Ahşap Sesi
Perşembe, Eylül 12, 2024Mutfak âdeta memleket kokuyordu. Kahvaltı masasına oturur hem gazetesini okur hem de çayını yudumlardı. Okurken arada gülümser, ciddiyetini bozmadan anın tadını çıkarırdı. Sessizlik yine mutfakta yerini almıştı, konuğumuz yalnızca saatin sesiydi. Kahvaltıdan sonra yukarı kata çıkardı. Merdivenler ahşaptan yapıldığı için eskiydi ve adım attıkça ayrı ses çıkarırdı.
Sabahları ahşap merdivenlerden inerdi. Ben yine çıtırtı seslerine uyanırdım. Sabah namazına yakın gökyüzü hâlâ simsiyahken güne hazırlanırdı. Onu izlerdim. Her sabah tıraşını olur, uzun uzun hazırlanır, geçtiği odalar lavanta kokardı. Sabahın heyecanıyla ütülü beyaz gömleğini, koyu renk kazağını, kumaş pantolonunu giyer; vakit çıkmadan namaza dururdu. Eski günlerinin verdiği alışkanlık olsa gerek güne erken başlar, gökyüzü henüz karanlıkken yola çıkardı. Sabahın verimli saatlerinde, kasabadaki her insan gibi ekmek kokularını takip ederdi. Giderken kapıyı kapatırken sanki şehrin bütün serinliği üzerime gelirdi. Baştan aşağıya üşür, camın önündeki kalorifere doğru gider, camdan onu seyrederdim. Sisli havada silüetini kaybeder, gelene kadar camın önünde beklerdim. Sessizliği akreple yelkovan bozar, onların dans edişlerini dinlerdim. Monoton ve sisli havanın verdiği huzursuzluk, kaloriferin sıcaklığıyla son bulurdu. Bir zaman sonra uzaktan, sislerin arasından onu siyah fötr şapkasıyla gri paltosundan tanırdım. Bir elinde ekmeği tutar, koluna gazeteyi sıkıştırır, öteki elini cebinde bulundurur, yavaş yavaş gelirdi. Gelir gelmez çayı demler, yumurta salatasını hazırlamaya koyulurdu. Yumurtaları haşlar, maydanozları doğrar, baharatlarla salatasına lezzet katardı. Arada sırada yabancı gibi bakar, daha sonra vakit geçmeden yavaş yavaş kahvaltıyı hazırlamaya devam ederdi. Dudağında hafif bir gülümseme belirirdi kahvaltıyı hazırlarken, onun için günün en keyifli anıydı sabah saatleri. Mutfaktaki ekmek kokusu, memleketten gelen çaydanlığın dumanı, tavada közlenen patlıcan sesi beni öyle heyecanlandırıyordu ki üşüsem bile, hiçbir ânı kaçırmak istemiyordum.
Mutfak âdeta memleket kokuyordu. Kahvaltı masasına oturur hem gazetesini okur hem de çayını yudumlardı. Okurken arada gülümser, ciddiyetini bozmadan anın tadını çıkarırdı. Sessizlik yine mutfakta yerini almıştı, konuğumuz yalnızca saatin sesiydi. Kahvaltıdan sonra yukarı kata çıkardı. Merdivenler ahşaptan yapıldığı için eskiydi ve adım attıkça ayrı ses çıkarırdı. Merdivenleri çıktıkça lavanta kokusu üzerime gelirdi. Bünyan’dan getirdiği halı, koridorda bizleri karşılar, desenleriyle renkleri bizi zamanda geriye götürür, başka anılar tazelenirdi. Evin orta kat koridorunda fotoğraflar bulundurur, onlara bakmayı çok severdi. Duvarda asılı eski fotoğraflar, unutulmayan dostlar, memleket manzarası… Günün bir kısmını onlara ayırırdı. Sessizlik çok şey ifade ediyordu, sessizliğin yerini özlem, hüzün ve hasret alıyordu. Saat ses yaptıkça zaman kendini hatırlatır, otuz yıl önceden günümüze çağırır. Alışmıştım bu evin verdiği gurbet hasretini hissetmeye, memleketi ondan dinlemeye. Böylece geçmişi yaşamadan yaşamış gibi olmaya... Onun hüznü gözlerinden okunuyor, sessiz kaldıkça gözleri konuşuyordu. İşçilik yılları büyük izler bırakmıştı, zorluklardan ziyade hastalıkların artık ardı arkası kesilmiyordu.
Günün herhangi vaktinde odasındaki boy aynasına yaklaşır, bakardı aynadaki yabancıya. Bakardı dakikalarca kendine ve yine şaşırırdı. Bir eli cebindeyken diğer elini yüzünde gezdirirdi, çizgilerden geçerdi parmakları. Kendine bakarken ben de onu seyrederdim arkadaki mavi koltuktan. Yanına yaklaştığımda elimi uzatırken gözlerini bana diker, bir an durup kim olduğumu düşünürdü. Sonra kim olduğumu sorar, ben de yine torunu olduğumu hatırlatırdım. O hatırlayınca gülümser, elini uzatır; birlikte merdivenlerden inerdik. Yine ahşap merdiven sesleri, yine lavanta kokusu...
Telve’nin 12. sayısını okumak için tıklayınız.
Telve'nin tüm sayılarını okumak için tıklayınız.