Bana Ait Çizgiler
Cuma, Nisan 14, 2023Günümüzde inşaatlar durmuyor. Eline bir çizgi alan o çizgiyi uzattıkça uzatıyor. Yükseklere gidiyor, sağa dönüyor, sola dönüyor, çizgileri birleştiriyor, dikdörtgen oluşturuyor, adına da mekân diyor. Birbirinin aynısı olan bu mekânlara monotonluktan, sıradanlıktan, yalnızlıktan şikâyet eden eskiye olan özlemi dile getiren insanları yerleştiriyorlar.
Öğrencilik yıllarımda Bornova’da (İzmir) dar bir mahallenin son apartmanında kalıyordum. Dördüncü katta üç odalı bir apartmandı. Hepimizin ayrı odası vardı. Kıyafet dolabı, kitaplık, ahşap bir masa ve bir yataktan ibaretti odam. Pencereleri balkona bakan bu odada her sabah farklı bir sesle uyanırdım. Simitçinin sesi, eskicinin bağırışları, bozacının namesi, çöp kamyonunun gürültüsü. Buna karşın gözümü her açtığımda ise pürüzsüz, bembeyaz duvarlar gözümü alırdı. Duvarlara her bakışımda o boşluk hissinde boğulurdum. Ne bir tablo, ne bir çivi, ne nemli köşeler, ne de isli bir tabaka vardı.
Dümdüz, uzadıkça uzayan çizgiler. Sonsuz bir “aynı”nın içindeydim. Anılar biriktiremiyordum bu odada, ayrıca benden öncekilere ait bir iz de göremiyordum. Oysa bana ait bir odaydı burası. Ya da... öyle miydi gerçekten? Efes’ten, Şirince’den, Çeşme’den aldığım hediyelik eşyalar bavulumda duruyordu. Sevgi Yolu’ndan aldığım motifli birkaç kâse ve ahşap bir tütsülük gazete kâğıdıyla sarılmış hâlde kitaplığın en alt rafında duruyordu. Kendime ait bir odada anılarımı bir kutunun içine hapsetmiş bekletiyordum.
Gözümü açtığımda beyazlığın yerini kahverengilik aldı. Binlerce detay, kıvrımlar, şekiller, üçgenler, dörtgenler, tam merkezde var olan bir çember, muhteşem bir simetri ve ahşabın estetiği. Tavan zaten ahşap değil midir? Dümdüz ve duvarın aynısı olan bir zemin tavan mıdır? Bence değildir. Kaderini bekleyen bir tavandır o. Prizren’deki evimizin tavanını yüzyıllar önce biri veya birileri tasarlamıştı. Muhtemelen önce her çizgiyi, her kıvrımı, her detayı çizmiş, resim tamamlanınca da marangozdan ustalığını göstermesini istemişti. Tavanın sınır çizgileri olan dörtgen, köşelerdeki üçgenler ve ortadaki sekizgen hariç işlemelerin tamamı kıvrımlıydı. Muhteşem bir sabır, emek ve zaman gerektiren bu şekiller bizi onlardan ayıran çizgilerdi aslında. Günümüzde hayatımız düz çizgilerden ibaret; pürüzsüz duvarlar, dikdörtgen ve küplerden…
Yataktan kalktığımda kahverenginin devamı geldi. Yassı duvarların içine gömülmüş bir dolap ve yanıbaşında bir yüklük. Simetri ve işlemeler buralarda da eksik olmuyordu. Evle beraber ben de yüzyıllardır hayattaymışım gibi hissediyordum. Çardakta (koridor) duran bavulumdan hediyelik eşyaları çıkardım, tütsülüğü masanın üzerine yerleştirdim ve limon aromalı bir tütsü yaktım. Kocaman bahçenin ortasına yerleştirilmiş bu evde sessizliği dinledim. Bütün anılarım etrafa yayıldı, kokuyla beraber hatıralarım da duvarlara sindi. Eskiyle yeni birleşti. Dolabın köşesinde kurşun kalemle yazdığım eğri büğrü çizgiler, çocukluğumda mikadoyla yaraladığım yüklüğün kolu, benden önceki hayatta ufak bir köşesi çatlamış tavan, daha da öncesinde kırılmış yedi askılıktan biri. Sonsuz bir “başka”nın içindeydim. Tek bir mekânın içinde farklı yaşamlar arasında gezinebiliyordum. Benle var olan bu oda bensiz de var olabiliyordu.
Günümüzde inşaatlar durmuyor. Eline bir çizgi alan o çizgiyi uzattıkça uzatıyor. Yükseklere gidiyor, sağa dönüyor, sola dönüyor, çizgileri birleştiriyor, dikdörtgen oluşturuyor, adına da mekân diyor. Birbirinin aynısı olan bu mekânlara monotonluktan, sıradanlıktan, yalnızlıktan şikâyet eden eskiye olan özlemi dile getiren insanları yerleştiriyorlar.
Bağlar'ın 3. sayısını okumak için tıklayın.
Bağlar'ın 2. sayısını okumak için tıklayın.