Uğur Böceği
Pazartesi, Ekim 24, 2022Biliyordu, Hasan amcanın yarası da hâlâ yeniydi, yataktan bile kalkamayacak hâldeydi. Bıçak elinde Ayşe teyzeye doğru koştu, iri cüssesiyle ahırın kapısındaki Ayşe teyzeyi neredeyse ezecekti. Hemen Uğur Böceği’nin boynuzundan tuttu, biraz başını kaldırdı ve boynundaki ipi bir hamlede kesti. Yaşlı inek hırıltıyla derin bir nefes aldı ve kocaman olmuş gözleri rahatladı.
Gün tepeden yeni yeni göründü. Çığlık sesleri soğuk kış sabahında derenin iki yakasına uzanmış Soğuk Pınar köyü üzerinde yankılanmaya başladı. Ayşe teyzenin gördükleri karşısında eli ayağı kesildi, yere yığıldı, elleri dizlerinde;
“Hasaaaan, Hasaaaan! Bıçak getiiiiir!” diye, avazı çıktığı kadar bağırdı. Komşunun oğlu İsmail, Ayşe teyzeyi pencereden gördü, olayın farkına vardı ve hiç tereddüt etmeden yerdeki ekmek bıçağını alıp fırladı. İki evin ortasındaki yarı yıkık çiti zıpladı geçti, koşarken kapıya baktı Hasan amcayı da göremedi. Biliyordu, Hasan amcanın yarası da hâlâ yeniydi; yataktan bile kalkamayacak hâldeydi. Bıçak elinde Ayşe teyzeye doğru koştu, iri cüssesiyle ahırın kapısındaki Ayşe teyzeyi neredeyse ezecekti. Hemen Uğur Böceği’nin boynuzundan tuttu, biraz başını kaldırdı ve boynundaki ipi bir hamlede kesti. Yaşlı inek hırıltıyla derin bir nefes aldı ve kocaman olmuş gözleri rahatladı.
“Yok bir şey Ayşe teyze, yok bir şey, sadece dolaşmış, kalkacak şimdi, dedi İsmail. Gözü yaşlı Ayşe teyze Uğur Böceği’nin yanına gitti, alnından öptü, başını okşadı. İsmail ahırdan çıkarken “Olan yere oluyor işte” diyerekten, on gün önce ağır ameliyat geçiren, kapının eşiğinde onlara gözü yaşlı bakan Hasan amcaya doğru yürüdü, onu da rahatlatmaya çalıştı...
“İyi ki sen varsın İsmail, iyi ki sen varsın, dedi titrek sesiyle Hasan amca. “Hasan amca gir içeriye, üşüteceksin kendini, Ayşe teyze bir de seninle uğraşmasın bu kar kışta yine, yeni yeni düzelmeye başladın bak,” diyerekten Hasan amcanın sol koluna girdi ve onu sobanın gürül gürül yandığı odaya doğru götürdü. Sobanın üzerinde çaydanlık kaynıyor, odayı mis gibi Balkan çayı kokusu sarmıştı. Eskimiş, demiri çatlamış, paslanmış sobanın içinden pırıl pırıl alevler ışıldıyordu. Hasan amca yavaşca İsmail’in yardımıyla yatağına oturdu ve sırtını üst üste koyduğu yastıklara dayadı.
“Otur İsmail, otur, acele etme, Ayşe teyzen birer çay döksün, sıcacık içelim, kemiklerimiz ısınsın, ben de içmedim hâlâ.” dedi Hasan amca. Aslında içmişti çayını, ama muhabbete hasretti, konuşmak istiyordu, bir lafla zaman öldürmek istiyordu.
“Tamam, ben alırım, Ayşe teyzemin işi var, tez gelemez.” dedi. Hasan amcaya ve kendine birer bardak çay hazırladı İsmail ve köşedeki eski, yıpranmış sandalyeye oturdu. Hasan amca merakla, can kulağı ile dinliyordu, Uğur Böceği’nin iyi olduğunu ve düzeleceğini söylüyordu İsmail. Hasan amcanın üzerindeki gerginlik ve yük hafiften kalktı. Sıcak çayını yudumlarken; “Kaldık yalnız, bu hâlimizle kaldık yalnız.” diye mırıldanıyordu Hasan amca. Üç evlatları olmasına rağmen yanlarında kimse yoktu; kızı Bursa’da, bir oğlu Belçika, diğer oğlu ise Fransa’daydı. Hasan amca en büyük teselliyi radyo dinlemekte buluyordu, radyodan aldığı haberleri gelene gidene de anlatıyordu, Rumeli şarkıları ise canına can katıyordu, unutuyordu yalnızlığını ve acılarını. Sofya Radyosu’nun Türkçe yayınlarını dinlemeyi seviyordu. Gençliği, hayatı, güzel anıları geçiyordu gözlerinin önünden, her defa dinlediğinde o şarkıları.
“İsmail,
aç şu radyonun sesini, içimiz açılsın, bir dinleyelim, Alan Çayırları türküsünü
söylüyor Hasan Rodoplu, aç, aç daha, sonuna kadar aç şunun sesini.” diyerekten
gözlerine ve yorgun yüzüne bir tebessüm geldi Hasan amcanın bir anlık, tüm
acılarına rağmen.
“Sende daha ekmek var Hasan amca, az kaldı bu fıtık seni götürecekti, iyi ki zamanında hastaneye yetişebildik, fıtık sıkışması tehlikeli, boylayacaktın tahtalıköyü.” diyerek Hasan amcanın yüzündeki tebessümü daha da artırmaya çalıştı İsmail.
-İyi ki sen varsın İsmail, ölecektik yetişemeseydik hastaneye, onca yol sırtında taşıdın beni, sana da çok zahmet veriyoruz, senin hakkını nasıl öderiz bilmem.
-Ne yaptık ki Hasan amca, altı üstü beşyüz metre yol arabaya kadar götürdük, seni de oraya kadar taşıyamayacaksak bu yüz kiloluk vücüt bana hesap sorar yarın mahşerde.
- Öyle de İsmail, bak bizimkilerden kimse yok, kimse kalmadı, sana yük oluyoruz hep.
- Olur mu be Hasan amca? Biz niye kaldık köyde, niye muhtar olduk sana yardım etmeyeceksek. Biz senin az mı yardımını gördük, az mı taşıdı siyah eşek bizim tütün yüklerini? O yıl siz yardım etmeseydiniz tütünümüz tarlada kalacaktı, Emir de o zaman dünyaya gelmişti çok zordu işimiz.
- Haaa ne yapıyor o delikanlı, Hasan amcasını iyice unuttu, eskiden daha sık geliyordu, daha fazla görüyordum sokakta.
-Ne yapacak, havalar soğuk pek dışarı çıkmıyor, okuyor çocuk. İkinci dönem de yeni başladı, dersleri yoğun, bıldır ortaokulu bitirdi bu sene artık lise birde, boş zamanlarında da telefon elinden düşmüyor, zamanın çocukları işte. Sözünü bitirip bardağınkaki çayı yudumladı İsmail.
- Ahir zaman işte, diye mırıldandı Hasan amca.
- Bana müsaade Hasan amca, kalkayım, traktör gelecek, yardımcı olalım da yolları güzelce açsınlar, yoksa köyden çıkamayız.
- Sonra çocuklardan biri gelsin de bugünkü sütü Ayşe teyzen versin onlara. Yaşlı artık Uğur Böceğimiz, ama çocuklara yine bir içimlik vardır. İyi ki sen varsın İsmail, iyi ki sen varsın...