"Mânâya Olan Sevgimiz, Onu Bize En Güzel Hâliyle Yazdırır"

Pazartesi, Mart 6, 2023

Balkan diyarlarında kısa bir fetret dönemi yaşayan hat sanatı, günümüzde aslına rücu eyleyip, coğrafyanın sanat birikimine katkı sunmaya devam etmektedir. Bu sayımızda, Bosna Hersek’in Mostar şehrinde sanatsal çalışmalarına devam eden, ömrünü hat sanatına adamış, farklı ülke ve mekânlarda eserleri sergilenen Munib Obradoviç’le, bir hattatın gözünden çizgilerin dünyasını konuştuk.

SÖYLEŞİ: M. HUZEYFE KÜÇÜKAYTEKİN

ÇEVİRİ: BELKIS ÖZNÜR KÖYLÜ-LEYLA MUHSİNBEGOVİÇ

Hat kelime mânâsı olarak “çizgi” demek. Peki, çizgi yazıya ve sonrasında sanata nasıl dönüşür? Bir çizgiyi sanata dönüştüren nedir?

Öncelikle çizgi düz ya da eğri olabilir. Gereken özveri ve sevgiyle yaklaşılan her şey, üstünde çalışılan her iş bir sanattır. Bu herhangi bir şey olabilir. Sadece yazı ve resimden bahsetmiyorum. Bir iş yapmış, bitirmiş birisi aslında o işinin sanatçısıdır. İşinize eğer özen ve gereken çabayla yaklaşıyorsanız o zaten güzelliğin tecellisi olan bir sanata dönüşür. Mesela yazmak üzerinden gidelim; sen yazmayı birtakım bilgileri not almak, yazıya dökmek ya da kendi düşünce ve duygularını yansıtmak için kullanabilirsin. Bu yazma fiili sanata dönüşebilir ya da dönüşmeyebilir de. Mesela bir halı gibi; ayağımız üşümesin diye elimize malzemeleri alıp bir halı dokuyabiliriz veya halı dokumayı bir sanata da çevirebiliriz. Yani demem o ki; yazı veya halı olsun bir şeyi düz, olduğu gibi de yansıtabiliriz ona değer katıp sanata da dönüştürebiliriz. Öyle ki birisi görünce “ben bunu yere sermeliyim veya bu benim duvarımda olmalı” desin.

Dediğiniz gibi, hat çizgilerden oluşur fakat  bu çizgiler düz değillerdir. Bunula birlikte kendi içinde bir düzeni ve bir geometrisi vardır. Mesela sülüs ve divan tarzlarında düz çizgi yoktur.

O hâlde hayatın da düz bir çizgide akmadığı için hat sanatına benzediğini söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle! Hayatta da çeşitli sebep ve durumlardan ötürü her zaman bir değişim söz konusudur. Mesela kûfi tarzında sadece düz çizgi ve daireler mevcuttur ama çoğu hüsnühat tarzında dümdüz bir çizgi bulmak zordur. Mesela elif düz çizgi gibi görünür ama değildir; biraz da olsa kıvrımları, eğrilikleri vardır.

Elif demişken, Elif neyi temsil etmekte hocam?

Bu konu hakkında çok şey söylenebilir... Elif’in başı ve vücudu olduğunu söylediğimiz için insan ile kıyaslayabiliriz. Kalın başlayıp inceliğe doğru akar. Elif aslında dengeyi temsil eden bir harftir; ne tamamen simetrik ne tamamen düzdür ama dik durmaya çalışır. Tıpkı dik durmaya çalışan, doğruluğun peşinde koşan bir insan gibi. Gerçi insan hiçbir zaman hep doğrudan yana gitmez, öyle değil mi? İnsan “nakıs”tır her zaman bir yeri, bir yanı eksiktir. Amelleri de hakeza… Sadece Allah noksandan münezzehtir. Bizim amellerimiz kötü, iyi, orta derece olabilir, bu değişkendir; fakat bu insanın fıtratında vardır. Eminim ki insanın çeşit çeşit tecrübeleri bu sanatta tecelli bulmuştur ve var olmaya devam etmektedir. Elif’in şekli neden öyledir? Çünkü Elif’te gördüğümüz şey aslında insanı temsil eder.

Peki, hüsnühattın en önemli yanı nedir? Böyle bir prensipten bahsedebilir miyiz?

Hüsnühattın en önemli yanı dengedir. Sanatçı hem harfte hem yazılarında dengeyi kurmak için çabalar. Bugüne kadar fark ettiğim en değerli şey hem kompozisyonda hem de onun içerisindeki detaylarda dengeyi sağlamanın ne kadar önemli bir husus olduğudur. Peki, bu ne demektir? Bu, kompozisyondaki boşluk ve doluluğun dengesidir.  

Tabii ki insanın yaptığı hiçbir şey kusursuz değildir ama önemli olan çalışmaya ve bir şeyleri güzelleştirmeye devam etmektir. Bu aslında insanın kendini gerçekleştirme ve gelişme yoludur. Bu yolun olmadığını bir düşünün; her insan meşgul olduğu işle ilgili “işte yaptığım, işte uğrunda çabaladığım ve bu hâliyle mükemmel” kanaatinde olsa o zaman bir gelişim söz konusu olmaz. O vakit insan hep aynı çizgide yoluna devam eder. Fakat daha iyisi her zaman vardır.

Munib Obradoviç hüsnühat çalışması yaparken.  

Hat sanatını diğer klasik İslam sanatlarından ayıran ve onlarla birleştiren çizgi nedir? Ve bunun arkasında ne tür bir felsefe yatar?

Mesela tezhip sanatının hat sanatıyla benzerlikleri vardır. Hat sanatındaki bahsettiğimiz denge tezhip sanatında da renklerde görülür. Fakat bu dengeyi kuran çizgilerin yanında iç içe geçen çizgiler de mevcuttur. Hüsnühatta olduğu gibi süsleme sanatında da simetri ve tekrarlama önemlidir. Süsleme sanatındaki birçok tekrarlanan semboller aslında zikri ve zikrullahı temsil eder. Günlük tekrarladığımız zikir veya salavatlar misali; namazdan sonra yapılan “elhamdülillah”, “sübhanallah” ve “Allahu ekber” zikri gibi. Süslemede zikri temsil eden şey çoğunlukla bir çiçektir.

Hat ile karşılaştırdığımızda süsleme sanatındaki çizgiler daha incedir ve benim en çok hoşuma giden şey onları fırçayla çizmemizdir. Çizgi ince başlar sonra kalınlaşır sonra tekrar incelir. Bu sanatın detayları ve inceliği benzersizdir. Peki, burada çizgi ne kadar önem taşır? Her öge çizgiyle başlayıp çizgiyle biter. Kahire’deki eğitimimde hem hat hem süsleme dersleri aldım. İkisinin de farklı ağırlığı ve zorluğu vardır. Bu işin ehlilerinden, ustalarından nasıl yaptığını öğrenmemiz ve ayrıca gözümüzle şahit olmamız gerekir ki tekrarlayabilelim ve kendimiz çabalayabilelim.

Az önceki soruyu daha da derinleştirmek adına sormak istiyorum: Hat sanatını diğer klasik İslam sanatlarıyla nasıl bir ilişkisi vardır? Onlardan nasıl beslenir, onlardan nasıl etkilenir?

Az önce de belirttiğimiz gibi hattın süsleme sanatıyla ortak yönleri vardır. Ayrıca buna mimarlığı ekleyebiliriz. Bir binanın iç ve dış yapılarını süsleyen hat kompozisyonları bunun göstergesidir. Bunu en iyi, dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul’da görebiliriz; müzelerde, sokaklarda ve meydanlarda hat sanatının diğer klasik İslam sanatlarıyla nasıl bir bütünlük oluşturduğuna rastlamak mümkün. Saray, meydan ve kapıları süsleyen ve bunların sadece mimari özellikler taşımasını önleyen hat sanatı Türkiye’de denilebilir ki zirve yapmıştır. Kapalı Çarşı’daki her kapının üstünde bir yazı vardır mesela. (Duyduğuma göre 24 kapı var ama emin değilim. Özellikle hoşuma giden şey bugün dahi bu yapıların hâlâ korunup restore edilmesidir.)

Mesela camilerin duvarlarında oyulmuş ve saf altınla yazılmış yazılar hem bizlerin hem de turistlerin ilgisini çekmekte. İstanbul’u ziyaret etmiş herkesin şehrin güzelliğiyle büyülendiğini fark ettim. Neden? Çünkü her köşede klasik İslam sanatlarının muhteşem uyumuna rastlamak mümkündür. Bakın sadece müzelerde değil her yerde bunu görebiliriz. Bu, hat sanatını aslında Türklerin ne kadar iyi yazabildiğinin ve diğer klasik İslam sanatlarıyla nasıl bütünleştirebildiklerinin bir göstergesidir.

 Tüm bu bahsettiklerinize ek olarak, hatta başlamak isteyenler için de merak giderici bir soru olacağını düşünerek sormak istiyorum: Hat sanatına başlayan bir kişide hangi özellikler aranır? Hat bir yetenek işi midir ve bunu anlamanın yolu nedir?

Her şeyde olduğu gibi yetenek de Allah’ın bize verdiği bir nimet, bir rızıktır. Rızık sadece yeme, içme, mal, mülk değildir. Rızık aynı zamanda akıldır ve bir şeye karşı hissettiğin sevgidir ve bu sevgi aslında senin ona olan yatkınlığını da gösterir. Bazıları gelip şöyle diyor: “Benim neye yeteneğim var hiç bilmiyorum.” O zaman neye yatkınlığının olduğunu, neyi beğenip sevdiğini bir düşün. Bir şeyi seviyorsan o zaman ona yeteneğin de vardır. Bunu geliştirmeye ve akıllıca kullanmaya bak. Hadiste de söylenildiği gibi: “Allah birisine bir nimet bahşederse o insanda o nimete dair izleri de canlandırır.” Burada bir hattatın görevi büyüktür.

Hat sanatkârının kalem ve kâğıt dışında malzemeleri nelerdir?

Her işte olduğu gibi hatta da yazılan şeye sevgi duymak gerekir. Resimde mesela renkler ve şekiller mevcuttur hat ise kendini yazıyla gösterir ve ön plana çıkarır. Sanatçının beslediği sevgi yazdığı kompozisyonu daha da araştırmasını, onu daha özverili yapmasını ve ondan sıkılmamasını sağlar. Kamer suresinin 54. ve 55. ayetinde belirtildiği gibi: “Şübhesiz ki takvâ sâhibleri,  cennetlerde ve ırmaklar(ın kenarın)da, bir doğruluk ikametgâhında, muktedir (herşeye kudreti yeten) bir Melîk'in (Allah'ın) huzurundadırlar.” Kur’an okurken bazı ayetlere gönlümüz kayar. Bu bazen mânâdan kaynaklı olur. Bir ayete gönlünü kaptıran hattat ayetin ve mânâsının güzelliğine uygun kompozisyonu bulma arayışındadır. Mânâya olan sevgi ve saygımız bizi onu en güzel hâliyle yazmaya iter. Bu da ahenk, duyarlılığımız ve dengeyle ilişkilidir.

Bir sanatçının en önemli karakteristik özelliğiyse sakinlik ve detayın en iyi şekilde yazılmasına dair isteğidir. Arapçadaki “itkan”dır bu; yani sadece kompozisyona değil kompozisyonun her detayına ayrıca hazırladığımız kâğıt ve kaleme özveriyle yaklaşmaktır. Burada sabırlı ve sakin olmamız büyük önem teşkil eder. Hattatların simalarına ve davranışlarına da bu sakinlik yansır. Bu da sanatın insan üzerinde ne denli güzel etkiler bırakabileceğinin bir belirtisidir.

O zaman bir insandaki “sekinet” hat sayesinde artar diyebilir miyiz?

Tabii ki... Bir kompozisyon bize bir sanatçının sevgi ve çabasından bahseder. Bir yazıya bakarak sanatçının da nasıl birisi olduğunu hissedebiliriz.

Hocam tam bu noktada şunu sormadan geçmeyeyim: Hattat yaşadığı coğrafyanın sanat anlayışını eserine nasıl yansıtır? Bosna’da yazılan bir hat eseriyle İstanbul’da yazılan bir hat eserini birbirinden ayıran belirgin bölgesel üslup farklarından söz edilebilir mi? Bir ortaklık varsa eğer bu ortaklık nasıl sağlanıyor?

Elbette ki farklılıklar mevcuttur ama Bosna ve Türkiye bağlantıları üzerinden gittiğimizde birçok ortak noktanın olduğunu görürüz. Anne tarafımdan da Türk akrabalarım var bu arada. Küçükken elimin hatta yatkınlığını hissetmiştim, tıpkı başkalarının futbol veya basketbola yatkınlığı olduğu gibi benim de hüsnühatta karşı bir yatkınlığımın olduğunu fark ettim. Allah’ın ihsan ettiği şeye de bizim doğru bir biçimde yaklaşmamız ve ilerletmemiz gerek.

Kuran’ı Kerim’in en güzel Türkiye’de yazılıp kaydedildiğini aşikârdır. Ayrıca bu sanat İstanbul’da tecelli etmiştir. Hat sanatının merkezi İstanbul diyebiliriz. Nedenini sadece Allah bilir. Lakin bu sanat daha sonra farklı bölgelere doğru aktarıldı. Ben Mısır’da hat eğitimimi aldım.  Eğitim merkezinin kurucusu eğitimini ve değerli bilgilerini Türkiye’den Mısır’a aktarmış şeyh Abdülaziz er-Rifaî'dir. Kendisi bu sanatı Mısır’a aktarmıştır. Akabinde bizler de meşhur hattatların kitaplarından faydalanarak eğitim gördük. Mesela o zamanlar ilk defa Mehmed Şevki’nin Meşk eseriyle tanıştım. Meşk kelime olarak ders kitabı demektir. Ayrıca nush ve sülüs tarzlarının nasıl yazıldığına dair er-Rifaî’nin Kaside-i Nuniyye eserinden faydalandık. Er-Rifaî hocanın eserlerini canlı canlı görmek beni öğrencilik günlerimde ayrıca heyecanlandıran bir lütuftu. Hayatımda öyle güzel harfler görmedim ben! İnanılmaz bir ahenk söz konusu. Defalarca gidip seyretmekten sıkılmıyordum. Eserleri ilk müdürün odasındaydı sonra bir kütüphaneye alındı ben de o eserlerin peşinden gitmekten usanmadım tabii.

Ek olarak hat yaşanılan coğrafyanın sanat anlayışını elbette yansıtır. Aslında bu biraz da toplumla alakalıdır; insanların neye meyilli olduğuyla. Mesela Türkiye’de temizlik kültürüne, detayların önemine fazlasıyla ehemmiyet verildiğini fark ettim. Bu toplumsal hassasiyetler sanatta; sülüste ya da neshte de kendini gösteriyor.  Türkiye’de en fazla sülüs ve nesh yaygındır. Tabii ki diğer yazı türleri de kullanılmaktadır Türkiye’de; divani, celil divani, talik… Talike belli bölgelerde “Farisî” de denmektedir. Mesela talik yazısını ele alırsak, bu yazıda zahiren Türklerin ve İranlıların yaklaşımdaki farklılıkları görünmektedir. İran’da kontura, konturun görünümüne fazla dikkat edilmez. Türkiye’de kontur daha titizdir. Bununla beraber İran’daki talik yazılar daha doğaldır, fazla tashih yoktur. Kâğıda nasıl düştüyse o doğallıkta kalır; üzerinde düzeltmeler yapılmaz. Türkiye’deki talik yazıda harfler daha zariftir. Her iki yazım da mükemmeldir.

Mesela belli bölgelerde tek ölçüde kalem yerine farklı ölçülerde kalın ve ince olmak üzere iki kalemle eserler yazılır. Irak ekolünde bunu görebiliriz. Burada Hâşim el-Bağdâdî’yi hasseten anmak gerekir. Kendimin de ondan çalıştığı, Kavaid-u Hattu-l Arabî isimli meşhur hat kitabının yazarıdır. Ders kitabında 5 farklı hat yazısı olağanüstü bir düzeyde işlenmiştir: Nesh, sülüs, divani, talik... Talik mesela bu kitapta iki farklı kalemle yazılmıştır. Ziyadesiyle de hoş görünmektedir. Bu çeşitlilikler olumsuz değildir, bilakis, verilen çabanın kişiyi nasıl çözümlemelere götürdüğünü göstermektedir. Bu çözümlemelerin her biri de güzeldir.

Hat sanatının şu an yaşayan en büyük ustası olarak Türkiye’de Erzurumlu Hasan Çelebi kabul ediliyor. Hasan Çelebi’yle tanışma imkânınız oldu mu hiç? Kendisini takip eder misiniz?

Evet, tabii ki de. Allaha şükür onunla tanışma imkânım oldu. Hatta bir değil, birkaç kere hem İstanbul’da hem de Birleşik Arap Emirlikleri’nde, daha doğrusu Dubai’deki sergide, aynı zamanda Katar’da da karşılaştık. Oralarda hem onu hem de onun değerli öğrencileriyle -özellikle olağanüstü bir hattat olan Davut Bektaş ile- tanışma imkânımız oldu. Hasan Çelebi hat dünyasında çok önemli bir yere sahiptir çünkü o eski ustalarla olan bağımızdır. Özellikle 20’nci yüzyılda Türkiye’de hat sanatının sekteye uğradığı dönemde yaşayan ve aktif olarak mücadele veren; üreten tek hattat olan Hamid Aytaç’la bağımızdır. Onunla beraber -daha önce bahsettiğimiz- Şeyh Abdülaziz er-Rifaî, Ahmed Kâmil, Muhammed Emin gibi hattatlar da, hepsi, 20’nci yüzyılın ortasında ya da öncesinde ahirete göçmüş büyük hattatlardır. Hamit Aytaç’ın dönemdaşlarından İsmail Hakkı, vefatından 2 sene evvel hastalanınca eserlerini toplayıp bizlere aktarmıştır. Onlardan sonra, Hamid Aytaç’ın öğrencisi olan Mustafa Halim de harika bir Türk hat sanatçısıydı, fakat bir trafik kazasında genç yaşta vefat etti. Böylece Hasan Çelebi o dönemin tek hattatı olarak kaldı ve Allah ona uzun ömür verdiği için uzun süredir sanatını icra etmeye devam ediyor.  Hamit Aytaç 1982’de vefat ediyor fakat o zamanda ondan ders alan gençler ortaya çıkmaya başladı. Hasan Çelebi de ilmini yeni nesillere aktarmaya devam ediyor. Bu nesilden hat sanatı için önemli isimler çıktı. Onların arasında öncelikli olarak bahsetmemiz gereken kişi de Davud Bektaş’tır. Hakeza daha sonraki öğrencilerinden Ferhat Korlu…

Aslında burada hat sanatındaki icazetin öneminden bahsedilebilir mi?

Bugün diploma dediğimiz şey aslında eskiden icazetname idi. Yani icazetname eskiden, sadece hat sanatı için değil, tüm ilimler için hoca tarafından öğrenciye verilen belgeydi. Hat sanatı için icazetname; bu sanatla uğraşan, bu sanatı öğrenen ve belli bir seviyeye gelen öğrencilere verilen bir nevi izin belgesiydi. Hâlen de diplomaların yanı sıra icazetnameler veriliyor. Diploma ile icazetnamenin temel farkı aslında öğretme tarzıdır. İcazetnamede gereken bilgiyi aktarma tarzı birebirdir, yani öğrenci öğretmeninden şahsen ve direkt bilgiyi alır. İcazetnamede eski ustalardan bugüne uzanan silsile mevcuttur.

Çok güzel açıkladınız Hocam. Tüm bu cevaplarınızdan sonra akla hattın bu topraklardaki sizin şahsınıza kadar uzanan serüvenine dair bir soru geliyor. Bu minvalde hat sanatının bu topraklardaki tarihinden bahsedebilir misiniz? Bu toprakların usta hattatları kimlerdi? Hüsnühattın bu topraklardaki serüveni nasıldı?

Bizim topraklar için aynı zamanda da tüm hat sanatının tarihi için önemli olan birkaç isimden bahsetmek isterim. İlk olarak çok bir iyi bir hattat ve Sami Efendi’ye de hocalık yapan Osman Boşnak Efendi’den bahsetmemiz gerekir. Bosna’dan gelen birçok insanın Osmanlı Devleti’nde/ İstanbul’da farklı alanlarda önemli ve belirgin mevkilere sahip olduklarını aşikârdır. O insanlardan biri de az önce bahsettiğimiz Osman Boşnak Efendi’dir. Bu adı ben ilk kez Kahire’de okuduğum okulda satılan ünlü hat sanatçılarından bahsedilen Arapça bir kitapta,  Sami Efendi’nin biyografisini okurken karşılaştım. Ondan sonra o adı araştırmaya devam ettim… Tabii ki Sami Efendi’nin daha fazla üstatları vardı, fakat Osman Boşnak Efendi onun ilk hocasıdır. Diğer hocaları arasında bulunan Ali Haydar Bey de Boşnak idi.

Husein Rakim Islamović ünlü Boşnak hat sanatçılarından biridir. İstanbul’da okudu sonra Bosna’da yaşamaya ve sanatını icra etmeye devam etti. Hünkâr Camii’nin imamı olan Hafız Sehovic Ibrahim de 66 Kur’an-i Kerim yazdı. Bosna’da hat sanatı yaşıyor ve meyve veriyordu. Yine de Bosna’daki hat sanatının, Türk/İstanbul ekolünün bir uzantısı olduğunu söyleyebiliriz. Zamanla gerek tarihî olaylardan, gerek matbaanın gelişmesinden dolayı hat sanatı arka planda kaldı. Fakat 80’li yıllarda hat sanatı hem Türkiye’de hem Bosna’da yine canlanmaya başladı. IRCICA’nın burada katkısı çok büyüktür.
Munib Obradoviç'in Bağlar için yazdığı hüsnühat.

Biraz da hattın muhteviyatına dair söyleşmek isterim Hocam. Bu bağlamda hattat, yazdığı metin ve metnin anlamıyla o metni okuyan insan arasında nasıl bir köprü kuruyor?

Hat sanatı her daim mânâsı olan bir metne dayanır. O metin Kur’an, hadis, şiir, ya da atasözü olabilir. Bundan ötürü hat sanatı insanlara, sergi ziyaretçilerine, o sanata şahitlik eden herhangi birine eserin mânâsını, mânâsının arkasında yatan hikmetleri işaret eder. Hat sanatı insanları taşıdığı mânâyla, hikmetiyle kendine bağlar. Hat sanatını gören, okumayı bilen veya bilmeyen, herhangi biri o güzelliği fark eder. İnsanlarda ilk olarak merak uyandıran sanatın güzelliği, akabinde taşıdığı mânânın mesajını yaymaya başlar.

Peki bir ayeti, bir hadisişerifi, bir özlü sözü güzel yazmak dışında hattatın yazdığı sözlerle, cümlelerle nasıl bir ilişkisi var? Hat sanatı hattatı nasıl terbiye eder?

Hattatın yazdığı metnin mânâsını anlayıp kendi davranışlarını, hayatını ona göre şekillendirmesi; o mânâların ışığında hayat sürmesi gerekir. Hattat sanatla kendini değiştirir.

Son olarak; bir hattatın dünyevi ve manevi nihai amacı nedir?

Temel amaç eserdeki mânâyı yaymaktır. Eserin güzelliği ve estetiğiyle bu mesaj yayılır. Hedef mânânın iletilmesidir. Hat sanatının Kur’an-ı Kerim'i muhafaza etme, hadisleri ve İslam’ın hikmetini yayma üzerine kaim olduğunu görürüz.

 


İlgili Haberler

kardes-topluluklar
Kardeş Topluluklar

YTB Başkanı Abdullah Eren Irak’ta gerçekleştirilen nüfus sayımına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Eren, Kerkük’ün demog

Cuma, 22 Kasım 2024

her-boydan
Her Boydan

Nijeryalı uluslararası öğrencimiz Ali Fahd'dan bir şiir: "Çayın Özü"

Cuma, 22 Kasım 2024

telve
Telve

Dilara Gündüz’ün “Avusturya Göçü’nün 60. Yılı” sergisi, sadece fotoğraflarla değil, aynı zamanda derin insan hikâyeleriyle de

Perşembe, 21 Kasım 2024