Willi Ne İstiyor?
Cuma, Aralık 1, 2023Gözleri şiş, yanakları kırmızı, çilli burnu ıslak bir hâlde torbasını da alıp yürümeye başladı. Sabah erkenden kalkıp Münih sokaklarında gezmeyi seviyordu.
Uzun süredir sokakta yaşayan Willi, güneşin doğmasıyla ayaklanıp battaniyesini alışveriş torbasına yerleştirdiğinde gökyüzünden bir damla, tam da burnunun üstüne “şıp” diye düşüverdi. Birkaç haftadır su görmeyen burnu nihayet suyla temas etmişti. Willi ne ıslaklığı gidermeye çalıştı ne de damla hakkında kafasını yordu.
Yattığı yeri toparladıktan sonra üstüne başına çekidüzen verdi. Willi’nin kendine çekidüzen vermesi montundaki tozu kiri silkeleyip tekrar giymekten ve başına bir kep geçirmekten ibaretti. Gözleri şiş, yanakları kırmızı, çilli burnu ıslak bir hâlde torbasını da alıp yürümeye başladı. Sabah erkenden kalkıp Münih sokaklarında gezmeyi seviyordu. Bu saatlerde çok insan olmazdı. İnsanlardan tiksinen tiplerden değildi, aksine daha çok insanlar onu gördüğünde yüzlerini buruşturur, gözlerini başka yere çevirirlerdi. Willi koktuğunun da sarı saçlarının kirden renk değiştirdiğinin de farkındaydı. Ara sıra, çok parası olduğunda tren garının oradaki paralı duşlarda yıkanıyordu. Fakat yıkanmak anlamsızlaşmıştı. Onun için kokmak veya kirli olmak kötü değildi. Kendini buna alıştırmıştı. Yanından geçen insanların ekşiyen suratlarını, korkulu ve meraklı gözlerle bakan çocukları, acıyarak bakanları, en önemlisi de o yokmuş gibi davrananları çoktan umursamayı bırakmıştı. Her gün geçtiği sokaktan her zamanki gibi geçti. Her gün uğradığı fırına girip her zamanki gibi cebindeki demir paraları saymaya başladı. On sent, yirmi sent, yirmi beş sent… Satıcı kız uykulu ama makyajlı gözlerle kasadan seslendi. “Günaydın.”
Para saymakla meşgul olan Willi “Günaydın” dedi.
“Buyrun, ne istersiniz?”
“Bir dakika paramı saymam gerekiyor.” diye cevap verdi Willi. Gayet ciddi bir yüz ifadesiyle. Satıcı eline telefonunu alıp sosyal medyada gezindi. Seksen sent. Doksan sent. Willi kafasını kaldırdı ve “Bir breze lütfen” dedi. Pembe, uzun tırnaklı kız telefonu tezgâha bırakıp hamarat bir şekilde kese kâğıdını açtıktan sonra içine brezeyi yerleştirdi. “Seksen beş sent,” dedi ve elini uzattı. Willi elindeki tüm parayı kızın avucuna bıraktı. Kız tek tek saydıktan sonra kasaya yerleştirdi ve tebessüm ederek beş senti geri uzattı. “Bu fazla olmuş, afiyet olsun,” diye seslendi. Willi şaşırdı. Afiyet olsun mu demişti o? Hem de tebessüm ederek. Bu kız buraya yeni mi gelmişti? Sokakta yaşadığını bilmiyor muydu? Willi beş senti alıp teşekkür etti. Kız eline telefonu aldı ve hızlıca bir şeyler yazmaya başladı. Tam kapıyı açıp çıkacaktı ki elinde kalan son 5 senti tezgâha bıraktı. “Üstü kalsın,” dedi. Çirkin ve pis dişlerinden utanmadan bir gülücükle fırını terk etti. Çıkar çıkmaz bir damla burnuna düşüverdi. Willi damlayı silmeden yoluna devam etti. Burnu bayram ediyordu. Kenarda, köşeye oturup ekmeğini yedi. Giden gelen, topuklu topuksuz ayakkabılı, öğrenci öğretmen, fakir zengin, genç yaşlı, uzun veya kısa saçlı, iyi ve kötü insanlar önüne para atıyor diye düşündü. Hoş, iyi kötü ayrımı görünüşe göre nasıl yapılabilir diye düşündü Willi. Ekmeğini yedikten sonra kararını vermişti. Görünüşe göre iyi veya kötü diyemezdi kimseye. Zihnindeki kelimeleri değiştirdi. Giden gelen, topuklu topuksuz ayakkabılı, öğrenci öğretmen, fakir zengin, genç yaşlı, uzun veya kısa saçlı insanlar önüne para atıyordu. Bir iki saat öylece oturdu gelen gideni seyretti. Arada selam verdi. Selamını alan da oldu almayan da oldu. Galiba alışmıştı. İnsanlara kırılmıyordu. Dilenmeyi sevmiyordu. Ama başka çaresi de yoktu veya vardı. Aslında yaptığı şey dilenmek de sayılmazdı. Sonuçta oturup ekmek yiyordu, önüne de boş bir karton bardak koyuyordu. Kimseyi zorlamıyordu. Acındırmıyordu kendini. İsteyen beş sent, isteyen bir avro atıyordu. Bir damla daha düştü. Yine burnunun üstüne. Willi gökyüzüne baktı. Tek tük bulut vardı. Bir yere yetişecekmiş gibi aceleci davranıyorlardı. Gözüne kestirdiği bulut bir binanın arkasında kaybolduğunda ayağa kalktı. Gitme vakti dedi kendisi ve torbasıyla yola koyuldu. Bulutlar bile yerlerinde durmuyor Willi, sen de hareketlen dedi kendi kendine. Karton bardaktaki demir paraları cebine koyup büyük kilisenin yanındaki parka doğru yürüdü. Parkta bir banka oturdu. Bulutlar kaybolmuş yüzüne güneş vuruyordu. Gözlerini kapatıp kafasını arkaya yasladı. Evet, budur dedi. Huzuru buldum dedi kendi kendine. Biraya bile gerek yok diye düşündü. Kasları gevşemiş, rüyalara dalmak üzereyken burnuna bir damla daha düşüverdi. Willi irkildi. Bulut yoktu. Nereden gelmişti bu damla. Ağaçtan mı?
Etrafını izlemeye başladı. Kilisenin yan duvarına karşı dikilmiş bir adam gördü. Evsizlere benziyordu. Parktan kucağında minik beyaz bir köpek olan genç bir kadın geçiyordu. Topuklu ayakkabıların çıkardığı ses kulakları tırmalıyordu. Okuldan çıkan, sırt çantaları kendilerinden büyük iki çocuk telefonlarından gözlerini ayırmadan geçti. Kilise duvarındaki adam fermuarını çektikten sonra sallana sallana Willi’nin yanındaki banka oturdu. Adam, “Biran var mı?” diye seslendi Willi’ye. Willi burnundaki ıslaklığı silerek “Yok bugün alkolü bıraktım.” dedi. Adam kahkaha attı. “Nasıl yaşamayı düşünüyorsun?” “Su var.” “Benden manyakları da varmış” diyerek ağzına geleni söyleyip sallana sallana gitti. Willi, adamı düşünerek kafa salladı. Gökyüzünde tekrar bulutlar çoğaldı. Önce bir damla sonra birkaç damla düştü. Damlalar çoğaldı yağmura dönüştü. Willi sırılsıklam oldu. Bu sefer ne kaçtı ne de yağmurdan korundu. Aklına bir şey düşmüştü. Willi çok vakit kaybetmeden tren garının oradaki paralı duş yerine doğru yürüdü.
Telve'nin 10. sayısını okumak için tıklayın.
Telve'nin tüm sayılarını okumak için tıklayın.