Kalanlara- Daima Baştan
Cuma, Mayıs 10, 2024Bunca uzağa neden atmıştın. Beni. Yani bendenizi. Kalabalıklar arasından omzuma biri çarptığında aklıma ilk gelen hayalinizdi. Demiştim. Biliyordunuz. İçimden geçenleri…
Y. Yılmaz Demirci’ye...
Açtığınız mesafe yüzünden, fena hâlde sarsılmıştım. Toprakta kımıldayan, derununda sakladığı birikimler üzerinde uzayan nice ağaçlarda salınan da sizdiniz. Bir ağacı içinden kemiren, rüzgârla savrulup gelen, tuz ve iyotla giderilmeyen, sineklerin bulaştırdığı pamukçuk nasıl oluyor da ağacı, yaprakları, ağacın verimlerini kirpi gibi yumaklanan küfe dönüştürüp içten yiyorsa yavaş yavaş, öylece kararıyor, tükeniyordum.
Gördüğüm rüyalar çay rengiydi. Uyandığımda yer çekiminden istiğna kılınmış birinin bela arzında dolaşması gibiydi yürüyüşlerim. Önüme çaylar gelip gitti. Onlarca duman üzerimden aktı geçti. Birikip azalan hesap neydi? Gözümü kapatıp açıyordum, günler aynıydı. Ziyandaydım, ziyanlık bir şey gibi kenara atılmayı bekliyordum. Atmıyor, tutuyordunuz. Tutuyor muydunuz! Size tutulmanın üzerinden kaç mevsim geçti! Hiçbir avı kaçırmamak için beklediğim sesin, eşikte yeşerip bir çağrıya dönüşecek şeyin nöbetini terk etmemek için göz kapaklarımı yitirmiştim. Hep geriye gömüp bırakmak, kaybolmaların en sapağında unutup kalmak istediğim sırrın neresindeydim?
Bir belirtiydi aradığım yaşama dair. Sizin yaşamınızdan değil. Bu sahrada saldığım hangi sayha size ulaşmış olabilir. Ardımda hangi adımı bıraktıysam silindi. Dudakları çatlamış bir adamın susuzluğuyla gelmiştim oysa tabanlarını kumun alazında bırakmış bedevi bigâneliğini azık belleyerek. Size yaklaştıkça derimi çekiştiren uzaklığın ne tarif ne de adresi verildi.
Bu seyrüseferde bir âmâ teslimiyetiyle yol alıyordum. Sadece parmak uçlarımı dayanak bilerek... Gördüğüm her kamaşmayı son durak sanma iştiyakı yüzünden kaç kez yarım kaldı bu yolculuk, sayısını hatırlamıyorum. Düşüp kalkmanın cengi, yenilip bırakmamanın cehdine eşlik etti. Ufalanıyordum bazen eşikte dökülüp saçılarak.
Bir kalabalıkla nefes alıyordum. Nefesim bir diğerine çarpıyordu. Aynalardan yapılan koridoru ölülerinden ayırıyordum. Canlanmayı bekleyen yüzlerce ölü balık. Çağrılmayı bekleyen bir oda dolusu Hızır. Sürekli işitilen aynı ilâhî buyruk: “İşte bu, beraberliğimizin sona ermesidir.”
İçimde ayrılığın uçsuz bucaksızlığını taşıyorum: Ölü balık kadar ölü cesedimi. Bu ezeli arayışa ben mi talip olmuştum. Bulduktan sonra aranan olduğunu ne zaman anlayacaktım? Ayağa düşmek neden kıymetliydi? Kendi gayretime çıkartılabilecek her payı çok önceden yaktığınız için burada karanlıkta yol almaktı evlâ olan. Işığın bin bir türlü sızma çeşidine, yansımalarda yaptığı renk oyunlarına yüz vermememiz salık verildi. Menzilin adını önümüze serdiklerinde oraya varmanın, yolda kalmanın, yolda kaybolmanın ehemmiyeti çoktan yitmişti.
Sese biçilen kefaret için şimdi buradaydım. Tasdik edilmenin en yalını için bile şekiller bahşedildi. Kulaklarla gözler bunun için… Gelecektik, gölgede biriktirdiklerimiz rağmına temizlik yapacak ve gidecektik. Burada demirlemeyi marifet sayan kalbime onlarca ihtar çektim. Düştüysem yarım, yolda kaldıysam ağır aksak sil baştan başlamalıyım dedim.
Daima baştan…
Kitaptan bir bölüm okumak için tıklayın.