Bilimin Âlimi Şehbenderzade Ahmed Hilmi
Pazartesi, Ocak 13, 2025Filibeli’nin Osmanlı döneminde karşı çıktığı pozitivist bilim anlayışı felsefeyi bir vehim ve hayal ürünü olarak görmekte ve küçümsemekteydi. Oysa Filibeli felsefenin inkârının bizatihi bilimin inkârı olduğunu göstermiştir.
Bilim, kurtarıcımızdır; ama aynı zamanda celladımız olma potansiyelini de taşır. Çünkü bilim ilaç yapmak için de silah yapmak için de kullanılabilir. Aşılama yöntemini geliştirip salgınlara son veren de atom bombasını icat eden de bilim insanlarıydı. İkinci Dünya Harbi’nde sağlık uzmanları tüm etik kuralları çiğneyen deneyler gerçekleştirdiler. Dolayısıyla bilim, insan etkeninden bağımsız yani “a priori” olarak iyi veya kötü değildir. Bilim ruhsuzdur. Onu iyilik için de kötülük için de kullanmak mümkündür.
Çocukluğumda izlediğim çizgi filmlerin çoğunda kötü kalpli bir bilim insanı ve onu durdurmak isteyen kahramanlar vardı. Şimdilerin popüler çizgi filmlerinde ise uzaylılarla robotlar savaşıyor. İyi de bu robotları kim yaptı ve uzaylılar da nereden çıktı? Uzaylıları bilmem ama robotları yapanlar insanlardan başkası olamaz. Kim bilir belki de bir gün insanoğlu yeryüzünden silinir de bu çizgi film senaryoları gerçek olur ki eğer bu olursa ancak bilim sayesinde olur.
Bilimin yıkıcı yönü hakkındaki endişeler ve tartışmalar, aslında robotların henüz sadece hayal olduğu, uzaylılarınsa hiç icat edilmediği dönemlerde başlamıştır. Batı’daki Aydınlanma Çağı’nın doğurduğu olağanüstü bilimsel gelişmeler hem doğanın yıkıcı güçleri karşısında hem de farklı medeniyetlere karşı zaferleri beraberinde getirdi. Bu nedenle “Bilgi kudrettir.” düsturu doğdu ve bilimsel bilgiye aşırı değer verildi. Auguste Comte gibi düşünürler bilimin insanlığın kurtarıcısı olduğunu ilan etti. Fakat hem Batı hem Doğu münevverleri arasında bilimsel bilginin aşırı derecede yüceltilmesine karşı çıkanlar hiçbir zaman eksik olmadı.
Filibeli Ahmed Hilmi, bilimin sınırlarını çizen ve günümüzde fikirleri hâlâ güncelliğini koruyan Osmanlı münevverlerinden biridir.[1] Ahmed Hilmi’ye göre üç tür bilgi vardır:
*amiyane bilgi
*fennî bilgi
Bunlardan ilki olan amiyane bilgi; günlük işlerimizi halletmek için kullandığımız, çevremizdeki insanlardan öğrendiğimiz veya akıl yürüterek ulaştığımız bilgilerdir. Amiyane bilgiyi pek sorgulamadan kabulleniriz. İkinci tür olan fennî bilgi ise bilimsel yöntemlerle yani deney ve gözlemle elde edilen bilgidir. Fennî bilgi, somut ve ölçülebilir olmalı, doğruluğu veya yanlışlığı sorgulanabilmelidir. Bugünkü anlamda bilimsel bilgi diyebileceğimiz bu türün amacı evrenin işleyişini keşfetmek, doğadaki olguların hangi kanunlara tabi olduğunu ortaya çıkarmaktır. Fennî bilginin temel sorusu “nasıl”dır; yıldızlar nasıl oluşmuştur, radyasyonla kanser arasında nasıl bir ilişki vardır gibi. Dolayısıyla amiyane bilgiyi sadece beş duyu organımız vasıtasıyla elde edebilirken fennî bilgiyi kazanmak için bir adım öteye gidip “nasıl” sorusunu sorarak aklımızı kullanmamız gerekir. Filibeli iki bilgi türünü şöyle kıyaslar: Amiyane bilgi bir bakıma anlamı bilinmeyen bir kelimeyi telaffuz etmeye, fennî bilgi ise kelimeyi telaffuz etmekle birlikte anlamını da bilmeye benzer.
Filibeli Ahmed Hilmi’ye göre bilimsel yöntemle olguların, olayların gerçekleşmesini sağlayan sebepleri ve genel prensipleri elde ederiz. Fakat her olgunun ardında bitmek bilmez sebepler silsilesi vardır. Bütün bu nedenler takip edildiğinde yani bütün tabii olguları başlatan ilk sebep araştırıldığında varılacak nokta bir “yaratıcı”dır. Fakat İslam düşünce geleneğinde “vâcibu’l vücûd” yani varlığı zorunlu olan yaratıcı kavramı, bilimin açıklama ve inceleme alanının dışında kalmaktadır. Zira yukarıda belirtildiği gibi, bilim yalnızca ölçülebilir ve tecrübe edilebilir olguları incelemekle sınırlıdır.
Peki, bu noktada “bilgi”nin sonuna mı gelinmiştir? Tabii ki hayır. Çünkü insan fennî bilgiyi peyda eden “nasıl” sorusuyla yetinmez, bir de “niçin” sorusunu sorar. Bilim olayların zahirdeki açıklamasını yaparken felsefe perdenin ardındaki görünmeyen sebebi bulmaya çalışır. Başka bir deyişle bilim gerçeği, felsefe ise hakikati bulmaya çalışır. Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi bu noktada bir üst seviye bilgiye yani hikmet bilgisine geçildiğini belirtmektedir. Bu noktada duyu organlarının üzerine çıkılıp akıl yoluyla soyut bilgilere ulaşılır. Fakat düşünüre göre bilimsel yöntemlerle elde edilen fennî kanunlar gibi, felsefi bilgi de son kertede hakikat âlemine dayanmıyorsa yapılan iş sadece dedikodu üretmekten ibarettir. Yani bilim de felsefe de bir kılavuz olmadan yürütüldüğünde hatalı sonuçlara ulaşabilmektedir. Peki, bu kılavuz kimdir, nedir, nerededir? Filibeli Ahmed Hilmi’ye göre insanın hakikat arayışındaki nihai nokta dinî bilgidir. Dinî bilgi avamın veya âlimlerin teknik yöntemlerle veya akıl yürütme yoluyla ulaşamayacağı bir türdür. Bu bilgi ancak peygamberlere nasip olan, hakikatin bizatihi kendisinden gelen, vahiy bilgisidir. Vahiy yoluyla gelen bilginin bilimsel bir izahı yapılamaz. Fakat bu durum dinî bilginin değersiz olduğu veya bilimle çeliştiği anlamına gelmez. Çünkü dinî bilgi insanlık tarihini, medeniyetini, düşünce sistemini ve yaşamın her alanını şekillendirmiştir.
Bilim, felsefe, vahiy tartışmaları günümüzde hâlâ devam etmekte ve önemini korumaktadır. Filibeli’nin Osmanlı döneminde karşı çıktığı pozitivist bilim anlayışı felsefeyi bir vehim ve hayal ürünü olarak görmekte ve küçümsemekteydi. Oysa Filibeli felsefenin inkârının bizatihi bilimin inkârı olduğunu göstermiştir. Geçmişteki mutlakiyetçi pozitivist anlayış günümüzde farklı bir mahiyette devam etmektedir, teknik bilgi en üstün bilgi olarak görülmeye başlanmıştır. Dinî ve felsefi fikirler eğer bilime uygunsa değerli sayılmaktadır. Öğrencisi olduğum merhum Prof. Dr. Hüsamettin Arslan derslerinde, günümüzde bilimin dinî bilgiyi doğrulamak için kullanıldığını bununsa şirk olduğunu çünkü bilimin ilahi kaynaklardan üstün tutulması anlamına geldiğini anlatırdı. Biraz daha açıklamak gerekirse insan yapımı olan bilimi ölçü olarak alıp Allah sözü olan Kur’an-ı Kerîm’deki ayetlerin doğru veya yanlış olduğunu ifade etmek, kutsal kitabı bir nevi yargılamak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Filibeli Ahmed Hilmi’nin de belirttiği gibi bilim, felsefe ve din ayrı bilgi türleridir ve birbirlerini yargılamak için kullanılmamalıdır.
İçinde bulunduğumuz çağla ilgili bir diğer önemli hususta bilimin sermayenin hizmetine girmiş olmasıdır. Siyasi veya ekonomik amaçlarına ulaşmak isteyen insanlar, toplumu ikna etmek, fikirlerini diğer insanlara dayatmak maksadıyla bilimi kullanıyor. Örneğin ineklerin küresel ısınmaya yol açtığı, ağaçların doğaya katkı sağlamadığı gibi garip argümanları bilime dayandırarak insanların en azından bir kısmını yönlendirebiliyorlar. Çünkü bilim geçmişteki itibarı sayesinde bugün hâlâ inandırıcılığını koruyor. Ancak sermayenin hizmetçisi olmaya devam ederse er geç insanların güvenini kaybedecektir.
Bilimin güvenilir bir kaynak olarak kalması önemlidir. Eğer birilerinin ideolojisine veya çıkarına hizmet eder duruma gelirse tehlike çanları çalıyor demektir. Bu nedenle Filibeli Ahmet Hilmi’nin bilgi konusundaki düşünceleri güncelliğini korumaktadır: “Bilim, bir bilgi üretme biçimi olarak yalnızca kendi sınırları içerisinde kaldığı sürece kıymetlidir.” Fakat büyük sorular şunlardır: “Bilimi ve bilim insanlarını yozlaşmaktan kim koruyacak? Eğitim yeterli bir koruyucu olabilir mi?” Tarih, özellikle girişte bahsettiğim İkinci Dünya Savaşı’ndaki zalimlikler, eğitimin yeterli olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla, Şehbenderzade Ahmed Hilmi’nin düşüncelerinden hareketle, “İlim bilimin üzerinde olmalıdır.” diyebiliriz. Yani tekniği bugün olduğu gibi göklere çıkarmamalı, kaynağını Hakk’tan alan din ve hikmet bilgisine öncelik vermeliyiz. İlimden, irfandan beslenmeyen bilim dedikodudur, ideolojidir, tehlikelidir.
dipnot
[1] Şehbenderzade Filibeli Ahmed
Hilmi’nin bilim hakkındaki görüşlerinin
detaylı incelemesi için: Mehmet Fatih
Aslan, “Şehbenderzade Filibeli Ahmed
Hilmi’nin Toplum Felsefesi Ve Sosyolojisi”,
yayınlanmamış doktora tezi, 2021.
Bağlar'ın 8. sayısını okumak için tıklayın.
Bağlar'ın tüm sayılarını okumak için tıklayın.