Köklere Yolculuk
Salı, Temmuz 9, 2024Kahvemin telvesine dalmış, Ulu Cami’den gelen gür cuma selasını dinlerken Bursa’nın tarihî dokusunda dokunmuş göçmen ailelerden birine ait olmanın merakı, bu şehirden ne kadar uzaklaşsam da ‘‘yuva’’ olarak hissetmenin güveni sarmalıyor beni. Biz mi seçiyoruz yuvamızı? Torunlarımızın memleketini? Yoksa memleketimiz mi bizi seçiyor? Bu soruyla Koza Han keyfimi sonlandırıyor ve bu bereketli güne devam etmek üzere masadan kalkıyorum.
Sabah güneşi kadim şehir Bursa’nın üzerine düşerken esnaf kepenkleri yeni açmış, ellerinde sabah çayıyla siftah yapacak müşterilerini bekliyor. Bense Koza Han’ın avlusunda, koca çınarın altında oturmuş, yüzyılların yaşanmışlığıyla dolu hanı incelerken kahvemi yudumluyorum. Sabah serinliğinde masamın yanında kıvrılmış kediyi, sohbet eden esnafı, sabah kahvesini içmeye hususi Koza Han’a gelmiş emekli amcaları, teyzeleri, çınarın yapraklarını, rüzgârda süzülen ipek şalları izliyorum şadırvanın şakırdaması eşliğinde. Büyüleniyorum. Öte yandan özlüyorum bu şehri, çocukluğumu, büyüklerimi, dedemin eski mahallesini. Öyle derin bir özlem ki annemin görmediğim çocukluğunu ve gençlik yıllarını bile özlüyorum. İnsan görmediği, yaşamadığı şeyi özler mi hiç?
Bursa’da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar…
Onunla yaşıt ihtiyar çınar
Ahmet Hamdi TANPINAR
İşte tam olarak Ahmet Hamdi’nin tasvir ettiği noktadayım sanki. Kemerli tavanları ve tarih kokan taş duvarlarıyla Koza Han, benim tefekkür durağım. Bol köpüklü kahvemin her yudumunda, taş duvarların şahit olduklarını hayal ediyorum. İpek Yolu’ndan gelen tüccarların ve seyyahların hikâyelerini, Arnavut kaldırımlı avluda yankılanan ayak seslerini… Baharatların, kahvenin kokusu ve ipek kumaşların canlı tonları, geçmişin fısıltıları sanki mekânın özüne sinmiş gibi havada asılı duruyor. Görüyorum.
Kahve ruhumu ısıtırken ve ben tüm bunları hayal ederken, geçmişle bugün arasında âdeta bir buluşma noktası olan bu han, zihnimde de aynı işlevi görmeye başlıyor. Düşüncelere daldığımda benim de bu yaşayan tarihin bir parçası olduğumu fark ediyorum. Sayısız hikâyeye tanıklık eden Koza Han, burayı çok seven annemin ve iş için sık sık bu hana yolu düşmüş olan babamın da hikâyesine tanıklık etmişti. Zamanın ve kaderin akıntısına kapılarak yolculuğa çıkanların anlattıklarını sessizce yaşatan mekânlardan biri burası. Sağlam duvarları ve yürek ferahlatan avlusuyla, sığınak arayan seyyahların, rızık peşinde koşan tüccarların ve cesaretle çabalayan göçmenlerin kolektif hafızasını taşıyor sanki. Şimdi bu tefekkür anına bir sığınak olan Koza Han, ailemin geçmişi ve hikâyeleriyle benim günümüz koşuşturmasında nadiren yoklamaya fırsat bulduğum iç dünyam arasında bir köprü vazifesi görüyor.
Hayat yolculuğunda Orta Doğu’dan Kuzey Amerika’ya farklı durakları olan babam, son olarak Bursa’nın kalbinde demir atmıştı. Dev çınarın gövdesini incelerken, babam geliyor aklıma. Babamın otuz yıl önceki sığınacak liman arayışını hissediyorum. Bu arayış nihayetinde tesellisini Bursa’nın sıcacık, tarih dolu kucağında, annemin sevgisiyle bulmuştu. Kader onu Kerkük’ten ta Bursa’ya getirmiş, karşısına annemi çıkarmış, Bursa’yı babama ve ailemize yuva yapmıştı. Ben de bu genç yaşımda çeşit çeşit şehirlerin cazibesini keşfetme şansı bulmuştum, ancak hiçbiri Bursa’nın bana hissettirdiği derin aidiyet duygusunu hissettirmemişti. İşte bu han, kahve, tarihî taşlar ve çınar hislerimi ve düşüncelerimi toparlayarak bana arayışlarımın ve nereye gidersem gideyim kalbimde hep var olan o özlem hissinin nedenini gösteriyor belki de.
Bu hikâyenin öyle çok yönü var ki… Annemin büyükbabasının bir asır önce Bursa’ya göç etmesi ile başlamış bu hikâye aslında. Hikâye içinde kesişen onlarca farklı hikâye ve hayat var. Günümüz gerçekliğinden çok uzak bir dünyada verdikleri bir karar veya zorundalık, onları yüz yıl önce Bursa’ya getirmiş, bu şehri nesiller sonra bile kaç ailenin, kaç hikâyenin zamansız sığınağına çevirmiş.
Kahvemin telvesine dalmış, Ulu Cami’den gelen gür cuma selasını dinlerken Bursa’nın tarihî dokusunda dokunmuş göçmen ailelerden birine ait olmanın merakı, bu şehirden ne kadar uzaklaşsam da ‘‘yuva’’ olarak hissetmenin güveni sarmalıyor beni. Biz mi seçiyoruz yuvamızı? Torunlarımızın memleketini? Yoksa memleketimiz mi bizi seçiyor? Bu soruyla Koza Han keyfimi sonlandırıyor ve bu bereketli güne devam etmek üzere masadan kalkıyorum.
Telve’nin 12. sayısını okumak için tıklayınız.
Telve'nin tüm sayılarını okumak için tıklayınız.