Dilden Tele
Salı, Mayıs 16, 2023Neşet Ertaş ve Âşık Veysel yaşadıkları sevinçlerden ve hüzünlerden esinlenerek şiir yazar ve bu şiirleri içlerinde barınan hislere göre besteleyip seslendirirler. İkisi de hem şair ruhludur hem de güzel sese sahiptir. Onları başkalarından ayırt eden şey ise kendilerini ifade etmek için bir yabancının kelamını veya notalarını kullanmamaları, hepsini aslında büyük bir yalnızlık içinde başarmalarıdır. Velhasılıkelam; “Âşıklık” bir tür yalnızlığı da beraberinde getiriyor.
Âşıklar, halkın içinden çıkan ve genellikle saz eşliğinde şiirlerini dillendiren kişilerdir. Ayrıca, âşıklık birçok farklı geleneğe dayanır. Anadolu coğrafyasında âşıklar genellikle usta-çırak ilişkisiyle yetişir. Usta- çırak ilişkisinde bir yetme, usta âşığın yanında yetişip ondan bir mahlas alarak âşık olur. Biz bu yazıda Âşık Veysel ve Neşet Ertaş’a değineceğiz. Onların hayatını ele alarak edebiyatla müziğin birbirini nasıl beslediğini kısaca inceleyeceğiz.
Âşık Veysel Şatıroğlu
Âşık Veysel, 1894 yılında Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğar. Daha doğrusu, annesi Gülizar ana, koyun sağmadan gelirken sancısı tutunca yol üzerinde doğurur Âşık Veysel’i. Doğumdan sonra göbek bağını kendisi kesip bebeğini bir çaputa bağlayıp yürüyerek köyüne döner. Veysel’in babasıysa çiftçidir aynı zamanda şiire ve ozanlığa meraklı bir insandır.
Fakat o zamanlar Sivas’ta çiçek hastalığı salgını vardır. Veysel de bu hastalığa yakalanır. Yedi yaşındaki Veysel’in bu hastalıktan dolayı iki gözü de kör olur. Küçücük yaşta kör olan Veysel, gün geçtikçe daha çok içine kapanır ve babası, oğlunun bu hâllerine içerlenip Veysel’in eline bir saz verir. İşte böyle başlar Âşık Veysel’in hikâyesi… Küçük yaşta boyundan büyük dertlerle boğuşup yıllar geçtikçe farklı acılardan geçerek kendi tabiriyle “meyvenin olgunlaştığı gibi” olgunlaşır. Yaşadığı onca acının tesiriyle derdini dünyaya anlatmak için elinde sazı, dilinde nağmeleriyle kendine bir yol çizer.
Hepimizin belki de en çok tanıdığı “Uzun ince bir yoldayım” şiirindeki “Uzun ince bir yoldayım/ Gidiyorum gündüz gece/ İki kapılı bir handa/ Gidiyorum gündüz gece” mısralarına bir göz atarsak eğer Âşık Veysel’in, hayatı uzun ve ince bir yola benzettiğini görürüz. Kimi zaman dertlerden dolayı uzun kimi zaman da zorluklardan dolayı ince bir yoldur bu. Ayrıca bu yolun bir kaçışı veya molası yoktur, yani gündüz gece devam eder. “İki kapılı bir han” mısrası aslında insanın bir kapıdan hayata gelip bir sonraki kapıdan hayata veda ederek başka bir âleme göç ettiği düşüncesini gizler. Anlayacağınız bu şiirde tasavvufi düşünce hâkimdir.
Yalnız Âşık Veysel sadece tasavvuf ağırlıklı şiirler yazmaz. İki gözünün de kör olmasına rağmen nice şiirinde tabiatı çok renkli ve canlı bir şekilde anlatmayı başarır. Hatta “Derdimi dökersem dereye” şiirindeki mısralar bunun çok güzel bir örneğidir:
Derdimi dökersem dereye/ Doldurur dereyi düz olur gider/... Ilgıt ılgıt yeller eser seherde.
“Havalanma telli turnam” şiirinde de aynı şekilde muhteşem bir betimleme mevcuttur:
Uçup gitme yele karşı/niye doğdun sarı yıldız mavi yıldız/ zülüflerin tel tel olmuş.
Bunu nasıl yaptığını sorunca Âşık Veysel şöyle der: “Gözlerim açıkken gördüğüm renkleri hatırlıyorum.” Mesela Âşık Veysel için kırmızı renk babasının elinde gördüğü kâğıdın üzerindeki kırmızıdır. Böylece kendine çok güzel bir dünya kurar. Öyle güzel bir dünyadır ki bu, yıllar sonra gözlerini açmayı teklif ederler Âşık Veysel’e fakat o şöyle cevap verir: “Bir dünyam var içimde benim, bu dünyamı bozmayın benim yarattığım dünya çok daha güzel.”
Bu sözlerini de “Bir küçük dünyam var içimde benim” şiirine dönüştürüp bize şu başlangıç mısralarıyla sunar:
Bir küçük dünyam var içimde benim/ Mihnetim ziynetim bana kâfidir/ Görenler dar görür geniştir bana/ Sohbetim ülfetim bana kâfidir.
Âşık Veysel’in dertleri bununla da sınırlı kalmaz. Birinci Dünya Savaşı’nda seferberlik ilan edilince derin bir yalnızlığa mahkûm kalır. Bunun üzerine ailesi onu evlendirir ve bu evlilikten doğan oğlu sadece on günlükken vefat eder. Kısa bir süre sonra da karısı onu bir başkası için terk eder. Karısı gidince Âşık Veysel altı aylık kızıyla baş başa kalır. İki yıl sonra kızını da kaybeden Veysel’in dünyada tutunacak dalı kalmaz. Rivayet odur ki bir başkasıyla kaçan karısının ayakkabısının içinden bir miktar para çıkar. Bu parayı oraya Âşık Veysel koymuştur. Acının da sevdanın da en yalın şeklini yaşıyordur Veysel. “Güzelliğin on para etmez” şiiri de işte bu şekilde ortaya çıkar.
“ Güzelliğin on par’ etmez/ Bu bendeki aşk olmasa.”
Üstelik Âşık Veysel vasiyetinde de şöyle der: “Mezarıma taş veya çimento koymayın. Eğer gözlerim olsaydı ben toprağın özelliklerini bilemeyecektim. Taş koymayın dememin sebebi şu; ben öldükten sonra üzerimde otlar bitsin, çiçekler açsın. Toprağı taş kapatır çimento kapatır, kimse istifade edemez. Benim toprağım da milletime hizmet etsin. Koyun yesin et olsun, arı yesin bal olsun. Benim orada taşın altında yatmakla bir istifadem olmaz”. Bu şekilde vefatının bile bizlere ilham, bizlere iyilik, bizlere merhem olmasını dilemiştir.
Neşet Ertaş
Neşet Ertaş, 1938 yılında Kırşehir’de dünyaya gelir. Babası bağlama ustasıdır. Yani, bir nevi bu geleneğin ortasına doğar. Fakat küçük yaşta annesini kaybeder. Babası başka bir kadınla evlendikten sonra ailesiyle Yozgat’a yerleşir. Neşet, ufacık yaşta hem keman çalmayı hem de bağlama çalmayı öğrenip babasıyla beraber düğünlerde saz çalar. Yıllarca “Bozkırın Tezenesi” diye bilinir ve “Garip” mahlasını kullanır.
Hayatı boyunca farklı illerde yaşayan Neşet, askerliğini yaptıktan sonra Ankara’da bir gazinoda çalışır ve burada Leyla isminde bir kadınla tanışır. Evlenmek isterler ama Neşet’in babası razı olmaz bu evliliğe. Babasının kelamı üzere Neşet babasına şu tanıdık sözleri sarf eder: “Sevmişiz gönülden, olmuşuz kulu. Analar insandır biz insanoğlu” ve son noktayı koyar. Leylası’yla evlenir ve bu sebeple uzun yıllar Neşet ve babası birbirleriyle konuşmaz.
Sonrasında Leyla’ya hiçbirimizin dilinden düşmeyen “Tatlı dile güler yüze” şiirini yazar ve seslendirir: “Hem bahara hem yaza/ Yârin ettikleri naza/ Yâr aşkına çalan saza” der. Türkünün bu kadar dile dolanmasına şaşırmamalı çünkü bu şiirde ağırlıkla kafiyeler kullanılmıştır. Ayrıca şiir, 2-4 ritmiyle de âşıkken hızlanan kalp atışlarını andırır. Fakat bu aşk acı da verir Neşet’e. Bu acıyı da “Amanın Leyla” şiirinde dizelere döker: “Yazımı kışa çevirdin/ Kar yağdırdın başa Leyla’m”/ …“Yardan ayrı kalmak ölüm/ Söyle ne olacak hâlım” haliyle bu türkünün ritmi de bir öncekine nazaran çok daha yavaştır.
Yedi yıllık bir birliktelikten sonra Neşet, Leyla’dan boşanır ve böylelikle “Ahirim sensin” türküsünü kaleme alır:
Cahildim dünyanın rengine kandım/ Hayale aldandım boşuna yandım/ Seni ilelebet benimsin sandım/ Ölürüm sevdiğim zehirim sensin/ Evvelim sen oldun ahirim sensin
Bugüne kadar sürüp gelir bu aşk acısıyla beslenen türkü. “Dünyanın rengine kanmak”, yani ısrarla yalana inanmak isteyişini ve sonrasında gerçeklerle yüzleşmesini anlatıyor bize Neşet.
Kısa bir süre sonra Neşet, parmaklarından felç geçirir ve tedavi olmak için Almanya’ya, kardeşinin yanına gider. 1979-2003 yılları arasında Almanya’da kalır ve orada tedavisinden sonra Türklerin yoğun olduğu bölgelerde konserler verir, düğünlerde türkü söyler. Neşet de tıpkı bizim gibi gurbetçidir ve derdimize ortaktır. Gurbetçiliği “Gurbet ele düştü” şiirinde çok güzel ifade eder Neşet:
Gurbet ele düştü bizim yolumuz Seyir ettim bizim eller görünmez Gam elinden çok perişan hâlimiz Bir çare gönlümü eyler bulunmaz
Vatan özlemini bu şekilde aktarır insanlara. Böylece Neşet sadece Türkiye’de yaşayan Türklerin değil, gurbette kalan Türklerin de sesi olur.
Neşet Ertaş ve Âşık Veysel yaşadıkları sevinçlerden ve hüzünlerden esinlenerek bu şiirleri yazar ve bu şiirleri içlerinde barınan hislere göre besteleyip seslendirirler. İkisi de hem şair ruhludur hem de güzel sese sahiptir. Onları başkalarından ayırt eden şey ise kendilerini ifade etmek için bir yabancının kelamını veya notalarını kullanmamaları, hepsini aslında büyük bir yalnızlık içinde başarmalarıdır. Velhasılıkelam; “Âşıklık” bir tür yalnızlığı da beraberinde getiriyor.
Size bu âşıkların hayatını anlatarak aslında nasıl bir ruh haliyle bu şiirleri yazdıklarını göstermekti amacımız. Bu türküleri bir sonraki dinleyişinizde buna göre değerlendirip içinde barındırdıkları duyguları hatırlayarak bu değerli âşıkları daha iyi anlamanızı diliyoruz.