"Edebiyat, Yolculuğun Ta Kendisidir"
Salı, Şubat 4, 2025Prizrenli yazar Altay Mısırlı ile geçtiğimiz aylarda SEDEP kapsamında yayımlanan İlk kitabı Sesinden Mahrum’u ve yazarın ilk kitabına uzanan edebiyat yolculuğunu konuştuk.
SÖYLEŞİ: NADA DOSTİ
Kosova’dan Türkiye’ye, Türkiye’den tekrar Kosova’ya uzanan bir hikâye sizinkisi. Bu hikâyenin edebiyatla taçlanması ve sizin sesinizi bularak, yazar olarak ortaya çıkışınız nasıl oldu?
Edebiyat gönlümde hep vardı. İlkokulda bir yaz tatili esnasında şehrin kütüphanesine gidip Danie Defoe’nun Robinson Crusoe romanını aldığımda başladı bu aşk. Robinson Crusoe’nun maceralarından mı etkilenmiştim yoksa kütüphanedeki kitap dolu raflardan mı tam olarak emin değilim ama bu sevgi devam etti. Çocukluğumuzun mahallede toplanıp oyunlar oynadığımız zamanlarıydı, bizim de maceralarımız eksik olmazdı ama hayatımda hiç Robinson diye birini tanımamıştım, hiç adaya gitmemiştim. Hem yazar güzel anlatıyordu, okurken beni de maceralara dâhil ediyordu. Büyüdükçe okuduklarım da değişmeye başladı tabii. Lise yıllarına Jostein Gaarder’ın Sofi’nin Dünyası’yla başladım. Kendimi ve dünyayı sorguladığım bir zamanda esere hayran kaldım. Lâkin hâlâ edebiyat nedir bilmiyordum. Yazının estetiği, dilin akıcılığı, sözcük dağarcığı ilgilendiğim konular değildi. Kitabın kurgusuydu beni cezbeden. Reşat Nuri Güntekin’i okuyana dek. Liseyi bitirme ödevim Çalıkuşu’ydu. Türkçenin güzelliğiyle, edebiyatla o gün tanıştım. Bir yandan okuyor diğer yandan yazılar yazmaya çalışıyordum. Herhangi bir tarza denk gelmeyen günlükvari yazılardı bunlar. Yıllar sonra okuduğumda ergenlik dertlerim gözüme önemsiz görünmüş ve hepsini atmıştım. Üniversitenin ilk yılında Ege Üniversitesi kampüsünde Irvin Yalom’un Nietzsche Ağladığında romanını okudum. Artık yazı yazmıyordum ama okumalarım daha derin bir hâl alıyordu. Sanırım psikolojik danışmanlık okumam anlatıcıdan çok dinleyici olmayı öğretti bana. Dolayısıyla okumaya, dinlemeye devam ettim. Anlatabileceklerimin önemli olabileceğini fark etmedim. YTB ailesiyle tanışana dek... Prizren’de gerçekleşen semineri dün gibi hatırlıyorum. Karlı bir aralık ayında edebiyat konuşmak iyi gelmişti. Hediye kitaplar getirmişlerdi hepimize. Kutunun içinden Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sını alıp okumaya başlamıştım hemen. Akşamları evde kitabı okuyor, gündüz otelin yolunu tutuyordum. Seminerin hiçbir anını kaçırmadım, bir saat hariç. Bir akşam dersin son saatinde kısa bir yazı yazmamız istendi. O gün erkenden eve gittim. Korkmuştum, utanmıştım. Yazarsam bütün çıplaklığımla herkesin önünde olacağımı hissetmiştim. Zamanla atölyelere katıldıkça Bağlar dergisine yazı yazdıkça bu hislerle barışık olmayı öğrendim. Benim de anlatacaklarım vardı. Özellikle sesimi çok uzaklara duyurabileceğim fikri beni daha da cesaretlendirmişti.
Deneme mi, hikâye mi? Hangisi ilk bakışta aşk?
Çok değil, bundan iki yıl öncesine kadar hikâye derdim. Bugünse buna karar vermem çok zor. Deneme kitabını hazırlarken ilginç bir anı geldi aklıma. Uluslararası Genç Yazarlar Akademisi’nin birincisinde İstanbul’da Maltepe Üniversitesi kampüsünde deneme ve hikâye atölyelerine katıldım. Deneme atölyesinde Ayşegül Hoca’mız kısaca deneme hakkında bilgi verdikten sonra kısa bir yazı yazmamızı istedi. Biz ise bir türlü başlayamadık. Okuduğum yazının deneme olup olmadığını anlayabilirdim ama ne yazarsam deneme olur onu bilmiyordum. Birkaç satır yazdıktan sonra hocamızdan tekrar anlatmasını istedik çünkü yazıda ilerleyemiyorduk. İkinci bir anlatımdan sonra yazımı yazdım ve okuduğumda fark ettik ki yazdığım bir hikâyeydi. Dolayısıyla bugün deneme yazabiliyor olmak beni hâlâ heyecanlandırıyor. Çoğunlukla günlük hayatın içinde dinlerken, seyrederken, muhabbet ederken “Bu konu güzel bir deneme konusu olurdu.” diyorum. Oysa hikâye daha farklı. Kurgusu, kahramanları olmalı. Hikâyenin kurgusunu yaratmak, ince ince işlemek, kahramanlara can vermek, onları giydirmek, matematiğini hesaplamak, mantık hatalarından ayırmak daha çok ustalık gerektiriyor sanki. İkisinin de yeri farklı benim için, heyecanı farklı, ancak ilk bakışta âşık olduğum hikâyedir.
Yayımlanan ilk kitabınız nasıl bir yolculuğun sonunda meydana geldi?
Katıldığım deneme atölyesinde doğdu bu fikir. Her hafta belli konularda denemeler yazmaya başlamıştık. Yazı yazdıkça herkesin kendi tavrı, tarzı ortaya çıktı. Aynı konuları hepimiz farklı bir üslupla anlatabiliyorduk. Hocamız atölyelerin sonunda yazılarımızı bir araya getirip kitaplaştırabileceğimizi söyleyince hazırlığımızı da ona göre yaptık. İlk yıl atölyedeki konuların dışına çıkmadan yazmaya çalıştım, ikinci yıl artık tamamen kitap için yazıyordum ve dosyama uygun konularda yazı yazdım. Heyecanım, şaşkınlığım hiç bitmedi. Karar verdiğim bir konuda yazmaya başlamışken yazının yarısında konunun farklı bir yöne gitmesine hâlâ hayret ediyorum. Daha çok deneme okudum. Anılarımı yazılarımdan ayrıştırmayı öğrendim. Hazırlık aşamasında fikirlerimi, düşüncelerimi, olabildiğince açık bir şekilde ifade etmeye çalıştım. Okuyucunun düşünmesini istedim. Yok olup giden sesimizin farkına varmalarını istedim. Ardı ardına paylaştığımız fotoğraflarla, bitmeyen mesajlaşmalarla, sessiz sedasız sürüp giden hayatımızı sorgulamalarını bekledim.
Yazınınızı besleyen damar nedir?
Yazılarımın temelinde zaman var. Zamanın getirdikleri ve bizden aldıkları yazarken odak noktam oldu. Hâlâ severek dinlediğim, sözlerini ezbere bildiğim bir şarkının ilk defa yıllar önce söylendiğini bilmek bana ilginç geliyor. Zamanın gerçeği ve bizde uyandırdığı hissiyat çok ilginç. Herkesin kendi zamanı var gibi. Oysa ben hepimiz aynı zamanlardan geçtik diye hatırlıyorum. Hepimiz sokakta top oynadık, kasetçalardan şarkı dinledik, hafta sonları nehir kıyısında piknik yaptık diye biliyorum. Sonra hiç kaset görmemiş birileriyle tanışıyorum. Piknik yaptığımız yer betonla kaplanmış, üzerine de düğün salonu yapmışlar. Birileri oranın yeşilini hiç görmedi. İnternet kesilince paniğe kapılıyoruz, bense elektrik olmadan mum ışığı altında kitap okuduğum yılları hatırlıyorum. En çok şaşırdığımsa yazı yazana kadar bunların farkında olmayışımdı. Çoğunu unutmuştum. Bu yüzden yazmaya başladım. Unutmamak için, unutturmamak için.
Dergiler size için ne anlam ifade ediyor?
Dergiler benim evim, odam, güvenlik duvarım. İlk yazım Bağlar dergisinde yayınlandı. Bağlar dergisinin kuruluş aşamasında hepimiz çok heyecanlıydık. Yetişkinlikte hayat daha planlı ilerliyor ama dergiyle beraber yeni, beklenmedik duygular katıldı hayatımıza. Derginin yayınlanma sürecine kadar çok heyecanlı olduğumu biliyordum, dergiyi konuşurken, birilerine anlatırken heyecanım hiç bitmedi. Edebiyata başlamak heyecan vericiydi. Sonra İstanbul’da otel odasında dergiyi görünce gözlerim doldu, duygulandım. Duygularım kabarmış ve heyecanımdan daha yoğun hissetmeye başlamıştım bu duyguları. İlk adımı atmış olmak, yazılarımı ulaşılabilir kılmak, duvarları yıkmak beni rahatlatmıştı. Tabii derginin yazarlarını tanımak, onlarla beraber çok güzel zamanlarımızın olması, arkadaşım olmaları aramızdaki bağı çok güçlendirdi. Bir yandan yazarın sesini dünyaya, evrene duyurması gerektiğini biliyorum ama diğer yandan konfor alanında kendimi çok rahat ve güvende hissediyorum. O yüzden yazılarımı hâlâ Bağlar dergisine gönderiyorum. Balkanlar'da Türkçe bir derginin var olması, dağılan, savrulan bizleri tekrar bir araya getirmesi, kabuğumuzdan çıkarmak için önemli bir adımdı. Özellikle savaştan sonra Kosova’da Türkçe edebiyat alanında büyük bir boşluk oluşmuş. Öncesinde şiir, öykü, roman alanında zengin olan ülkemizde bir duraksama dönemi yaşanmış. Bağlar dergisi yeni yazarların yetişebilmesi, yeni yazıların üretilmesi açısından büyük önem taşıyor.
Kitabınız III. Uluslararası Genç Yazarlar Buluşması’nda İstanbul’da, Rami Kütüphanesi’nde ilk defa okuyucuyla buluştu, bununla ilgili hisleriniz nelerdir?
Öncelikle bu kitabı bekleyen, okumak isteyen, soran, merak eden arkadaşlarıma kitabı ulaştırabildiğim için minnettardım. Kitabımı İstanbul’da, bir kütüphanede imzalamak ayrı bir mutluluktu benim için. Mustafa Kurt Hoca’ma, Cemal Şakar Hoca’ma kitabı imzalarken gurur duyup Prizren’de tanıştığımızda sorduğum soruların acemiliğine gidiyordu aklım. Kitabımı 28 farklı ülkeden gelen 84 yazara imzalamak, bu şansa sahip olmak tarif edilemez bir mutluluktu. Aramıza katılan arkadaşlarımızın hepsiyle tek tek konuşmak, muhabbet etmek, onları tanımak için zamanımız yetecek mi diye düşünürken en azından kitabımı imzalarken hepsiyle bir iki kelam edebilmek endişelerimi gidermişti. Hâlâ Balkanlı arkadaşlarla, Avrupalı arkadaşlarla tanışmanın mutluluğunu yaşarken bir anda dünyanın dört bir yanından arkadaşlarımızla da tanışmak, onları kitabımla tanıştırmak aklımı başımdan almıştı. Belki de ömrüm boyunca gidemeyeceğim birçok ülkeye kitabım ulaşmıştı. Kendim gidemesem de sesimi oraya kadar duyurabilmek gurur veriyor. Daha İstanbul’dan ayrılmadan kitabımı okumaya başlayanlardan aldığım güzel övgüler bu yolda ilerlemem için, yeni yazılar, eserler üretmem için bana gereken cesareti verdi.
O buluşmada ilk eseri görücüye çıkmış bir yazar olarak 28 ülkeden 84 yazarla bir araya gelmek ve orada yazı deneyimlerinizi paylaşmak bundan sonraki edebiyat serüveninize nasıl etki edecek?
Bundan sonrası için borçlu hissediyorum. Bağlar dergisinin yedinci sayıya ulaşması, Telve dergisinin on ikinciyi sayıya gelmesi, aramıza katılan Her Boydan dergisi ve yazar ekibi, kitabımın, başka arkadaşlarımızın kitaplarının basılması, yazarlık buluşmalarında her yıl daha kalabalık olmamız, bütün bunların birkaç yılda gerçekleşmesi arka planda bize inanan büyük bir ekibin var olması ve bize inanmaları demek. Bu yıl İstanbul’da 28 farklı ülkeden, dünyanın her yanından arkadaşlarımızla tanışırken ilk defa Mısır’dan, Ukrayna’dan, Azerbeycan’dan, İran’dan, Filistin’den, Venezuela’dan, Nijerya’dan, Sudan’dan, Hindistan’dan ve birçok farklı ülkeden birileriyle tanıştığımı fark ettim. Ömrümün yarısına kadar bu şansa sahip olamamışım. Şimdi sadece tanışmakla kalmayıp aynı sofrada yemek yemek, çay kahve içmek fırsatına sahip olduysam, edebiyat bizi bir araya getirebildiyse o zaman ben de Türkçeye, edebiyata borçluyumdur. İlk eserimde aynı zamanı yaşayan insanlar olarak geçmiş yıllarımızı farklı algılayışımızı, bu zamanın hızla değişime uğradığını anlatmaya çalıştım. Bundan sonrasında aynı zamanları farklı ülkelerde yaşamanın etkilerini yazabilmek için de fırsatım olacak.
Bağlar'ın tüm sayılarını okumak için tıklayın.