.11.2020); https://ar.wikipedia.org/wiki/%D9%85%D9%83%D8%A9 (26.04.2020); https://en.wikipedia.org/

wiki/Masjid_al-Haram (26.04.2020); https://gph.gov.sa/index.php/ar/about-the-two-holy-mosques-ar/grand-mosquear/

2020-05-28-11-19-14 (14.11.2020).

 


İlgili Haberler

duyurular
Duyurular

Kurumlar Arası Nakil Yoluyla Mali Hizmetler Uzmanı Alım İlanı

Çarşamba, 16 Nisan 2025

kardes-topluluklar
Kardeş Topluluklar,Uluslararası Öğrenciler

Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin (TFMD) 40 yıldır aralıksız düzenlediği, fotoğraf alanındaki en prestijli yarışma olan “Y

Pazartesi, 14 Nisan 2025

kardes-topluluklar
Kardeş Topluluklar,Türkiye Bursları

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı (YTB) Abdullah Eren, Türkmenistan temasları kapsamında ülkenin en önemli ünive

Çarşamba, 09 Nisan 2025