"Edebiyat Bize Burada Yardım Edebilir Mi?"
Cuma, Mart 8, 2024Edebiyat; tüm günlük uğraşlarımızın, koşturmacalarımızın arasında bizi durdurup zamanımıza hükmediyor, bize kendini dikte ediyor ve üstelik bu, dünyada insan hakları ihlalleri yaşanırken, kalplerimizdeki haritanın müstesna beldelerinden acı çığlıklar yükselirken oluyor. Biz de Genç Yazarlar Akademisi’ni gerçekleştirmek için gittiğimiz Kahramanmaraş’ta derin bir acının ve hüznün ayak izlerini takip ederken birdenbire durduk ve birbirimize “Edebiyat bize burada yardım edebilir mi?” diye sorduk. Merak edenler için bu ortak oturum -o sorunun cevabı değildir belki ama- o sorunun cevabına doğru bir yolculuktur.
şimdi artık bahçenin derinliği genç kızı cezbediyor
bu bahçe keşfe açık bir kalbi bekler gibi
yürüdükçe bahçeden bir şey siniyor kıza
şivekâr bahçeye tını salıyor adım attıkça
çok geçmeden gözlerinin önüne
ne diyelim?
resim içinde resim mi?
edebiyat burada bize yardım edemez.
bir çiçekle meşgul olan kelebekle meşgul olan bir erkek
eskiler olsaydı betimleyeceklerdi
biz yeniler alt dudağımızı ısırır
ve terleriz
şivekâr bizden biri
onun dilinden dökülen
bizim kelimelerimiz
saçma
ama başka ne sorulurdu ki?
“in misin, cin misin?”
cevap verdi hüsnü yusuf:
“ne inim, ne cinim”
“ben de senin gibi bir beni ademim
İsmet Özel "Bir Yusuf Masalı" / Üçüncü Bab
Mehmed Arif: Şiir için Ertuğrul arkadaşımıza teşekkür ediyoruz. Oturum başlığımız, “Edebiyat bize burada yardımcı olabilir mi?”. Bunun olumlu ya da olumsuz cevapları olabilir. Benim şahsi düşüncem edebiyat bize burada, tam da bu çağda yardımcı olabilir. Bir hafta boyunca Maraş’ta çok güzel dersler dinledik, burada hocalarımız edebiyatı bir arınma süreci ve bir tedavi yöntemi olarak kullanabileceğimizi ifade ettiler. Hakikaten de öyle. Hem yazar için hem de okur için edebiyat burada ortak bir mecrayı teşkil ediyor. Edebiyat bize kendimizle, insan olmakla, var oluşla, nereden gelip nereden gittiğimizle ve yolculuğumuza nasıl anlamlar kattığımızla ilgili cevaplar vermeye çalışıyor. “Bizler yazar olarak bu kadim soruların cevabını bulduk ve burada size aktarıyoruz.” gibi bir söylem ve düşünce içerisinde elbette değiliz. Biz de sizinle aynı yolculukta aynı soruları soruyoruz ve bu sorulara cevaplar üretiyoruz. Kimi arkadaşımız bu soruların cevaplarını şiir olarak kimi deneme kimi öykü kimi de senaryo olarak vermeye çalışıyor. Bu sorular binlerce yıllık ve eğer bugüne kadar hepimiz net ve ortak bir cevap verebilseydik bu sorulara, edebiyat da sona ererdi. Hepimiz hayata, dünyaya farklı bir açıdan bakıyoruz. Şahsen benim bu sorular küçük yaştan itibaren kafamı meşgul etmeye başlamıştı, bu soruların cevaplarını arama düşüncesi ise beni okumaya sevk etti. En nihayetinde “Benim de bu dünyaya söyleyecek ve bu çağa bırakılacak bir sözüm olmalı.” düşüncesi ve hissiyatı oluştu. Böylece yolum şiirle kesişti. Bakınca ben edebiyata varan bu yolculuğumuzun amacının içteki yaralarımızı tedavi etmek maksatlı olduğunu görüyorum. Bir insanın ruhunun bu çağda yaralı olmamasının bir mümkünatı yok zaten, çünkü haz ve hız çağında yaşıyoruz. Enformasyon savaşlarının devam ettiği bir bağlamda eğer insani duygularla donatılmışsak olanlara kayıtsız kalamıyoruz. Dolayısıyla yazma serüvenimiz “bir kayıtsız kalamama hâli" olarak nitelendirilebilir. Hem kendi yaralarımızı tedavi etmek hem de bu şekilde okura da bir tedavi imkânı sunmak çabası olarak görüyorum ben edebiyatı. Velhasılıkelam evet, ben edebiyatı bir yaralarımızı onarma faaliyeti, süreci ve yolculuğu olarak değerlendiriyorum. Edebiyata ne kadar yönelirsek bu kadim soruların da cevabını bulmaya belki daha fazla yaklaşabiliriz. Bu cevapları bulmaya yaklaştığımızda da bu çağın sorunlarını aşmaya daha da yakın olabiliriz diye düşünüyorum. Bağlar da Telve de bu ortak sorulara ve sorunlara bir cevap mahiyetinde düşünsel ve entelektüel bir çaba olarak ortaya çıktı. İnşallah bu düşünsel zenginliği hep birlikte daha da ileriye taşımaya devam edeceğiz. Baki’nin dediği gibi “Avâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal, Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.” Biz de bu dünya denen gök kubbede hoş bir sada bırakabilirsek ne mutlu bize.
Altay Mısırlı: Ben aslında bu oturuma hazırlanırken çok daha bilimsel bir yöntem izlemiştim ve soruya psikolojik ve sosyolojik bir yönden yaklaşmaya çalışmıştım. Yine bir iki cümle de olsa meseleyi psikolojik ve sosyolojik açıdan ele alacağım, ama sanırım genel olarak kişisel yolculuğumu içeren bir konuşma yapmam daha uygun olacaktır. Karmaşık bir kişisel edebiyat yolculuğum olduğunu düşünüyorum. Hem birçok farklı dilin bir arada konuşulduğu bir ülkede (Kosova’da ) yaşıyorum hem de hayatım boyunca ülkemdeki pek çok farklı döneme şahitlik ettim. Ben kendi yolculuğum boyunca aslında topluma bir şeyler anlatmaktan ziyade kendi iç yolculuğumun farkına varmanın ve bu yolculuğu anlamanın gayretindeydim. Bir yandan kendimi eksik hissediyordum, eğitimim dolayısıyla geldiğim Türkiye yaşadığım yerden çok uzaktı. Bu nedenle çok da edebiyatın içinde olma şansım yoktu. Teknolojinin bugünkü kadar gelişmediği bir dönemden bahsediyorum, günümüzde bu vesileyle kitaplara ulaşmak çok kolay; ama benim öğrencilik yıllarımda bu imkânların hiçbiri yoktu. Bilgiye ulaşabileceğim araçlar olarak sadece kitaplar vardı ve onlara da ulaşmak da o kadar kolay olmuyordu açıkçası. Türkiye’ye ilk kez 18 yaşımda gelmiştim. Türkiye’yi çok merak ediyordum. Dolayısıyla benim edebiyata yönelmemi sağlayan duygu en başta meraktı diyebilirim. Türkiye’deki Türkçeyi, Türkiye’deki insanları ve Türk edebiyatını merak ediyordum. Bu merakımı gidermenin tek bir yolu vardı o da kitap okumaktı. Edebiyatın bu anlamda beni bir bütün hâline getirdiğini düşünüyorum. Edebiyat Türkiye’ye uyum sağlama noktasında bana çok kolaylık sağladı. Dolayısıyla edebiyatın en az bir kitap okumuş ya da en az bir yazı yazmış herkesin hayatına dokunduğunu düşünüyorum, istesek de istemesek de.
Azize Ramadani: Ben konuşmamda biraz “farkındalık” kavramı üzerinde durmak istiyorum. Özellikle günümüzde üstünde durulması gereken konunun farkındalık olduğunu düşünüyorum. Hangi konuda bir farkındalıktan bahsettiğimi soracak olursanız; hangi zamanda ve neyle beraber olduğumuzu düşünerek yaşamakla ilgili bir farkındalıktan bahsediyorum. Bunu kavramak da okuduklarımız, yazdıklarımız ve yaşayış biçimimizle alakalı bir durum. Biz edebiyatı aslında çok fazla duygusal çağrışımlarla bağdaştırıyoruz, fakat karşı tarafta bir materyalizm söz konusu değil artık, en azından bu çağda. Estetik olgularımızın, estetik algılarımızın tamamen değiştiği fazlasıyla pratikleşmiş bir çağın içinde bulunduğumuzu görüyoruz. Bunun farkına varmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda baktığımızda edebiyatın ortaya çıkış araçlarını sağlayan şartlar da tamamen bu çağa uygun bir şekilde ayarlanmaya çalışılıyor. Elimizde olan şeyler her ne kadar iyi ve değerli olsa da bunları duyuramadığımız sürece pek bir önemi yok günümüz şartlarında. Hepimizin bildiğini düşündüğüm Ölü Ozanlar Derneği filminde şu cümlelerin geçtiği bir bölüm var: “Biz hoş olduğu için şiir okuyup yazmıyoruz. İnsanoğlunun bir ferdi olduğumuz için şiir okuyup yazıyoruz. Çünkü insan ırkının içinde coşkular vardır. Tıp, hukuk, ticaret, mühendislik yaşamak için gerekli asil birer meslektir çocuklar! Ama şiir, güzellik, aşk, sevgi biz bunlar için hayattayız. Hayatın anlamını arayan sorular, inançsızların sonsuz sırası, aptallarla dolu şehirler… Bunlar arasında yaşamanın anlamı nedir ki hayat, cevap ver bana cevap! İşte cevap: Siz buradasınız, hayat var ve hep olacak. Güçlülerin mizanseni devam ederken sen de birkaç dize katkı yapabilirsin. Sizin dizeniz ne olacak?” Bu bölümden anladığımız kadarıyla filmin asıl amacı hayatta kalmak için gerekli uğraşlarımız ile uğruna yaşadığımız şeylerin ayrımını yapmak. Ben de edebiyatı burada uğruna yaşadığımız değerlerin bir parçası olarak görüyorum. Oysa diğer uğraşlarımız bizim sadece hayatta kalmamızı sağlıyor ama tüm meselemiz hayatta kalmak olamaz. Bazı değerler uğruna yaşayabilmek önemli bir mesele. Oturumumuzun konusu “Edebiyat bize burada yardım edebilir mi?” sorusu bende ilk olarak idealizm ve realizm bağlamlarında çağrışımlar uyandırdı. Bu iki kavram her ne kadar birbirinin zıddı olsa bile özellikle bu post-modern çağda birbirini besliyor bence; realist düşüncelerimiz ne kadar yüksekse idealist düşüncelerimiz de o kadar yüksek olmalı. Bence ancak bu şekilde edebiyat denilen kavramı büyütebiliriz. Nihayetinde oturumun konusu olan “Edebiyat bize burada yardım edebilir mi?” sorusuna ise net bir cevap veremeyeceğim, çünkü bunun çok bireysel cevaplarının olacağını düşünüyorum. Fakat bu soruyu cevaplarken aklımıza başka iki soru gelmeli: Edebiyat nedir ve biz onu ne için kullanıyoruz?
Ecem Tuba Hızarcı: Azize arkadaşımızın sorduğu son sorulardan da yola çıkarak; “Edebiyat bize burada yardım edebilir mi?” diye sorduğumuzda aslında bir yandan “Edebiyatın bir görevi mi var?” sorusu da ortaya çıkıyor. Örneğin edebî türlere baktığımızda gerçeklik dışı türler gerçek dünyanın dışında bir sığınak olabiliyor okur için. Bu tarz türlerin olması bile edebiyatın bazı okurlar için bir kaçış yolu olduğunu ve onların oldukları yerin yani “burada” dediğimiz yerin yetersiz olduğunu düşündüğümde bende de bir soru oluştu: “Burası neresi?” O yüzden soruya genel bir cevap vermek mümkün değil gibi ve daha çok bir bağlam meselesi gibi geliyor bana. Mesela hepimiz farklı ülkelerde, farklı dillerin konuşulduğu ve farklı kültürlerin yaşandığı yerlerde bulunuyoruz ve Türk kimliğimizle birlikte ikinci bir kimliğimiz ve bazen daha da fazla kimliklerimiz olabiliyor. Dolayısıyla bizim için aslında “burası” neresi? Sorudaki “burada” kelimesinin bizim için canlandırdığı anlam bile çok değiştiği için edebiyatın burada yeterli ya da yardımcı olup olmaması meselesi zihnimde başka bir karmaşaya sebebiyet veriyor. Ancak şu anda bulunduğumuz ortama baktığımızda edebiyat bizi bir araya getirdi. “Biz ‘bura’yı eksik bir yer olarak gördüğümüz için, edebiyatı burada bize yardımcı olması için yaratıyor olabilir miyiz?” diye bir soruyu ortaya atmak istiyorum ben de son olarak.
Elif Neslihan Güney: Ben, “Edebiyat bize burada yardım edebilir mi?” sorusundaki “burada”yı dünya olarak düşündüm. “Hayatımızı sürdürdüğümüz yaşam alanlarımızda edebiyat yardımcı oluyor mu bize?” şeklinde de soruyu genişlettim zihnimde. Aslında küçüklüğümüzden beri edebiyatın içindeyiz ve edebiyatla büyüdük. Bize masallar anlatıldı, peygamber kıssaları vs. Ve tüm bunlar sayesinde doğru ve yanlış kavramlarımız oluştu. Küçüklüğümüzden beri bize anlatılan her anlatıda bir iyi bir kötü karakterle karşılaştık, bir duygu aktarımı gerçekleşti bu karakterler üzerinden ve modern tabirle empati yaparak doğru ve yanlışa dair ortak bir fikir oluştu zihnimizde. O yüzden en başından beri edebiyat bize “burada” yardımcı oluyor diye düşünüyorum. Bugün de bir öykü okuduğumuzda karakterle özdeşlik kurabiliriz, örneğin Knut Hamsun’ın Açlık öyküsü beni çok etkilemiştir. Yazar o metinde açlığı o kadar iyi bir şekilde anlatmış ki o kitabı okurken hayatımda gerçek manada hiç acıkmamış olduğumu düşündüm. İşte bu bir idrak noktası olarak belirdi benim zihnimde ve bu idrak noktasına ben edebiyat sayesinde erişebildim. Ek olarak buradaki arkadaşlarımla burada buluşma ve bir arada olma sebebimiz edebiyat. Bu açıdan edebiyat bir birliğe ve beraberliğe sebep oluyor. Hepimiz farklı yerlerde yaşıyoruz, ancak ortak sorunlarımız mevcut. Biz bu farklı sorunları edebiyat aracılığıyla anlatmaya çalışıyoruz. O yüzden edebiyat bence hem bizim için hem de birlik ve beraberliğimiz için, sorunlarımızı ve duygularımızı dile getirebilmek için çok önemli ve evet, edebiyat bize burada yardımcı olabilir.
Yasemin Kelkit: Ben “Edebiyat bize burada yardım edebilir mi?” sorusundaki “burada” ifadesini iki açıdan ele alabiliriz diye düşünüyorum. Birincisi Elif’in de bahsettiği gibi dünya olarak ele alabiliriz, ikinci olarak da Maraş… Şu an bulunduğumuz yer çok özel bir yer: Maraş’tayız ve hazin bir olayın ardından buradayız. Sanırım birçoğumuz buraya sadece yazarlık akademisi için gelmedi. Bir yandan buraya farklı bir şekilde faydalı olmak niyetiyle burada buluşmayı istedik. O yüzden edebiyatın burada da farklı bir faydasını görebiliyoruz. Dünya meselesiyle başlayacak olursak ben insanın anatomisini şöyle tasvir ediyorum: Bizim normal damarlarımız var içinden kan akan ama o damarların yanında aynı zamanda söz damaları da var. Yani sadece akacak kan değil damarda durmayan, aynı zamanda akacak söz de damarda durmuyor. Biz iletişim kuran varlıklarız, öyleyse bir şeyleri ifade etmek zorundayız ve o söz de bir şekilde dışarıya akmak zorunda. Ama edebiyat burada bize her zaman yardımcı olabilir mi? Hayır, çünkü eyleme dönüşmeyen hiçbir şey bizim için tam manasıyla faydalı olmayacaktır. Sadece yazdıysak ve o yazdığımızın arkasında düşünsel olarak dursak dahi, bu düşünceyi yaşantımızla insanlara yansıtmıyorsak bunun faydalı olacağını düşünmüyorum. Bu, bana daha çok müsriflik gibi geliyor, belki de İsmet Özel’in “Edebiyat bize burada yardım edemez” dediğine gelmiş oluyoruz bu şekilde. Azize’nin de söylediği gibi bu konuyu düşünürken ben de oluşan çağrışımlardan birisi de “ses” meselesiydi. Yani yazarken aslında aradığımız bir şey var. O da ses. Biz öncelikle ses vermeliyiz ki bir ses alabilelim. Bir boşluğa yazmıyorum hissinin oluşabilmesi için. Şu anda ben bunları konuşurken sizin hepiniz bana ayrı bir duygu geçiriyorsunuz. Söylediklerimin şu an size iletildiğinin farkındayım ve bu şekilde bir yere varma hissi çok güzel. Bu konuda edebiyat bize faydalı oluyor ve aksi hâlde her şey boşluğa gider ve yiter. Sanırım varlığımızı daha iyi kavramak için de bir yöntem edebiyat aynı zamanda. Sözlerimi bir şairin dizeleriyle bitirmek istiyorum. “Ölümdür yaşanan tek başına, aşk iki kişiliktir”. Bence hayat iki kişiliktir. Yalnız kaldığımız zaman aslında ölürüz o yüzden buradaki topluluk bizim aslında hayatta olduğumuzu ve birlikte bir şeyler yapabildiğimizi gösteren bir kanıt. Bizim tercihimiz de edebiyat. O yüzden burada olmak çok güzel.
Ertuğrul Sabuncu: Hazırlıksız olunca böyle oluyor. Sona bırakıyorsunuz kendinizi. Gördüğünüz gibi edebiyat bana yardımcı olamadı burada. Zaman kazanmaya çalıştım… (salonda gülüşmeler) Edebiyat bize burada yardımcı olabilir mi? Arkadaşlarım soruyu farklı açılardan ele aldılar. Ben de bu sorudan birkaç soru çıkarabildim: Edebiyat nedir, biz kimiz, biz neredeyiz ve yardıma muhtaç mıyız? Ve bu medeti edebiyattan mı umuyoruz? 1800’lerin Almanya’sında olsaydık muhtemelen bu soruya cevap olarak “Edebiyat bize burada yardımcı olabilir.” diyebilirdik. Johann Gottlieb Fichte Alman Ulusuna Sesleniş adlı eserinde Almanları Fransa’da güçlenen ulusalcı düşünceye karşı dalları uçsuz bucaksız bir ağaca benzetiyor. Bundan yaklaşık 130 yıl sonra dünyada büyük katliamlar görüyoruz. Dolayısıyla edebiyatın, son 200-300 yılı içerisinde, belki de en görmek istemediğimiz sonuçları oldu ama edebiyat aynı zamanda o toplumlara yardımcı da oldu. Kelimeler, metinler, kitaplar toplumları mutlu ettiği kadar kanlar da akıttı dünyada. Faiz piyasasını, petrol piyasasını, savaş piyasasını güçlendirdi ve toplumlar birbirlerinden üstün olduklarını iddia etmeye başladılar ve bu toplumların içindeki yazarlar ve fanatikler bunu edebî eserlerle destekledi. Şimdi aynı hataya düşmemek için biz elbette edebiyatı bir yardımcı araç olarak kullanabiliriz ancak bunu kendimiz için mi toplum için mi kullanmak istiyoruz bunu da iyi bilmemiz gerekiyor. Konfüçyüs’ün aktardığı bir sahne var: Muhtemelen bir hükümdarın sözcüsü kendisine geliyor ve şöyle diyor: “Efendim önce ne yapmamız gerekiyor?” Hükümdarın cevabı ise şu şekilde oluyor: “Önce kavramları düzeltmeliyiz; önce kelimeler, önce kelimeler.” Dolayısıyla “Edebiyat bize burada yardımcı olabilir mi?” sorusunu cevaplayabilmek için önce aklımızda ve etrafımızda dönüp dolaşan bazı ve kavramları ve kelimeleri düzeltmemiz gerekiyor. “Toplum içinde kendimizi, kendi duruşumuzu nerede görüyoruz?” sorusunu cevaplamamız gerekiyor. Tabii gördüğünüz gibi sorunun ucu açık kalıyor bende, yani soruyu cevaplamamak için elimden geleni yapıyorum. Daha fazla zaman kazamayacağımın da farkındayım, umarım sizi biraz olsun düşündürebilmişimdir söylemlerimle. Bizi dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
Bağlar'ın son sayısını okumak için tıklayın.
Telve'nin son sayısını okumak için tıklayın.