Masabaşı Telve Konuşmaları: Sanat Köşesi
Salı, Ekim 25, 2022Telve dergisinde önceki sayılarda ‘Telve Konuşmaları’ başlığında bir oturum dizisi yaptık. Bu sayıdaki oturumun ana başlığı ‘Sanat Köşesi’ olacak. Dergimizin siz değerli çizerleriyle çizgi üzerine bir sohbet gerçekleştireceğiz.
Merhaba arkadaşlar, hoş geldiniz. Telve dergisinde önceki sayılarda ‘Telve Konuşmaları’ başlığında bir oturum dizisi yaptık. Bu sayıdaki oturumun ana başlığı ‘Sanat Köşesi’ olacak. Dergimizin siz değerli çizerleriyle çizgi üzerine bir sohbet gerçekleştireceğiz.
Katılımcılar
Aylin Yılmaz, Gökçe Arslan, Tuğba Erdoğan
Aylin Hanım sizinle başlayalım isterseniz. Fırçayı elinize almadan, kendinize bedenen ve ruhen nasıl bir ortam hazırlıyorsunuz?
Aylin Yılmaz: Yer, zaman ve ortamdan önce ruh hâlimin hazır olması gerekiyor. Sonrasında kendimi ya masa başında, tuval başında ya da bir sokağın köşesinde buluyorum.
Ruh hâlim eğer iyi değilse hiç başlamıyorum veya kendimi motive edip fırçayla iyileşiyorum.
Fırçayı elime almadan önce herhangi bir ritüel veya totem gibi alışkanlıklarım yoktur, genelde ruhum ve bedenim bana hazır olup olmadığımı anlatır.
Gökçe Arslan: Çalışmak için sessiz, ferah ve sıcak ortamları tercih ediyorum ve genelde atölyemde çalışıyorum. Yeşil bitkiler, güzel kokular ve çay bulunduruyorum. Çalışma esnasında mutlaka müzik, podcast veya röportajlar dinliyorum.
Fırçayı elime almadan önce ruhum ve bedenimin sağlam olmasına özen gösteriyorum. Çalışma süreci aynı anda yüzleşme sürecidir. Bu süreç sanatsal ve zihinsel anlamında verimli geçmesi için ciddi bir zaman ayırıyorum.
Tuğba Erdoğan: Hayatın yoğunluğu ve kalabalığı arasında çizim yapmak, benim için her zaman ferahlamak, dinlenmek anlamına gelmekte. Kendimle baş başa kalmamı sağlar.
Sonu inanılmaz bir karmaşaya yol açacağını bilsem dahi, ilk önce masamın düzenini kurmakla başlar her şey. Teker teker malzemelerimi defterimin kenarına düzer, biraz müzik açar ve pamuk kokulu bir mum yakarım.
Bu nezih ortam, fırçayı elime almadan, ilham bulmama yardımcı oluyor diyebilirim.
Çok teşekkür ederiz. Bu sayıda olduğu gibi, size önceden verilen konular için yaptığınız çalışmalara kendinizi nasıl hazırlıyorsunuz? Ve bu sayıda yaptığınız çalışma için ilhamınız neydi?
Aylin Yılmaz: Her konu farklı bir süreç farklı bir evreden geçer. Bana gelen her konuyu öncesinde bir hoş geldin ile selamlayıp anlamaya çalışıyorum. Örneğin RENK denilince sizin aklınıza ne gelir? Yeşil mavi kırmızı vs. Ben uzun zamandır renkler üzerine çalışmalar yapıyorum. Benim için renk ilk temas, duygu, enerji ve bir ifade biçimidir. Hayatıma yeni gelen konular veya motiflerle ilgili bazen özel araştırmalar, bazen arkadaşlarımla sohbet ve bazen sadece kendi dünyamda hazırlanır ve ilham alırım.
Gökçe Arslan: İlk içime dönüyorum ve benim için ne ifade ediyor diye düşünüyorum. Konuya göre zaman yolculuğu yapıyorum, okuyorum, bilgi topluyorum. Bu çalışma için en büyük ilhamım duygularım ve tecrübemdi.
Tuğba Erdoğan: Şimdiye kadar çok fazla ön çalışma yaptığım söylenemez lakin eskiz ve çizim hazırlıklarına dair bir eğitim almayı, kendimi geliştirmeyi çok isterim.
Genel olarak aklımdan geçenleri önce bir kurşun kalem yardımıyla şekillendiriyor daha sonra boyama faslına geçiyorum. Dijital çizim konusuna gelirsek daha çok illüstrasyon tarzı çizimler yapabiliyorum.
7. sayı için benden “Fernweh” ve “Heimweh” anlatan bir çizim istenildiğinde öncelikle sözlükten Fransızca ve Türkçe anlamlarını araştırdım. Aklıma o an alt komşum Barbara geldi. Kendisi 19 yaşında Anthonio ile evlenmiş, önce Belçika’ya, daha sonra Fransa’ya yerleşmiş. Üzerinden yirmiyi aşkın sene geçmişine rağmen Barbara o koşturduğu sokakları, annesinin pişirdi zeytinyağlı ekmekleri, saçını savuran Sardinya rüzgârlarının özlemini taşıyor.
Ben ise gözümün erişemediği ama ruhumun kaybolmak istediği yolların, manzaraların özlemini yaşıyorum.
İkimizin aynı şehirde, farklı yerleri düşünerek farklı hissetmesi bana bu çizim için ilham kaynağı oldu.
Peki, çift kültürlü olmanın eserlerinize etkisini veya yarattığı farkı hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Aylin Yılmaz: Zenginlik. Avrupa’da doğup büyümek, Türk-İslam kültürüyle büyümek en büyük şansım olabilir sanat dalında. İnsan sürekli bir arayış içinde. Herkes farklı şeyler arıyor bu hayatta. İster istemez insan köklerini arıyor. Almanya’da doğup büyüdüm ama İstanbul’da yaşadığım süreçte tamamlayıcı hisler oluştu ve köklerimi bulmak yerine, köklerimi istediğim yerlere salabileceğimi anladım. Nerede, ne zaman kendime yakın bir yer fark ettiysem, oraya ait olabileceğimi anladım. Dünya bize büyük gelebilir fakat ne kadar küçük olabildiğini fark ettim. Hislerime yoğunluk vererek kendi doğrularımla bir duruşa sahip olabilmek. Ben kendimi hiçbir yere sabitleyemiyorum ve bunu da istemiyorum. İstersem her yer benim evim olabilir, her insan ailem olabilir, yeter ki ufkumu, algımı açık tutayım. Resim hocam, „Aylin sen bu dünyaya sığamıyorsun.” diyor. Ne kadar da doğru.
Çift kültürlü olmaktan ziyade farklı kültürleri de tanıdım. Bugünkü dünyamızda dijitalleşmenin ve küreselleşmenin bize katmış olduğu güzel bir bakışın olduğunu düşünüyorum. Kültürlerin sadece tek- veya çift değil -daha çok-, çok kültürlükten oluşabileceğini gösterdi. Bu anlamda sanatın hakikaten evrensel olduğunu bir kez daha anlamış oldum. Empati duygusu yüksek olan insanların belirli sınırları daha azdır. Eğer o sınırlar dil, din, ırk ve kültür gibi değerlerde bulunursa çift kültürlülüğün, daha doğrusu çok kültürlülüğün kolay kolay o insanda barınabileceğini düşünmüyorum. Örneğin İspanya’da yaşadığım dönemde o ülkenin değer ve yaşam biçimlerine zorlanmadan uyum sağlayabildim. Adapte olmaktan kastım kesinlikle asimile olmak değil. Daha çok benim değerlerime, inancıma, hayata bakışıma ve sanatıma o kültürün katabileceği zenginlikleri gördüm. Bunun en büyük örneği Endülüs oldu. Bugün çeşitli dinlerin, dillerin ve kültürlerin barış ve hoşgörü içerisinde bulunabileceğini bana gösterdi.
Gökçe Arslan: İki bakış açısı, fırça dili ve tarih bana bir yol açtı ve araştırmanın ve öğrenmenin heyecanını yaşattı. Eserlerimde iki kültürün fırçasını harmanlayabilmek ve özgün bir eser çıkarmak muazzam bir özgürlük sağladı ve iki önemli noktayı hatırlattı. Sanatta sınır yoktur, sanat duygudan ibarettir.
Tuğba Erdoğan: Çift kültürlülüğü, biyolojide kullanılan “simbiyoz” kelimesine benzetiyorum. Canlılar arası bir ilişki türüdür ve bu ilişki tüm canlıların fayda görmesi sonucu oluşur. Hayatımın her döneminde, her kararında çift kültürlülüğün, sembiyotik faydasını görmekle beraber hep yardımı dokunmuştur. Bu zenginlik tabi ki çizimlerime de yansıyor. Kâh İstanbul’da bir simitçiyi çizmek gelir içimden, kâh “baguette” satan tatlı bir “boulangerie”yi.
"Göç, Fernweh, Heimweh” bu kelimeleri ortak bir kelimede toplasanız bu kelime ne olurdu?
Aylin Yılmaz: Yolculuk.
Gökçe Arslan: Özlem. Göç etme nedeni her zaman bir arayıştır benim için. Bilgi açlığı ve köklerimin izleri beni İstanbul’a götürdü fakat Özlem sadece bir yer veya insan değil. Daha çok insanları, doğayı ve evreni anlamak.
Tuğba Erdoğan: Bu kelimelerin toplamı bana “Gurbet” kelimesini çağrıştırıyor. “Gurbet Kuşları” şarkısındaki gibi, terk ettiği iklimleri düşünerek uçan o kuşlar, bir sonraki konacakları sıcak yuvanın özlemini taşıyorlar.
Eseriniz içerisinde bu üç kelime (Göç, Fernweh, Heimweh) ve genel olarak Diaspora konusu hangi biçimde işlendi?
Aylin Yılmaz: Kök ve Yol adlı eserim benim yolculuğumun haritası olarak sembolize ve inşa edilmiştir. Asıl doğduğum yaşadığım ülkeyi bırakarak İstanbul’a yerleştikten sonra geçirdiğim vaktin, yaşadığım yeni duyguların, tecrübelerimin, gözlemlerimin, değişimin ESERİ bu dergide yer alan eser olmuştur.
Her ne kadar diasporada yaşasam da köklerimin olduğu yere gitmenin, daha çok şey kattığını gördüm ama daha önce de değerlerimi koruyup sanatıma yansıttığımı fark ettim çünkü gelip görüp burada yaşadığımda, bu gözlemimi idrak edip farkına vardım. Bilinçsiz özlem ve bilinçli hasret gibi, belki de gurbet dedikleri o duygulara barınarak yola çıktım ve aradığım şeye bir adım daha yaklaşmış gibi hissettim.
Aslında insanların herhangi bir ülkeye ait olmaktan ziyade bu dünyanın misafirleri olduğunu unutmamamız gerektiğini idrak ettim.
Gökçe Arslan: Fernweh ve Heimweh bu konuda benim için örtüşen kelimler. İstanbul’a karşı hem özlem duyuyorum hem de ait hissediyorum. Sanatın izleri, eski mimariler, insanların bakış açısı, müziği ve boğazı beni besliyor. Almanya’da büyümem bana İstanbul’a başka bir gözle bakmamı sağlıyor.
Tuğba Erdoğan: Bu üç kelimeyi sevimli bir illüstrasyon şeklinde canlandırmak istedim. Oto portremi “Fernweh” kelimesinin simgesi olarak kullanırken alt komşum Barbara’yı “Heimweh” simgesi olarak kullandım.
Bilhassa bu eserinizde renk seçiminizden bahseder misiniz?
Aylin Yılmaz: İstanbul’a yerleşmeden önce renk seçimim mavi ve yeşil tonları ağırlıklıydı. İstanbul’daki yaşam sürecinde renk seçimim ve renklerim ısınmaya başladı ve nadir kullandığım turuncu, bordo, kırmızı gibi renkler ön plana çıkmaya başladı. Neticede paletimin renkleri değişti diyebilirim. İstanbul’un altından girip üstünden çıkarak, en tanınmadık sokakları gezerek ve sindire sindire gözlemlediğim renklerin ruhuma işlediğinin farkına vardım. Aynı zamanda yeni insanların renkleri bulaştı bana. Bu yolculuk hem ufkumu açtı hem de paletimin renklerinin zenginleşmesine vesile oldu. Benim baktığım pencereden eserimin renkleri İstanbul’dan ve kendimden kaynaklanıyor. Birçok renk bakımından İstanbul benim penceremden, en sıcak ve derin renklerini taşıyor. Ortada bir mavi deniz iki yakayı birbirinden ayırıyor.
Gökçe Arslan: Renk kullanımım içten gelen bir karar. Bu eserde çoğunlukla turuncu ve mavi, kırmızı ve yeşil kullandım. Bu renkler zıt olmasına rağmen birbirlerini tamamlayan renkler.
Tuğba Erdoğan: Bu çizimde geniş bir renk paleti kullanmayı tercih ettim.
“Fernweh” kelimesi bana daha çok sıcak ve pastel renkleri çağrıştırıyordu.
“Heimweh” kelimesi ise biraz daha eskileri düşündürüyor, bu yüzden krem renkli bir fon kullanıp biraz da mürekkep sıçrattım.
Dışardan bakanlar için eserinizin ilk olarak hangi duyguyu çağrıştırmasını istersiniz?
Aylin Yılmaz: Eserim bir harita çağrıştırdığı için izleyici önce bir şekilde kendi oryantasyonunu bulmak için bir arayış içinde olup, sonrasında adım adım derinlere yani detaylara bakmasını istiyorum. Ne kadar uzun süre bakarsa o kadar detay görebileceğini ve daha fazla hislere ulaşabileceğini ümit ediyorum.
Herkesin kendine göre bir şeyler bulabileceğine eminim. Ben sokağı eve taşıdım, daha doğrusu evi sokaklara taşıdım. İllaki Asya kültürüne ait olması gerekmiyor seyirci, kilimler yine de sıcaklık, ev hissi verebilir. Yakınlık, sıcak bir ev gibi.
Gökçe Arslan: Kendinden bir parça bulmasını.
Tuğba Erdoğan: İlk bakışta, çizimimin tatlı bir tebessüme sebep olmasını istedim. Detaylı bir şekilde bakıldığında biraz hüzünlü ve düşündürücü olabilir (örneğin Barbara’nın yanağından akan gözyaşı, asılı siyah beyaz resim).
Biraz daha felsefi bir soru: Diaspora ve göç, coğrafyayla alakalıdır. İbn-i Haldun da “Coğrafya kaderdir.” der. Sanat bu denklemin neresinde sizce?
Aylin Yılmaz: Coğrafya kader olabilir ama bazen de kendi kaderimize müdahale edebiliriz diye düşünüyorum. Eğer iki kültürü veya birden fazla kültürü kabul edersen, -kendi kültürünü yanında taşıdığın sürece- ufkunun yanında, coğrafyan yani dünyan büyüyor ve sınırlara maruz kalmıyor insan.
Evet, iki veya birçok kültüre sahip olabilirim ama kendimi sınırlamaktan kaçınırım. İstediğim vakitte ve şartlar izin verdiği ölçüde, kendimi her yerde evimde hissedebilirim. Kendime özel oluşmuş kendi kültürümü yanımda taşıdığım sürece istediğim an kök salabilme şansım olduğunu hissediyorum/ düşünüyorum. İlk önce bir insan sonra bir ressam olarak, bu dünyada izler bırakmak gayretindeyim. Kendimden ve çevremden başlayarak etrafımı güzelleştirerek, girdiğim ortamları da güzelleştirmek isterim. Bir ressam farklı ruhlara dokunabilmeli, sanatla uğrasan biri, evrensel olan sanat için ufkunu açık tutabilmeli.
Bir insanın her an her yere kök salabileceğine inanıyorum. Belki de hiç kök salmamalıdır?
Gökçe Arslan: Hangi coğrafyada doğduysan, ister bilinci veya bilinçsiz, gözlemlediğimiz bilinçaltımıza işler. Eğitimimde ve Almanya mimarisinde Avrupa sanatını gözlemledim, öğrendim ve üretim fakat yüzde yüz tatmin olmadım. Eksiklik vardı. Onun için İstanbul’da Geleneksel Türk Sanat dalında eğitim aldım. O yıl demlendim. Topraklarımı anladım. İslam sanatında görsel güzelliğinden öte bir mana buldum ve alt düşünceyi anladım. Eğer coğrafyamda kalıp kaderime boyum eğseydim hep yarım kalırdım ve iki kültürü harmanlayamazdım.
Bence coğrafya kaderimizin bir parçasıdır. Düşüncemiz ve adımlarımız kaderimizi belirler.
Tuğba Erdoğan: Gönül coğrafyamız da kaderdir, biz bu coğrafyayı zenginleştirdikçe, sanatın her yerde olduğunu görebiliriz. Sanat, sınırları olmayan bir kavramdır ve ancak Allah’ın bir tecellisidir. Fırçanın kâğıda değmesi, renklerin uyumu, çizgilerin ve detayların güzel görünmesi, hepsi O’ndandır ve insan sadece bu muhteşem sanatın bir parçasıdır.
Değerli Necip Fazıl’ın ifadeleriyle cümlemi tamamlamak istiyorum, “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış; Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...”
Hepinize çok teşekkürler. Çok keyifli bir sohbet oldu. Çalışmalarınızda başarılar dileriz.