Değişen, Dönüşen, Hatırlanan Ev ve Aidiyet
Pazartesi, Mart 13, 2023Nereye aitsin? Türkiye’ye aitim. Suriye’ye aitim. Almanya’ya aitim. Beyrut’a aitim ben. Londra’ya aitim. Hepimiz kendimizi bir yerlere ait hissetmek isteriz. Aidiyet, ait olmak nedir? Bir ulusa ya da etnik kimliğe bağlılık dışında ele aldığımızda "aidiyet", bağlanma ve evde olma hissidir.
Küreselleşmenin beraberinde göçün artması göçmenlerin entegrasyonu ile birlikte, göçmenin köken ülke ile ilişkilerini sürdürmesi, kimlik ve aidiyet sorularını da beraberinde getirmiştir. Göçmenin göç ettiği ülke ile ilişkileri, topluma dâhil olması ve oraya ait hissetmesi acaba mümkün mü? Yoksa aidiyet sadece köken ülkeye bağlı mı olmalı? Avrupa’ya göç eden birinci nesil hâlâ Türkiye’ye ait hissedebilir; peki ikinci ve üçüncü nesil diye adlandırdığımız, o ülkelerde doğan göçmenler nereye ait?
Göçmenseniz, doğduğunuz ülkenin dışında bir yerde yaşıyorsanız "Nereye aitsin?" sorusunun cevabı zordur. Doğduğunuz yer mi, dilini bildiğiniz ülke mi, etnik veya kültürel bağlar mı belirler aidiyeti? Peki, zorunlu olarak göç ettiyseniz, o zaman cevap daha zor olacaktır. Çünkü evinize, kendinizi ait hissettiğiniz o ülkeye dönmeniz mümkün değildir ve evinizi zorunlu olarak başka bir yerde yeniden kurmanız ve ait olmanız gerekir. Ait olmak güvende hissetmektir, sosyal bağlara sahip olmaktır. Yaşadığınız toplumun sizi kabul etmesidir.
Mülteciyseniz, hayat sizi başka bir ülkeye aniden savurduysa ve tüm imkânlarınızla birlikte ailenizi, arkadaşlarınızı bırakıp gittiyseniz, ait olmak o an “güvende olmak” ve “korunmak”tır belki de. Bu bir şehirdir bazen, bazen ülke ve bazen de evinizdir. Eviniz aslında ait olduğunuz yerdir belki de. Aidiyet nostaljik bile olsa günlük hayatta karşılaşılan güçlüklerle başa çıkmanın bir yoludur. Göçmenler ve mülteciler yerleştikleri ülkelerde evlerini yeniden inşa etmekte ve aidiyet ise bir tür geri dönüş hayali olarak tam orada durmaktadır.
“Buraya aitim” ifadesi bir ulusa ait olmayı gösterebildiği gibi kişisel duygulardan hareket edildiğinde aidiyet hissi bir bağlanma olup, “evde olma” hissidir.
Dolayısıyla aidiyet, göçle birlikte biçim değiştirerek mekânsal aidiyete dönüşmüştür ve artık birden fazla yere ait olmak mümkündür. Artık, aidiyet güvende hissedilen, sosyal bağlara sahip olduğumuz mekânlara aidiyettir, parçası olarak kabul edildiğimiz topluma aidiyettir.
Göçmenlerin başlangıçta yeni yerleştikleri ülkelere aidiyet geliştirmediği ancak zaman içinde köken ülkeye olan aidiyetin dönüştüğü ve yeni yerleşilen ülkeye aidiyetin geliştiği varsayılmaktadır. Aslında dönüşen, köken ülkeye duyulan aidiyet hissi değil, gelişen yeni bir aidiyettir. Köken ülke hâlâ orda durmaktadır; aile ve akrabalar ordadır.
Göçmenler uzakta yaşasalar bile sınırlar ötesinde evleri ve köken ülke ile bağlarını sürdürmektedir. Yeni ulus ötesi yaşamlarında hem köken ülkede hem de yerleştikleri ülkede ailevi, ekonomik, kültürel, siyasi bağlarını ve kimliklerini korumaktadırlar. Dolayısıyla, her iki ülkeye ya da topluma ait hissetmek ve birden çok gerekçeyle birden çok aidiyet geliştirmek mümkündür.
Suriye’den savaş nedeniyle kaçan, Türkiye’de yaşadıktan sonra İngiltere’ye yerleşen bir sığınmacı acaba nereye aittir? İngiltere’de evinde hissederken acaba hâlâ Suriye’ye ait olabilir mi? Onu İngiltere’ye ait hissettiren şey güvenlik hissi mi yoksa yakınlık mı? Ya da bu aidiyet hissini sağlayan şey ülkelerin sağladığı imkânlar mı? Elbette Suriye o kişinin ana vatanıdır. Ama Türkiye’de de yaşamıştır, Türkiye onun bir parçası olmuştur artık. Dil öğrenmiş, arkadaşlıklar kurmuştur. Aslında üç ülkeye de aidiyet gelişmiş, aidiyet bölünerek çoklu aidiyet ortaya çıkmıştır.
Göçmen yerleştiği ülkede olumsuz tecrübelere sahipse, gizli ya da açık ayrımcılıkla karşılaştı ise o zaman bu aidiyet hissi zedelenecektir. Ayrımcılıkla karşılaştığında yabancı hissedersin; ama bazen de normal hissedersin, o topluma ait gibi.
“Toplumda kabul edilmiş olma hissi”, aidiyeti destekleyen en önemli hislerden biridir. Bazen göçmen olmak ya da mülteci olmak gibi etiketler bizim toplumun parçası olarak hissetmemizi başka bir ifade ile ait olmamızı engeller. Göçmenin yerleştiği ülkede kalma süresi arttıkça o ülkeye aidiyetin artması beklenir. Ancak, bazen üzerinden yıllar geçse bile arkadaşlıklar, günlük hayattaki konuşmalar, sevdiğiniz bir yemeğin kokusu “yakınlık ve evde olma hissi” doğurabilir ve böylece evi, ait olduğunuz ülkeyi ya da bazen o bölgeyi veya şehri yeniden hatırlarsınız. O zaman artık Türkiye veya Almanya’ya, Konya veya Berlin’e, Emirdağ veya Belçika’ya ya da "diaspora"ya ait olabilirsiniz. Çalışmak için gidenler, yurt dışında eğitim görenler, orada yaşayanlar ve tabi nesiller boyu orada olanlar da dâhil diasporaya. Sadece ait hissetmek yeterli belki.
Nereye aitsin sorusunun cevabı çoğu zaman ulus aidiyetinden çok "Brüksel’e, Hamburg’a, Londra’ya aitim", “İstanbul’a, Kayseri’ye, İzmir’e, Mardin’e aitim” gibi mekân aidiyeti olabilir. Diaspora aidiyeti de kendi içinde etnik, dini alt kimlikleri barındırabilir. Ancak, söz konusu bu alt diaspora kimlikleri korunmakla birlikte, etnik ve dinî farklılaşmaların ötesinde “dayanışma ağı olarak diaspora” aidiyetleri öne çıkabilir.
Ait olduğunuz yer aslında evinizdir. Ev, yalnızca bir barınak değildir. Güvende ve özgür hissetmenin, yaşanılan toplumla bağ kurmanın, ait hissetmenin bir aracıdır. Ev, “aile ve hatıraların olduğu yerdir”, “yaşanılan yerdir”, “arkadaşların, işin olduğu yerdir”, “güvende veya yakınlık hissettiğin yerdir.” Dolayısıyla ev, tüm bu ilişkilerin düğümlendiği, güvenlik ve bağlanma gibi daha çok sembolik bağlarla ifade edilen, göçmenler için yeniden inşa edilen yerdir. Gerçek ev; yaşanılan, doğduğun, güvende veya yakın hissettiğin, bağlandığın ve ait olduğun yerdir. Dolayısıyla ev veya ait olunan yer, hâlihazırda yaşanılan ülke veya şehir ile gelecekte yaşamak istenilen, özlem duyulan, zamanı geldiğinde geri dönmenin umut edildiği çeşitli ülkeler, şehirler, mekânlar arasında gidip gelmektedir.
Belki de kahvenin kokusu, lokumun tadı ile bir şekilde ait olunan ülke yeniden hatırlanabilmektedir. Diaspora olmak belki de böyle bir aidiyettir sadece.
Yerleşilen ülkede hissedilen “diğeri” olma, göçmenlerin ve mültecilerin iki mekân arasında kalmalarına ve belki de evsiz hissetmelerine yol açarken, dünyaya yayılmış aynı dilden, dinden, ülkeden, şehirden, köyden, etnik kökenden diğer kişilerle kurulan bağlar kaybedilen evin yeniden inşasını kolaylaştırarak aidiyeti güçlendirmektedir. Göçmen olmak, burada ve orada, evden uzakta ama evde, birden fazla şehre veya ülkeye ait olmaktır. Göçmen olmak, Türkiye kökenli ve İngiliz, Türkiye kökenli ve Alman ya da başka bir şey olmaktır. Göçmen olmak köken ülkeye, yaşadığın ülkeye ya da daha önce yaşadığın başka bir ülkeye ait olmaktır. Hatırlamaktır, değişmektir, dönüşmektir ve ne olursa olsun bağlanmaktır, tıpkı “aidiyet” ve “ev” gibi.