Hatırlamadığım En Güzel Anı...

Cuma, Mayıs 26, 2023

Sırf aileleri rahat etsin diye gitmişlerdi gurbete. Yaban ellerde toz duman içinde çalışmışlardı. Kimi zaman da aşağılanmışlardı. Bütün bu zorluklara rağmen direndiler. Hiçbir zaman vazgeçmediler. Sırf benim dedem değil. Yüzbinlerce kişi yaptı bunu ailesi için. Onlar geldikleri bu yerlerin dilini ve kültürünü bilmedikleri hâlde camiiler, dernekler kurdular. Gurbet elde birbirimize sahip çıkalım, dinimizi, dilimizi unutmayalım diye...

Sabah erkenden evden çıkışını, geç vakitte yorgun eve dönüşünü hiç görmedim. Bir fotoğrafımız bile yok dedemle. Varsa da ben hiç görmedim veya hatırlamıyorum. Tek bir anı var aklımda kalan. Korkunç bir sessizlikle andığım bir anı. O hasta yatağında son nefeslerini alıp veriyordu. Ben ise hala oğluyla hastane direklerinin etrafında koşarak oyun oynuyordum. Birden gülüşlerimizin ardındaki kara bir sessizlikte akan gözyaşları bozdu oyunumuzu. Durduk. Tavanda asılı duran lamba cızırtılarının arasında gelen hıçkırık seslerinde boğuldu gülüşümüz. Nefes almaktan korkar olmuştum. Dedem ise nefes almıyordu artık.

Dedem o gün vefat etti. Ben de ne olduğunu anlamadan öylece bakıyordum. Odaya koştum. Babamın yere çökmüş bir şekilde ellerini başının arasında gördüm. Ağlıyordu babam. İlk defa ağladığını gördüm. Dağ gibi babamın üzerine koca bir gökyüzü çökmüş, dünyası kararmıştı. Dedemin gözleri kapalıydı. Yanı başında duran aletleri toparlıyordu hemşire. Çıkardığı her sesle üzüntüyü katlandıran aletlerin gürültüsü kesilmişti artık. Halam yaşlı gözlerle çıkardı beni odadan. Kapıyı kapattı. Son defa gördüm dedemi orda. Bir daha da hiç göremedim. Üç gün yemek yemedi babam. Ne konuştu ne de ağladı. Ağladıysa da ben görmedim. Tek gördüğüm, merakla yanına gittiğimde birden yere düşmesiydi. Anneme koştum.

-Anne babam düştü, babam düştü.

Telaşla ambulansı aradık. Tedavi ettiler. Annemin gözlerindeki o korku hâlâ aklımdadır. Hiç unutmam. Dedemin hastalığı neydi bilmiyorum. Ama çok acı çektiği belliydi. Babamın duası kulaklarımda çınlar hâlâ . ‘’Ya Rabbi! Ya şifa ver iyileştir, ya da yanına al artık babamı!’’ Hastalığından dolayı bir gözü kapalıydı dedemin.

Onca sene ailesi için geldiği gurbette çalıştığı yerin kiri tozu söndürmüştü gözünün nurunu. Dünyanın pisliğini, adaletin yokluğunu tek bir gözü ile görüyordu. Belki de iyiydi bu. Ama torunlarını da sadece tek bir gözü ile görmüştü.

Dediğim gibi, hatırlamam dedemi. Elini öptüğümü, başımı okşadığını hatırlamam. Ama severdi der büyüklerim. Torunları için yapmayacağı şey yoktu. Ben de onu çok sevdim. Hem de hiç tanımadan.

Dedemi hiç unutmadık. Her ayın ilk pazar günü toplanırdı herkes. Amcalarım, halalarım, çocukları. Hep birlikte Kur’an okur dualar ederdik dedem için. Sonrasında beraber kahvaltı eder, ayda bir kere de olsa herkes birbirini görmüş olurdu. Hasret gideriyorduk böylece. Dedem yoktu. Yine de o topluyordu bizi bir araya. Bir fotoğrafı vardır babaannemin oturma odasında. Sağ tarafta babaannem, sol tarafta dedem vardır. Mavi bir gökyüzünden izler bizi arkasındaki kuşlarla birlikte. O fotoğrafla hatırlıyorum sadece dedemi. Babaannemin oturma odasındaki rafta yıllardır duran o tebessümüyle. Bazen o fotoğrafa bakar, hayal etmeye çalışırım onu. Babaannemin yanında oturduğunu, tebessümle hiç görmediği torunlarını izlediğini getiririm gözümün önüne. Ben de koşturmuşumdur kesin bu oturma odasında. Hayal ettiğim gibi de izlemiştir dedem beni. İnsan en çok çocukluğunu sever değil mi? Onu da yarım yamalak hatırlarız zaten. Belki de bu yüzden seviyoruz. Benim çocukluğum hep camilerde geçti. Hafta sonları ve tatillerde hep kurslara katılırdım. Çoğu zaman yatılı, bazen de günlük. Bir seferinde bir hoca, cuma akşamları ölen akrabalarımızın bizden dua beklediklerini ve bizi izlediklerini söylemişti. Ben de cuma akşamları Kur’an okuduğum zaman dedemin bir pencereden hep beni izlediğini hayal ederdim. Beni izlediğini görürdüm. Bir seferinde hatta mescitte oturuyordum. Başta pencerede hayal etmiştim onu. Sonra ama dışarısı soğuk diye mescidin bir köşesine aldım dedemin hayalini. Çocuktum işte. Ama hep hayal ederdim. Rafta duran fotoğraftaki tebessümü ile.

Ben dedemi hiç tanımadım.

Ailesi için gurbete taşınmak nedir hiç bilemedim. Öyle 200-300 km değil. Arasına ülkeler giren bir gurbet. Aileyi belki de yılda sadece bir kere görebilmek. Dedem ailesini Almanya’ya getirmeden önce yazdan yaza görüşürlermiş. Bazen kendi sesini kasete çekip yollarmış. Herkes toplanır dinlermiş o kaseti. Bazen gülerek, bazen de gözyaşlarıyla. Sonra yerleşmişler Almanya’ya. Babam üç yaşındaymış. Ailesine kavuşmuş dedem böylece. Mutlu ve neşeli günleri olmuş.

Babamın evlendiğini de gördü dedem tabii. Dede olduğunu da. Ama büyümemizi göremedi.

Torunlarının büyümesini bırakın, çoğunun doğuşunu dahi göremedi dedem. Onların büyüdükten sonra evlenip çocuk sahibi olmalarını, kendi çocuklarının bazısının evlenmesini bile göremeden ayrılmıştı aramızdan. Dedem bunları göremezken, biz bu günlerde yakınlarımızın en mutlu günlerinde bile yanında olmuyoruz.

Bazen uzakta oluyoruz. Bazen imkânlar el vermiyor belki. Ama telefon ile arayıp hayırlı olsun bile demiyoruz. Hâlbuki akrabaya ve dostluğa çok önem verirmiş dedem. Evinden misafirin hiç eksik olmadığını hep duymuşumdur. Yedirip içirmesini çok severmiş. Şimdilerde ise bazen kimin hangi durumda olduğunu bile bilmiyoruz. Ayda bir kere görüşürsek iyi. O da zaten dedemin hatırına.

Dedemin dürüstlüğünü de duydum hep. Birisinden borç aldığı zaman hep vaktinde ödermiş dedem. Gerekirse başkasından borç alır, ama borcunu hiç geciktirmezmiş. Ne yapar eder ödermiş işte. Bugün paylaşmasını bile bilmediğimizden dolayı bazı büyüklerimizin elini öpemez olduk. Herkes dünya telaşında. Gittikçe uzaklaşıyoruz birbirimizden.

Kahramanmaraşlıyızdır biz. Göksun ilçesinin Yiricek köyünden. Mehmet Çavuşun torunlarındanızdır. Bilenler çoktur. Dedem orayı hiç unutmamış. Hatta oradadır mezarı. Ablamın yanı başında. Her çarşıya gittiğimizde oradan geçer, Fatiha okuruz. Arabaya buruk bir sessizlik çöker. Oraya yaklaşırken lafı olan yarıda keser veya çabucak bitirir. Sonrasında eller açılır ve dua ederiz. Ne kadar doğrudur bilmem ama köydeki caminin minaresini dedemin yaptırdığını söylerler. Ben de çocukluğumdan beri bir minareye çıkıp ezan okumayı her zaman çok istemişimdir. Bir bayram cuması nasip oldu da çok şükür. Hem de dedemin yaptırdığı o minarede. Çıktım. O ufacık köyü gördüm. İlk defa çıkıyordum bir minareye. Birkaç tane kuş geçti üzerimden, gökyüzü arkamda. Babaannemin oturma odasındaki fotoğrafta dedemin bizi izlediği gibi izliyordum köyü. Ufak bir tebessümle. Camiye koşturan çocukları gördüm. Kovalamaca oynayarak geliyorlardı dedemin geçtiği sokaklardan. Bu küçük köydü belki de dedemle ben. Anılarımız kadar sokaklar, onu hatırladığım kadar sessizdi. Okumaya başladım. Nefesimi çok iyi kontrol ettiğim söylenemez. Ama o an hayatımda okuduğum en uzun ezanı okudum belki de. Gözlerim doldu. Sesim titredi hatta birkaç defa. Sanki dedem o an orada kendi nefesini katıyordu nefesime. Köyü izliyordum okurken. Tepelerden yankılanıyordu sesim. Köyü terk etmek istemiyordu sanki.

Pencerelerden meraklı bakışlar yükselmişti bana doğru. Aldırış etmeden devam ettim. Sonra bitirdim ezanı. Ayaklarım titreyerek indim merdivenleri. Heyecandan elim ayağım boşalmıştı. Bir rüya gibiydi sanki. Minareden ezan okumuştum. Dedemin minaresinden. Ama o görememişti. Hüzne kapılmış bir mutluluk vardı içimde. Mescide girdim. Namazı kıldık. Bitirdikten sonra beni Ali’nin torunu diye cemaate tanıttılar. Herkesin gözleri parlıyordu adeta. Biri gözlerimden, biri alnımdan öpüyordu. Bir amcanın gözleri dolmuştu hatta. Almanya’dandı o amca da. Küçüklüğümde ailecek onu ziyarete gittiğimizi hatırlarım. Dedemin yakın dostlarındandı. O da yok artık bu dünyada. Geçen sene kaybettik.

Sırf aileleri rahat etsin diye gitmişlerdi gurbete. Yaban ellerde toz duman içinde çalışmışlardı. Kimi zaman da aşağılanmışlardı. Bütün bu zorluklara rağmen direndiler. Hiçbir zaman vazgeçmediler. Sırf benim dedem değil. Yüzbinlerce kişi yaptı bunu ailesi için. Onlar geldikleri bu yerlerin dilini ve kültürünü bilmedikleri hâlde camiiler, dernekler kurdular. Gurbet elde birbirimize sahip çıkalım, dinimizi, dilimizi unutmayalım diye. Peki biz ne olduk? Belli değil.

Vatanımızda “Almancı” dediler, yaşadığımız yerde “Yabancı”. Ne doğru düzgün Türkçemiz var ne de doğru düzgün Almancamız. Evet, biliyorum, hiç tanımadım ben dedemi. Ama hatırlayamadığım anıları hep vardır içimde.

Ben dedemi hiç tanımadım.

Ama ben onu hep yaşadım.


İlgili Haberler

telve
Telve

Dilara Gündüz’ün “Avusturya Göçü’nün 60. Yılı” sergisi, sadece fotoğraflarla değil, aynı zamanda derin insan hikâyeleriyle de

Perşembe, 21 Kasım 2024

baglar
Bağlar

Aliya’nın yakın dostu Mustafa Spahic ile Aliya ile tanıştığı yıllardan bugüne Aliya’yı ve onun düşünce mirasının anlamını kon

Çarşamba, 20 Kasım 2024

duyurular
Duyurular

Sözleşmeli Bilişim Personeli Alım İlanı

Çarşamba, 20 Kasım 2024