Repressiya’nın Sembolü: “Çernıy Voron” (Kara Karga)

Çarşamba, Ağustos 21, 2024

Sovyetler Birliği'nin Repressiya dönemindeki uygulamalarının sembolü ise "Çernıy Voron" (Kara Karga) adlı polis arabasıydı. Bütün tutuklamalar gece yarısından sonra bu arabayla gelen polisler tarafından yapılırdı. Bu yüzden gece yarısından sonra sokağa bir arabanın girmesi, o sokakta yaşayanlar arasında büyük bir korkuya sebep olurdu.

Repressiya yıllarında tutuklama ve sorgu yöntemleri belirlenmiş bir sistem içinde yürütülüyordu. Suç isnat edilen kişi ya da kişilerin evlerinin önüne genellikle gece yarısından sonra, halk arasında “Çernıy Voron” (Kara Karga) olarak da adlandırılan siyah renkli bir cip yanaşıyor ve önceden belirlenmiş kişiler evlerinden alınarak bir meçhule götürülüyorlardı. Bir sokağa bu kara cip girdiğinde herkesi bir korku sarıyor, götürülecek kişinin kendisi ya da bir yakını olma ihtimali karşısında herkes derin bir endişeye kapılıyordu. Tutuklanan kişilerin akıbeti hakkında bilgi verilmediği gibi çoğu zaman da kasıtlı olarak bazı şayialar ortaya atlıyor, öldürülen kişilerin geride kalan yakınlarının duygularıyla oynanıyordu.

Mesela, kocası Törekul Aytmatov’un akıbetini öğrenmek isteyen Nagima Aytmatova, 24 Ekim 1939 tarihinde Halk Komiserliğine yazdığı dilekçede şunları söylemektedir:

 “Kırgız SSC NKVD ( İçişleri Halk Komiserliği ) tarafından bana bildirildiğine göre eşim, 1938 Kasım’ında Troyki kurulu tarafından suçlu bulunarak 10 yıl süreyle Uzak Doğu’ya (Sibirya) sürgüne gönderilmiştir. Yukarıda verilen bilginin dışında kocam hakkında hiçbir bilgi edinemedik, ölü mü, yaşıyor mu akıbeti belli değil. Son zamanlarda ‘halk düşmanı’ olarak suçlananların suçsuz olduğu görüldüğü için size başvurmaya karar verdim. Kocam hakkında inceleme yapmanızı arz ederim.”

Kırgız SSC Özel Bölüm 1. Başkanı Devlet Güvenlik Teğmeni Saakov tarafından Nagima Aytmatova’ya 22 Kasım 1939 tarihinde verilen cevapta, bir cümleyle, “kocasının hak ettiği için tutuklandığı ve uzak kamplara (Sibirya) sürgüne gönderildiği” bildirilmiştir. Aynı şekilde, Özbek edebiyatının önde gelen isimlerinden Çolpan, Kadiri, Fıtrat gibi birçok aydının kurşuna dizildiği, öldürüldüğü ailelerine bildirilmemiş, nerede oldukları açıklanmadan, ömür boyu maden ocaklarında çalışma cezasına çarptırıldıklarına dair söylentiler çıkarılarak ailelerinin umutları ile de alay edilmiştir. Tutuklanan kişilerin nereye götürüldüğü ve akıbeti hakkında aylarca hatta yıllarca hiçbir haber alınamıyor, durumlarıyla ilgili hiçbir gerçek bilgiye ulaşılamayabiliyordu. Tutuklanan kişiler genellikle; “Türkçü (Pantürkist)”, “Turancı İslamcı (Panislamist)”, “halk düşmanı”, “Alman ajanı”, “Japon ajanı”, “Türkiye ajanı”, “sistem karşıtı/Sovyet karşıtı”, “terörist milliyetçi”, “Troçkist”, “faşist”, “karşı devrimci” gibi adlarla suçlanıyor ve yine bu kişi ya da kişilerin kişisel eşyasına el konuyordu. Psikolojik baskı yapılıp aşağılanıyor ve böylece yıldırılmaya çalışılıyordu. Arkadaşları veya akrabaları kişiler aleyhinde ifadeye zorlanıyordu. Maddi ve manevi şiddet, fiziki işkence ve baskı yapılıyordu. Suçlu bulunan kişiler ceza alırken yakınları da “halk düşmanı” ilan edilerek birçok haktan mahrum ediliyordu.

Repressiya dönemindeki tüm bu uygulamaların sembolü ise Çernıy Voron (Kara Karga) adlı polis arabasıydı. Bütün tutuklamalar gece yarısından sonra bu arabayla gelen polisler tarafından yapılırdı. Bu yüzden gece yarısından sonra sokağa bir arabanın girmesi o sokakta yaşayanlar arasında büyük bir korkuya sebep olurdu. Çernıy Voron’un önünde durduğu evlerde yaşanan korkunun tarifi imkânsızdır. Bu korkuyu yaşayanlardan biri de Bahtiyar Vahabzade’ydi. “İki Korku” şiirinin üçüncü bölümünde Vahabzade, yaşadığı bu korkuyu dile getirmişti.  

Mən düşüncəlerdə bələce qovrularkən

Boşalırkən, dolurkən

Qapımızın önündə bir maşın durdu, Allah,

Kimsə düşüb maşından ünvanı sordu, Allah.

Ev başıma dolandı,

Dünya bir an içində

Kameraya çevrilib, nəce balacalandı.

Soyuq tər basdı məni.

Dedim, dar ağacından öz dilim asdı məni.

Motor səsi eşitdim,

Maşının qapıları örtüldü taraq-taraq.

Maşın gruldayaraq

Getdi…

şükür Allah'a!

Bu xatadan sovuşsam, çarmıxa çəksəler de

Ağzımı kilidlərəm, danışmaram bir daha

Devlet tutuklamaları gündüzleri değil, yalnızca geceleri yapıyordu. Bunun sebebini Rus yazar Aleksender Soljenitsin Gulag Takım Adaları eserinde şöyle izah eder:

“Tutuklamanın gece ve tarif edildiği şekilde yapılmasının büyük yararları var. Kapının vurulmasıyla apartmandakilerin hepsi dehşet içinde kalırlar. Sıcacık yatağından kaldırılan tutuklanacak kimse şaşkınlık geçirir, düşünme yeteneği zayıflar. Geceleyin yapılan tutuklamada görevliler daha üstün durumdadır: Yarım düzine silahlı insana karşı pantolon düğmelerini iliklemeye vakti olmayan bir kişi. İyi planlanmış bir hareket, buradaki bir evden, ötedeki başka bir eve, bir üçüncüsüne sonra bir dördüncüsüne zincirleme gidilmesi hatta hiç acele edilmemesi verimlilik sağlar: Dar bir kadroyla çok vatandaş tutuklanabilir.”

Bu şartlarda sabaha ulaşabilen herkes bir önceki gece tutuklanmadığı için Tanrı’ya şükreder. Bu yüzden gece uzadıkça arkadaşının ihbarı üzerine tutuklanma korkusu Vahabzade’nin içinde büyüdükçe büyür. Tutuklanan sıradan bir SSCB vatandaşının içinde antisovyetik kanıt bulunacak şey olarak düşünüldüğü için ilk el konulan eşyası güncesiydi. Vahabzade içinse içinde düşünceleri, hayalleri, öfkeleri, sevgileri, hayal kırıklıkları bulunan şiirleri... O, gece boyunca yaşadığı korkuyla geçmişte yazdığı muhalif şiirleri arayıp bulur, bir araya getirir. Bir kısmını yakar, yakmaya kıyamadıklarını annesinin protez bacağının içine gizler.

Represssiya dönemini anlatan hikâyeler içinde günce konusunu işleyenlerden biri Melik Tahir’in “Erkin” hikâyesidir. Bu hikâyede on yedi yaşındaki delikanlı, annesinin ısrarlarına rağmen babasının güncesini yakmaya kıyamaz. Kitaplarla birlikte bir küpe koyup köpek kulübesinin altına gömer. Fakat NKVD çalışanları küpü bulur. Delikanlı sorgusunun daha ilk gününde intihar eder. Annesi ise tutuklanır.

Geceleri sokaktan geçen her arabanın sesi korku ve endişeyle dinlenir. Evin önünde duran her araba insanları korkudan titretir. Bir arabanın belirsiz bir saatte sokağa girerek evin önünde durması, içinden her yana korku salan polislerin inerek apartmanın katlarını hızla çıkması ve nihayet kapı zilinin çalınması… Arabanın durmasıyla kapı zilinin çalınması arasında geçen sürede korkunun hangi türleri yoklardı acaba yürekleri?

Figes ise Karanlıkta Fısıldaşanlar adlı eserinde Vahabzade’nin yaşadığı korkunun aynısını yaşayan Viyaçeslav Kolobkov’un Leningrad’da bir fabrika işçisi olan babasının geceleri evlerinin dışında bir araba durunca yaşadığı paniği şöyle anlatır:

“Her gece bir araba motorunun sesini bekleyerek uyanık kalırdı. Ses gelince doğrulup yatağında kaskatı otururdu. Dehşete düşerdi. Karanlıkta onu zar zor görmeme rağmen, yaşadığı korkunun, sinirli terleyişinin kokusunu alır ve bedeninin sarsıldığını hissederdim. ‘Beni almaya geldiler!’ Bir araba sesi duyunca hep bunu söylerdi. Söylediği bir şeyden dolayı tutuklanacağına inanmıştı. Bazen evde Bolşeviklere küfrettiği olurdu. Motorun durduğunu ve açılan araba kapısının çarptığını duyunca, hemen yataktan fırlar ve en çok gerek duyacağını düşündüğü şeyleri telaş içinde el yordamıyla aramaya koyulurdu. ‘Onla’ kendini almaya gelince hazır olması için her zaman eşyaları yatağının yanında bulundururdu. Orda ekmek kabuklarının durduğunu hatırlıyorum; en büyük korkusu ekmeksiz gitmekti. Babamın gözüne birçok gece doğru dürüst uyku girmedi, hiç gelmeyen bir arabayı beklemekten.”

Korku, Büyük Terör zamanında Macaristan’da da mevcuttur. Evlerinden, iş yerlerinden alınanlar Özbekistan’daki Çernıy Voron’a benzeyen siyah arabaya bindirilip götürülürler.

Özbek edebiyatının önemli isimlerinden ve aynı zamanda repressiya mağduru Şükrüllah Yusufoğlu da babasının bir araba tarafından alınıp götürülme korkusunu şöyle anlatır:

“Babam da her zaman korku içinde yaşıyordu. Geceleri köyde siyah bir araba ortaya çıkıyor ve yine birini alıp gidiyordu.” Yusufoğlu’nun babasının korktuğu başına gelir. Maalesef aynı durum Yusufoğlu için de gerçekleşecektir: “Birgün bir siyah araba onu da alıp götürür: Eşyamı sırtlanarak hapishane avlusunda bekleyen Çernıy Voron (Karakarga) arabasına bindim. Şimdi nereye götürecekler? Araba, daha ben ne olduğunu anlayamadan iki-üç dakikalık bir yol almıştı ki, durdu; yine meçhul bir demir nizamiye kapısının gürültü ile açılıp kapanan sesi duyuldu.”

Herkes geceleyin bir araba sesinin evlerinin önünde durmasını, sonra kapı zillerinin çalmasını korkuyla bekler. Vahabzade ve Kolobkov’un gece yarısı bir arabanın gelip onları götüreceği korkusu, Anar Rızayev’in “O Gecenin Seheri” hikâyesinde apartman sakinlerinin her birinin dilinden ayrı ayrı anlatılır. Hikâyede dört katlı, sekiz daireli bir apartmanda yaşayanların 14 Nisan’da gece vakti dışarıda bir arabanın fren sesiyle uyanmaları üzerine yaşadıkları duygular anlatılır. Bu apartmanda yaşayanların her birinin o gece arabanın fren sesini duymalarıyla birlikte yaşadıkları ile tutuklanma korkusuna dair hisleri, dönemin Sovyet vatandaşlarının hissettiği korkuların da tasnifi ya da özeti gibidir: Binanın bir numaralı dairesinde yönetici Beşir ve eşi Züleyha oturmaktadır. Apartmanın önünde duran arabanın fren sesiyle birlikte Züleyha gördüğü rüyası yarım kalarak uyanır. Karı koca gelenlerin ayak seslerini dinlerler. Beşir bu seslerden asker ya da polislerin üç ya da dört kişi olduğunu tahmin eder. Beşir ve Züleyha, “Allah, sen özün hatadan sahla!” diye dua edip korkuyla beklerken adım sesleri onların bulunduğu daireyi geçip iki numaralı daireye doğru yönelir. Burada kocası ölmüş yaşlı Zehra ile evinin bir odasını kiraladığı, Sekine vardır. Uykusu derin olan yaşlı Zehra arabanın fren sesine uyanmaz, fakat Sekine adım sesleri kendi dairelerine yaklaştıkça artan korkuyla yazarın ifadesine göre “beynine çiviler çakılırcasına” bekler. Çünkü o gün işyerinde çalışırken önemli bir kelime içindeki bir harfi yanlış dizmiş, dizilen yanlış harf kelimenin manasını değiştirmiştir. Sekine, bunu bilen tek kişi olan iş arkadaşı Ahmedov tarafından ihbar edilme korkusu içindedir. O, başörtüsüyle alnındaki terleri silerken adım sesleri üç numaralı daireye yönelir. Bu dairede Surhay adında bekâr bir mimar oturmaktadır ve araba apartmanın önünde durduğunda hâlâ çalıştığı için uyanık olan tek kişidir. Surhay işine o kadar kendini kaptırmıştır ki, ne arabanın gelişini ne de fren sesini duymuştur. Yazar, Surhay kişisiyle her dönemde yalnızca işini yapan, işine yoğunlaşan insanların Repressiya gibi sıra dışı zamanlarda bile hiçbir şeyden etkilenmeyeceklerini, (belki) zarar da görmeyeceklerini işaret eder. Adımlar Surhay’ın bulunduğu daireyi de geçip dört numaralı daireye yönelir. Burada eski bir parti mensubu olan Gurbankişi vardır. O, zaten son üç aydan beri tutuklanacağını düşünerek yaşamaktadır. Bunun için çantasını bile hazırlamıştır. Gurbankişi, bu korkusunda haklıdır. Çünkü artık Komünist Parti’nin eski yöneticileri de herkes gibi büyük bir tehlike altındadırlar. Joseph Stalin, itibarını yitiren parti üyelerinin, gelecekteki tarihçiler için siyasî varlıklarının hiçbir kaydı kalmasın diye parti fotoğraflarından bile çıkarılmalarını buyurmuştur.

Okuyucu, yazarın onunla ilgili anlatımlarından Gurbankişi’nin tutuklanacağı hissine kapılsa da, ayak sesleri hem Gurbankişi’nin hem de okuyucunun şaşkınlığı içinde üçüncü kata, dolayısıyla boş olan beş numaralı daireyi de geçip altı numaralı daireye yönelir. Burada Cavanşir, eşi Tovuz ve altı yaşındaki kızları Rena yaşamaktadır. Onlar Gurbankişi’nin tutuklanacağını düşünürken adım sesleri kendi dairelerine yönelince büyük bir korkuya kapılırlar. Kızları Rena’nın daha önce beş numaralı dairede oturan ve halk düşmanı olmakla suçlanarak tutuklanan komşuları müzisyen Fereç’in şarkılarını söylediğini hatırlarlar. Korkuları iyice artar. Cavanşir ve Tovuz başlarına gelecek olanın Fereç’in kızlarını zehirlemesinden kaynaklandığını düşünüp birbirlerini suçlayıp kavga ederlerken adım sesleri yedi numaralı daireye yönelir. Bu dairede o gece evde olmayan kaptan Salayev oturmaktadır. Sekiz numaralı dairede ise petrol işçisi Zeynallı ve ailesi yaşamaktadır. Bu dairenin kapısı apartmandaki herkesin duyacağı şekilde şiddetle vurulunca hemen açılır. Gelenler içerdekilerle birlikte aşağı inerek arabaya binip giderler. Hikâye beklenmedik bir sonla biter.

Bu hikâyenin o dönem Sovyet toplumundaki karşılığı (aslında hikâyeden haberdar olmayan) Orlando Figes’in Karanlıkta Fısıldaşanlar Stalin Rusya’sında Özel Yaşam adlı eserinde şöyle dile getirilir:

“İnsanlar gece yarısı kapılarının çalınacağı yönünde korkulu bir beklentiyle yaşıyordu. Geceleri yarım yamalak uyuyor ve dışarıda bir araba freni duyar duymaz uyanıyordu. Ayak seslerinin merdiveni ya da koridoru geçip uzaklaşmasına kadar nefes almaksızın yatakta bekliyor, ardından ziyaretçilerin kendisi için gelmediğini anlamanın rahatlığıyla tekrar uykuya dalıyordu”

Denilebilir ki Repressiya zamanında, dünyanın en büyük ülkesinde yüz binlerce insan yarım yamalak ve her an yataktan kalkacak şekilde tetikte uyurlar. En çok korkulan ise gece yarısı sokakta duyulan fren sesidir. Bu sesin güçlü çağrışımları ve onu duyanın ruhunda korkunç karşılıkları vardır: “halk düşmanı”, “vatan hainliği”, yalnızca dosyadan görülen mahkemeler, Sibirya’ya sürgün, kurşuna dizilme…

Kaynak: Türk Dünyasında Repressiya,s.80-85. 


İlgili Haberler

kardes-topluluklar
Kardeş Topluluklar,Uluslararası Öğrenciler,Yurtdışı Vatandaşlar

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde yaşayan vatandaşlar

Pazartesi, 30 Aralık 2024

duyurular
Duyurular

YTB Uzman Yardımcısı Alım İlanı

Cuma, 27 Aralık 2024

hafiza
Hafıza

Mehmet Âkif; Berlin’de kaldığı günlerde, Çanakkale Savaşları bütün dehşetiyle devam ediyordu. Savaşın durumu her an merakını

Cuma, 27 Aralık 2024