Afrika-Türkiye İlişkilerine Bir Gelecek Perspektifi Çizmek
Perşembe, Ekim 27, 2022Tarihi, jeopolitik ve jeokültürel açıdan bir Afro-Avrasya ülkesi konumundaki Türkiye çok boyutlu bir dış politika izlemeye çalışmaktadır. Bu süreçte Türkiye’nin izleyeceği politikaların, çok boyutluluğun bütün boyutlarına cevap verebilecek felsefi, tarihi ve coğrafi derinlikte olması önem arz etmektedir. Bu konuda yaklaşımımız hem Afrika kıtasının ve hem de Türkiye’nin karşılıklı olarak beklentileri, menfaatleri ve gelecekteki ihtiyaçları dikkate alınarak dile getirilmeye çalışılmalıdır.
Ülkemizin çok yönlü ve aktif dış politika yaklaşımının bir gereği olarak Afrika ülkeleriyle ilişkilerimizin, ortaklık anlayışını esas alan ve sürdürülebilir bir zemine oturtulması büyük önem taşımaktadır.
Tarihi, jeopolitik ve jeokültürel açıdan bir Afro-Avrasya ülkesi konumundaki Türkiye çok boyutlu bir dış politika izlemeye çalışmaktadır. Bu süreçte Türkiye’nin izleyeceği politikaların, çok boyutluluğun bütün boyutlarına cevap verebilecek felsefi, tarihi ve coğrafi derinlikte olması önem arz etmektedir. Bu konuda yaklaşımımız hem Afrika kıtasının ve hem de Türkiye’nin karşılıklı olarak beklentileri, menfaatleri ve gelecekteki ihtiyaçları dikkate alınarak dile getirilmeye çalışılmalıdır.
Türkiye’nin Afrika’da varlığının kalıcı olması ve yürüteceği çalışmaların da uzun vadeli olabilmesi için Türkiye’nin bugün yürütmüş olduğu Afrika politikası, Afrika’yı keşfetme veya Afrika’ya açılma olarak değil ‘Afrika’ya Dönüş’ olarak okunmalıdır.
Afrika-Türkiye İlişkilerinin Tarihsel Temelleri
Türkiye, Afrika kıtası ile –tamamıyla olmamakla birlikte- ortak bir tarihe, dine ve siyasi geçmişe sahiptir. Mısır’da Tolunoğulları Devleti’nin 868 yılında kurulmasıyla başlayan ortak tarih İhşitler, Eyyubiler, Memlukler ve Osmanlılarla devam etmiştir. Türklerin aslında Anadolu’dan önce Afrika’da devlet kurduğu ve Afrika’ya yerleşmeye başladığı görülmektedir. Türkiye’nin tarihi hinterlandı içerisinde değerlendirildiğinde Afrika’nın, yaklaşık olarak 30 ülke, 14 milyon km2 toprak, 650 milyon nüfus ve neredeyse 1200 yıla yakın bir ortak tarih ve varlık gösterdiği bir kıta olduğu dikkate alınmalıdır.
Kıtadaki tarihi geçmişimizden dolayı Afrika, Türk dış politikasında vazgeçilemez bir bölgedir. Fakat yıllarca Afrika ülkeleri sadece Birleşmiş Milletler toplantılarında özellikle de Kıbrıs konusunda destek bulmak için ziyaret edilen ülkeler olmuştur. Afrika kıtasında sömürgecilere karşı Türkiye Afrikalılarla birlikte mücadele etmiştir. Elbette ki politik ve ekonomik beklentiler ilişkilerin gelişmesine katkı verecektir. Fakat karşılıklı ilişkide “güven duygusunu” inşa edecek olan Türkiye’ye karşı tarihten gelen güven olacaktır. Burada yine bize çok büyük rol düşmektedir. Çünkü Afrikalılara bu tarih unutturulmuştur. Afrika Tarihi kitapları maalesef Avrupa’dan başlamaktadır. Bu noktada önce bizler Afrika kıtasındaki tarihi varlığımızın farkında olmak ve bunu Afrikalılara aktarmak zorundayız. Bu bölgelerde sömürgecilik sonrası ortaya çıkan ülkelerle ortak bir tarihe sahibiz.
Türkler olmadan Afrika tarihi yazılamaz. Afrika olmadan da Türkiye tarihi yazılamaz. Yazılırsa da eksik kalır. Türkiye’nin Afrika kıtasında sömürgeci Batılı devletler gibi kanlı bir tarihi yoktur. Sömürgeci ülkelerin etki alanlarından kurtulan Afrika ülkeleri, tarih yazımında Türkiye ile birlikte çalışmak istemektedirler.
Afrika’da yürüttüğümüz bütün çalışmalar Afrika’ya yönelik çalışmalarımızın siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal bütün boyutlarına cevap verecek yetkinlikte olmalıdır.Hâlihazırdaki Durum Dışişleri Bakanlığı kayıtlarına göre 1998 yılında başlayan, 2005 yılında Afrika Birliği’ne (AfB) gözlemci üye olmamız ve 2008 yılında ülkemizin AfB tarafından stratejik ortak olarak ilan edilmesiyle ivme kazanan çok boyutlu Afrika’ya açılım politikamız kapsamında bölge ülkeleriyle başta siyasi ilişkiler olmak üzere ticaret, yatırımlar, kültürel projeler, güvenlik ve askeri iş birliği ve kalkınma projeleri gibi birçok alanda hızlı ilerleme sağlanmıştır. Kıtayla ilişkilerimizin güçlendirilmesini teminen tüm Afrika ülkelerinde temsilciliklerimizin açılmasına önem verilmektedir. 2002 yılında sadece 12 büyükelçiliğimiz bulunan Afrika’da 2021 yılında bu sayı 43’e yükselmiştir. Öte yandan, Afrika ülkeleri de ülkemizin ilgisine kayıtsız kalmamış, 2008 yılının başında 10 olan Ankara’daki Afrika büyükelçiliklerinin sayısı 37’ye çıkmıştır. Büyükelçiliklerimizin yanı sıra TİKA, AFAD, Yunus Emre Enstitüsü, Maarif Vakfı, Türkiye Diyanet Vakfı, YTB, Anadolu Ajansı, Türk Hava Yolları gibi kurumlarımızla kıtadaki faaliyetlerimiz daha da yaygınlaştırılmıştır. Türkiye kendi tarihi tecrübesini, toplumsal, siyasal ve kültürel birikimini, sahip olduğu olanak ve kaynakları Afrika ülkeleriyle “Afrika’nın sorunlarına Afrikalı çözümler” ilkesi çerçevesinde ve karşılıklı yarar temelinde paylaşmaktadır. Tarihsel bir temel üzerine inşa edilen Türkiye’nin Afrika politikası siyasi, insani, ekonomi ve kültür ayaklarını içerecek şekilde ve ikili, bölgesel, kıtasal ve küresel olmak üzere dört boyutta yürütülmektedir. ( https://www.mfa.gov.tr/turkiye-afrika-iliskileri.tr.mf)
Yumuşak güç bağlamında değerlendirilecek bu çalışmalar devam ederken aynı zamanda ülkemizin savunma sanayi ve askeri iş birlikleri konusunda da daha fazla çalışma yapması gerekmektedir. Sömürgeciliğin inşa ettiği zihni yıkımların ve etkilerinin farkında olmalıyız. Çünkü bugün Afrika ülkelerinin neredeyse hepsinde eski sömürgeci devletlere karşı bir hayranlık vardır.
Eğitim, Kalkınma Yardımları ve İnsani Yardımlar
Eğitim çalışmaları yapılırken ülkelerdeki kültür, etnik, dil, din ve mezhep hassasiyetleri göz önünde bulundurulmalıdır. Müslümanlar açısından da Müslümanlara Sünnilik, Hanefilik, grupçuluk, hizipçilik refleksleriyle değil sadece Müslümanlık üzerinden bir dil oluşturulması daha kucaklayıcı olacaktır. Eğitim çalışmaları, mümkün mertebe çocuklar kendi topraklarından koparılmadan bulundukları ülkelerdeki sosyo-kültürel ortamla uyumlu bir şekilde kurulacak eğitim yuvalarında yapılmalıdır.
BM raporları ve yönlendirmeleriyle Afrika’da yardım çalışmaları ve kalkınma yardımları yapan ülkeler ve sivil toplum kuruluşları da Afrika’nın sistematik bir şekilde bağımlı hale getirilmesi, geri bırakılması ve yeni sömürgeci güçlerin güdümünde kalmasına bilerek veya bilmeyerek destek vermektedirler. Kalkınma programları, bölgesel kaynakların kullanıldığı üretime dayalı ve sürdürülebilir olmalıdır.
İnsani diplomasi bağlamında Türkiye’nin Afrika kıtasında yürüttüğü çalışmalar destan yazmaktadır. Bu alanda Türkiye’nin yaptığı çalışmalar Batılı ülkeleri bile şaşkınlığa sevk etmiştir. Uluslararası sistemin pek de alışık olmadığı bir biçimde çalışmaların yürütülmesi ve GSMH oranına göre en yüksek oranda bu çalışmalar için bütçe ortaya koyulması Afrikalılar tarafında takdirle karşılanmaktadır. Mesela 2011 yılında, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan insani krizin zirveye ulaştığı Somali’ye giden ilk Başbakan olmuştur. Türkiye, Somali’ye insani krizin zirve yaptığı bir dönemde gitmiştir.
Ticari Hareketlilik
Türkiye’nin Afrika kıtası ile ticareti 2002 yılında 800 milyon dolar iken bugün 30 milyar dolara yaklaşmıştır. Bu elbette ki çok ciddi bir sıçramadır. Fakat Afrika kıtasını dikkate aldığımızda bu rakamların yeterli olmadığı açıktır. Çünkü birçok Afrika ülkesi en fazla ticareti hâlâ eski sömürgeci ülkelerle yapmaktadır. Türkiye’nin Afrika’da ticari stratejisi “kazan-kazan” olarak ifade ettiğimiz her iki tarafın da kazanması üzerine kurulu adil, paylaşımcı ve iş birliğine açık şeffaf bir ticari yaklaşımdır. Bundan dolayı Afrikalılar eski sömürgecilerden farklı bir şekilde çalışan Türkiye ile iş birliğini tercih etmektedirler.
Afrika ülkelerinin her birinin farklı bir zenginliği olduğunun farkına varılmalıdır. Kimi ülkeler kereste konusunda çok zengin iken kimi ülkeler maden kimi ülkeler de petrol konusunda zengindir. Hâlihazırda Türkiye, Afrika’yı kahir ekseriyetle ihracat yapılacak bir bölge olarak görmektedir. Türkiye’de üretilen malların Afrika pazarlarına satılması üstelik bunun da nakit olarak yapılması gibi beklentiler yoğunluktadır ve bu durum da Afrika ile ticari ilişkilerimizin çeşitlenmesinin önündeki en büyük engeldir. Hâlbuki Afrika kıtası aynı zamanda ithalat yapılacak bir kıtadır.
Afrika ile ticaretimizin yetersiz olmasının en temel sebeplerinden birisi Afrika’ya ihraç edilen Türk ürünlerinin Avrupalı aracılar eliyle ve de üstelik fason markalarla ihraç edilmesi durumudur. Dolayısıyla bu kıtaya doğrudan ticaret yapılabilmesi ile emeğin değeri fazlasıyla ülkemizde kalacak ve üretici de işini büyütebilecektir. Afrika ülkeleri Türkiye ile ortaklıklar kurmak ve ticaretlerini geliştirmek istemektedirler. Afrikalıların dürüst ticari ortaklara ihtiyacı vardır fakat Avrupalı ticari ortaklar istememektedirler.
Tarihi bir Gelecek inşası Afrikalılar Türkiye’yi küresel emperyalizmin aktörlerinden biri olmadığı için kendilerine yakın görmektedirler. Sömürgeci, işgalci, kibirli Avrupa merkezli Afrika perspektifi yerine iş birliği, dayanışma, ortak tarih, bilgi, birikim ve tecrübesini paylaşma üzerine inşa edilmiş bir Afrika perspektifi en doğru tercih olacaktır. Sömürgeciliğin eski ve yeni bütün formlarıyla Afrika kıtasına yeniden dönüşünün planlarının yapıldığı bir zamanda Türkiye’nin karşılıklı saygı çerçevesinde iş birliği ve dayanışmayı merkeze alarak Afrika’ya dönüşü tarihî bir değer ifade etmektedir. Afrikalılar bu değerin de farkındadırlar. Gelişmiş olduğu söylenen eski sömürgeci ülkeler, salgın sırasında en fazla zarar görme ihtimali olan eski sömürgeleri Afrika ülkelerine yardım etme hususunda kıllarını kıpırdatmamışlardır. Fakat Türkiye, neredeyse bütün ülkelere tıbbi malzeme ve ekipman desteğinde bulunmuştur.
Afrikalılar, Türkiye’nin yaklaşımının değerinin farkında iken batılı ve doğulu fark etmez bu kıta ile ilişkilerini ticarî beklentiler üzerinden kuran ülkeler rahatsız olmaktadırlar. Çünkü Türkiye bu anlamda yeni bir paradigma inşa etmektedir. Bundan dolayı da bazı ülkelerin sistematik çalışmalarıyla Afrika medyasında Türkiye aleyhtarı yazılar çıktığı görülmekte ve bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak satın aldıkları yerel gazeteciler veya devlet görevlileri üzerinden Türkiye’nin çalışmalarını sabote etmeye çalışmaktadırlar. Fakat bugün nereye giderseniz gidin Afrikalılar Türk olduğunuzu anladıkları zaman inanılmaz derecede bir muhabbetle yaklaşmaktadırlar. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın küresel sistemin adaletsiz yapılanmasının değişmesi için önce Birleşmiş Milletlerin yapısının değiştirilmesinin gerektiğini ifade eden “Dünya beşten büyüktür” sloganına destek vermektedirler. Bundan dolayı 2009-2010 dönemi Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için Türkiye Afrika’dan blok halinde destek almıştır.
Sonuç
Buraya kadar geçen faaliyetlerin tamamı Afrika ile yaşadığımız “hafıza uzaklığı”nı ortadan kaldırmaya katkı verecektir. Bu süreçte, sahip olduğumuz bu büyük tarihe uygun büyük ve geniş bir bakış açısına, yeni bir hafıza ve yeni bir dil inşasına ihtiyacımız var.
Afrika ile ilişkilerimizde artık tek yönlülükten vazgeçilmelidir. Ülkemizde imkânların çok fazla Afrika’da ise imkânların çok kısıtlı olduğu mantığı, Türkiye’nin Afrika ülkelerine sürekli bir şekilde kalkınma ve insani yardımlarda bulunacağı taahhütlerinin ifade edilmesi ilişkilerimizi kör etmektedir.
Türkiye, kılık değiştirmiş sömürgeci güçleri Afrika’ya taşıyıcı bir unsur da olmamalıdır. Türkiye, Afrika kıtasına giderken yanımızda, cebimizde, ajandamızda küresel sömürgeciliğin hiçbir aktörü ile iş birliği yapmamalıdır.
Türkiye bütün jeopolitik ve jeostratejik argümanları kullanırken jeokültüreli de ihmal etmemelidir. Afrika’da yürüttüğümüz bütün çalışmalar Afrika’ya yönelik çalışmalarımızın siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal bütün boyutlarına cevap verecek yetkinlikte olmalıdır. Bugün bütün kurum ve kuruluşlarımız yukarıda geçen başlıklardaki çok boyutlu Afrika politikamıza destek vermelidirler.