Vadedilmiş Topraklar
Salı, Ağustos 27, 2024Kadim şehir, biz henüz dağlarında göz gezdirirken, kalbimizi inceler, bizde gördüklerine göre karar verir, bize neleri sunup sunmayacağına. Bu karara göre Granada’daki Mirador de San Nicolas seyir tepesinde Elhamrâ’yı altına boyayacak gün batımını beklerken, bir anda Kudüs’ün Zeytin Dağı’na ışınlanabilir; az ileride bulunan Granada Ulu Camii’nde okunan akşam ezanıyla, gözlerimizi dahi kapatmadan Süleymaniye Camii’nden İstanbul boğazına bir bakış atabiliriz.
Bana ne Paris’ten
Newyork’tan Londra’dan
Moskova’dan Pekin’den
Senin yanında
Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı ?
İnsanın kaderi birdir. Hangi çağda yaşarsa yaşasın; geldiği yer, varacağı nokta aynıdır. İçinde ebediyet barındıran her varlık, kendisine vadedilenlere bir an önce kavuşma arzusuyla dünyadaki yansımaların peşinden koşar. Hatta, eğer o yansımayı henüz bulamamışsa, kendi elleriyle inşa eder. Bu sebeple bazı şehirlerin kökü hakikaten maziye dayanır. Öyle ki bahsettiğimiz zaman, kalubeladan dahi evveldir, cennetin yaratılış günlerine denk gelir. Bu yüzden İslam medeniyetine ev sahipliği yapmış birçok şehir bu cennet özleminden bir iz taşır. Çünkü bilir ki altlarından ırmaklar akan cennetlerde1 onu bekleyen köşkler, saraylar vardır. Oysa durmak, beklemek, zamana bırakmak sabırsız, “her şey bir an önce olsun – mümkünse şimdi olsun” diyen insanın bünyesine aykırıdır. Öyleyse geriye yapılacak tek şey kalır: Elini taşın altına koymak…
Endülüs bölgesinin vadilerinde bulunan, Sierra Nevada Sıradağları’nın eteklerinde, Genil Nehri’nin çevresinde yüzyıllarca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış Granada da bahsi geçen şehirler arasında yer alır. Şehrin dokuz kapısı, cennetin sekiz kapısına atıftır âdeta. Hangi kapısından girersek girelim, şehrin ihtişamlı tarihiyle karşılaşırız. Bu tarihi yansıtan yapılardan biri de hiç şüphesiz Elhamrâ Sarayı’dır. Sarayın beyaz sütunlarındaki dantelvari işlemeler, sarımtırak duvarları süsleyen çinilerde tercih edilen renkler, ana bahçede Mudhâmmetân’ı2 anımsatacak envaiçeşit yeşilin içinde yetiştirilen çiçekler, servi ve nar ağaçları gözlerimizi kamaştırmakla kalmaz; ruhumuza ılık bir meltemle dokunur, onu uzak bir yolculuğun ardından kendine getirir. İnsan, o esnada içine çektiği nefesin kekik, biberiye, gül kokusundan fazlasını taşıdığını her zerresiyle anlar. Zira soluduğu hava, şehrin ruhundan başkası değildir.
Bir heykeltıraşın önündeki taştan fazlalıkları çıkararak ortaya koyduğu eser, heykeltıraş kendisine dokunmadan önce de vardır. Yalnızca görünür değildir, henüz taşın içinde gizlidir. Tıpkı Rodin’in ellerini çenesine yaslamış vücudunu eğmiş, biraz kamburumsu “Düşünen Adam”ında olduğu gibi, şimdi mevcut olan aslında görünür kılınmadan önce de vardır. O varlık da kendince doğru kişinin, doğru zamanda gelip kendisini şekillendirmesini bekler. Benzer bir durum şehirler için de geçerlidir. Bizi şaşırtan mimariler ve kültürel zenginlikler, aslında zaten var olan şehrin ruhundan doğar. İnsan yoktan var edemeyeceğine göre, şehri ve onun içinde barındırdığı medeniyeti bir sanatçı gibi işleyerek görünür kılar. Dâhil olması gereken kültürel, estetik, ekonomik çerçeveyi şekillendirir, ihtiyaçları doğrultusunda (en iyi ihtimalle) yaşanılacak bir yere dönüştürür. Bu dönüşüm şehrin ve insanın karşılıklı iletişim hâlinde olmalarıyla gerçekleşir. Şehir de yontuldukça, insanı besler; onu biraz daha ileri taşır. Kısacası kendi hür iradesiyle bir medeniyet oluşturur.
Arapçada kadim ve kademe kelimeleri aynı köke dayanır. Bir şehir, eskimemiş aksine kendine geçmişte ne denli köklü bir varlık üzerine kurmuşsa (kadim), geleceğini de o denli sağlam bir şekilde basamak basamak inşa edebilir (kademe). Burada gözetilmesi gereken mühim bir unsur vardır: Şehrin şekli, yapısı hatta yerlisi değişkendir; onu diri ve yüce tutan yalnızca ruhudur. İşte bu ruh sayesinde bazı şehirler, tıpkı Bağdat, Cidde, Granada, İstanbul, Kudüs, Kurtuba, Mekke ya da Şam’da olduğu gibi, başka şehirlere nazaran üstündür.
Şehirlerin bu ruh benzerliği bir bakıma şöyle açıklanabilir: Bazen, yolda yürürken, bir tanıdığımızı görür gibi oluruz; yanımızdan geçip giden kişi, tanıdığımıza o kadar benziyordur ki “İnsanlar çift yaratılmıştır.” sözüne biraz daha inanırız. Bu çift yaratılmışlık hissi, coğrafi olarak birbirlerinden kilometrelerce uzakta bulunan şehirler için de söz konusu olabilir. Böylelikle birbirinden örneğin saat dilimi, para birimi, dil, yöresel yemekler vb. bazında ayrım yapacağımız şehirler, yine bu ruh benzerliğinden ötürü kardeş şehir olarak görülebilir. Bu ruh kardeşliği sayesinde Maraş’ta Şairler Tepesine çıkarken Granada’da Sierra Neveda yolundaki zeytinlikleri hatırlayabilir, yine aynı sebepten ötürü Granada’da o zeytinlikleri ve etrafı kuşatan sıradağları gördüğümüzde hiç gitmediğimiz Mekke’yi selamlayabiliriz. Belki de bu görünmez bağın hissettirdiklerinden ötürü, bir gecede Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya götürülen Hz. Peygamber’in isra ve miraç hadiselerine dair inancımız kolaylaşır.
Ruh kardeşi olan şehirler aynı dili konuşur, aynı acıyı taşır, aynı ulvi bakışla süzer bizi. Zira onlar geçmişte en az bir uygarlığa ev sahipliği yapmış; sanatçılara, filozoflara ilham olmuş, kültürel bir mirası özenle mayalamışlardır. Üstelik bu kadim şehirler, bütün geçmiş tecrübelerine dayanarak, hangi sokakları hangi niyetle gezdiğimizi bilir. Modern çağ insanı, her şeyi kendi arzu, isteği ve talebiyle elde edeceğine inandırılmış olsa da kadim şehir, biz henüz dağlarında göz gezdirirken, kalbimizi inceler, bizde gördüklerine göre karar verir, bize neleri sunup sunmayacağına. Bu karara göre Granada’daki Mirador de San Nicolas seyir tepesinde Elhamrâ’yı altına boyayacak gün batımını beklerken, bir anda Kudüs’ün Zeytin Dağı’na ışınlanabilir; az ileride bulunan Granada Ulu Camii’nde okunan akşam ezanıyla, gözlerimizi dahi kapatmadan Süleymaniye Camii’nden İstanbul boğazına bir bakış atabiliriz. İşin özünde, eğer bir şehir bizimle iletişim kurmayı kabul etmişse, bizden şanslısı yok demektir. Zira artık nerede olursak olalım, bize açılan şehrin ruh kapılarından girip aynı anda bambaşka âlemleri seyre dalmamız mümkündür. Dilersek bu dünyada, dilersek başka bir âlemde bize vadedilen topraklara adım atmamız artık yalnızca an meselesidir…
dipnotlar
1 Bakara, 2:25.
2 Rahmân, 55:64; “Her tarafı yemyeşil nebatat, hazrevat ile kaplı iki cennet” (bkz. luggat.com)
Telve’nin 12. sayısını okumak için tıklayınız.
Telve'nin tüm sayılarını okumak için tıklayınız.