“Okurun Kalbine Dokunarak Muhatabını Bulan Yazılarımızdan Sorumluyuz”

Pazartesi, Temmuz 1, 2024

Dile kolay altmış yıldır Avusturya’da yaşayan Türkler var. Buradan eser veren insanımızın sayısı henüz oldukça az. Altmış yıl önce göç edenlerin yaşam şartları, tecrübeleri ve dertleriyle ikinci ve üçüncü kuşağın meseleleri elbette farklı. [...] Gurbet, özlem ve hasret gibi konular artık biraz daha geri planda kaldı. Genç yazar ve sanatçılarımız bunları göz ardı etmeden kendi hikâyelerini anlatıyor. Viyana’dan Gülümser Gibi de bu çabanın ürünü.

S Ö Y L E Ş İ: E C E M  T U B A  H I Z A R C I

1994’te Viyana’da dünyaya geldi. Viyana Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Goethe Enstitüsünde Yabancı Dil Almanca Öğretimi kursunu başarıyla tamamladı. 2019’da YTB Türkçe Ödülleri yarışmasında öykü kategorisinde üçüncülük ödülü kazandı. 2020’de Stefan Zweig’ın Amerigo. Die Geschichte eines historischen Irrtums adlı eserini Türkçeye çevirdi. Viyanadan Gülümser Gibi yazarın ilk öykü kitabıdır.

1. İlk önce yazı serüveninizle başlamak isterim, edebiyat ile bağınız ilk ne zaman başladı?

Bir başlangıç zamanı belirlemek zor. Geriye dönüp baktığımda şunları söyleyebilirim: Her şey sevmekle başladı. Annemin bana aldığı ilk Türkçe kitabını hatırlıyorum. Babamın hediye ettiği bir dolma kalem seti vardı yıllarca kullandığım. Defter kalemi sevmek, okumayı sevmek, güzel ve önemli bulduğum cümleleri bir deftere not etmek, bir defter dolunca yenisine başlamak, bunları zamanla kategorize etmek, günlük tutmak, anılarımı yazmak... Bunlar kendimi bildim bileli olan şeyler. İlk gençlik yıllarımda Türkçe yayın yapan televizyon kanallarında edebiyat, kültür ve sanat programlarını severek takip ettiğimi, buralarda adı geçen yazar ve şairleri heyecanla not ettiğimi hatırlıyorum. Ortaokul ve lisede Almanca öğretmenlerim yazdığım hikâyeleri ve kompozisyonları genelde beğenirdi. Okul zamanı okuyup günlerce etkisinde kaldığım kitaplardan biri Dönüşüm’dü. Aynı zamanda Genç Werther’in Acıları’nı okuduğumda ondan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Kitap hakkında bir sunum yapmıştım ve sanırım bu sırada edebî eserlerle haşır neşir olmayı ne çok sevdiğimi anladım. Okulun yanı sıra hafta sonları devam ettiğim eğitim merkezinde Türkçe ve edebiyat derslerini bir hayli severdim. Burada farklı türlerde yazılar yazmayı denerdik. Hocamız önerilerde bulunur, kitaplar hediye ederdi. Okuma grupları, kitap tahlilleri, seminerler vs. dinlemek, okumak, yazmak… Bunlar hayatımın hep önemli bir yerindeydi. Yol böyle devam etti.

2. 2019 Yazarlık Akademisi’nden bugüne neler değişti yazı hayatınızda? Yazı serüveniniz ve Telve arasında nasıl bir bağ var?

2019’da YTB’nin ilk Türkçe Ödülleri yarışmasına gönderdiğim öykü üçüncülük ödülü aldı. Yarışmanın ardından düzenlenen Yazarlık Akademisi de bu güzel haberle gelen motivasyonumu pekiştirdi. Öyküde karar kılmış oldum. Akademide tanıştığım kişiler edebiyat yolculuğumdaki yol arkadaşlarım oldu. Telve ise birlikte hayalini kurup gerçekleştirdiğimiz göz bebeğimiz diyebilirim. Öykülerimin ve diğer yazılarımın yer aldığı ilk mecra. Derginin yayın kurulunda olup işin mutfağında yer alıyor olmak da ayrıca kıymetli benim için. Şimdi ise kitabımla ilgili ilk sorulara yine burada cevap veriyorum. Nereden baksan güzel şey.

3. Biraz bizimle kitabınızın oluşum ve gelişim sürecinden bahseder misiniz?

Yayımlanan ilk öykülerimden sonra Almancadan Türkçeye bir kitap çevirdim: Stefan Zweig’in Amerigo. Tarihi Bir Yanılgının Hikâyesi adlı monografisini. Çeviriye odaklandığım süreçte öykü yazmaya ara vermiştim, sonra devam ettim. Açıkçası bir an önce kitabım çıksın diye bir acelem yoktu. Bazı arkadaşlarım ve hocalarım ara ara artık dosyanı hazır et, kitabını bekliyoruz diyordu. Bugünlere kısmetmiş. Genel olarak kendi hikâyemizi anlatmaya odaklandım. Öykülerim, Viyanadan Gülümser Gibi oldu.

4. Yazarken takip ettiğiniz bir rutininiz var mı? Yazarken nelere dikkat ediyorsunuz?

Kolayca, arka arkaya yazabilen biri değilim. Genelde şöyle oluyor: Yazdığım öyküyle uzun süre meşgul oluyorum. Masa başına geçip yazmadan önce konuyu, olayı, durumu, karakterleri bir süre kafamda gezdiriyorum. Eski usul, kalem kâğıda notlar alıyorum. Öykünün ilk hâlini genelde gece yazıyorum. Sonrasında yoğunlaşarak birkaç gün çalışıyorum üzerinde. Yaklaşık bir haftalık aradan sonra tekrar okuyup değişiklikler yapıyorum. Biraz ara verdikten sonra tekrar okuyorum. İçime sinmesi önemli. Tabii bazı öyküler sonradan kendine çok müdahale ettirmiyor. Yapıp ettiklerimiz gibi yazdıklarımızdan da sorumluyuz. İnsanı umutsuzluğa, karamsarlığa sürükleyecek bir şey yazmamaya dikkat ediyorum.

5. “Toparlanmak, “bulamamak”,… Bu kelimeler öykülerinizi süslüyor, mekânla yazar arasında nasıl bir ilişki vardır? Özellikle çok dilli bir yazar için bu sorunun cevabı oldukça ilgi çekici.

Mekânla yazar arasında, daha doğrusu yazarın bulunduğu mekâna dair algısıyla yazdıkları arasında ciddi bir ilişki var diye düşünüyorum. Özellikle hayatın içinden yazan yazarlarda bu durum söz konusu. Şimdiye kadar yazdıklarıma bakınca görüyorum ki İstanbul’da yaşarken de Viyana’dan yola çıkarak yazıyorum. Bu, zamanla değişebilir elbette.

6. Öykülerinizi, sizi tanıyarak okumak; kişisel hayatınızdan ve yaşamınızdan pek çok anıyı eklediğinizi görmemize sebep oluyor. Esinlendiğiniz konular her zaman hayatınızdaki anılar mıdır?

Öykülerin çıkış noktası Viyana’daki Müslüman Türklerin gündelik hayatı, buradaki ikilemler, sıkışık anlar diyebiliriz. Dolayısıyla yaşadığım, şahit olduğum, gözlemlediğim ya da bana anlatılan konu ve durumlardan esinleniyorum.

7. Viyana’da yazdığınız öykülerle İstanbul’da yazdığınız öyküler arasında farklılıklar tespit ettiniz mi?

Viyana’da bulunduğum sıralarda yazdığım öykülerde yazdıklarıma daha yakın hissettiğim, daha kolay yazıyorum gibi hissettiğim olmuştu. İstanbul’dayken de yine Viyana’da geçen öyküler yazdım. Zihnen Viyana’ya gitmek başta biraz zor olsa da sonraları buna alıştım sanırım. Yazmakta olduğum meseleyle meşgul olduğum sürece nerede olduğum çok da fark etmiyor gibi gelmeye başladı.

8. “Kendisi hâlâ nasıl kalabilmişti Bayan Stein’ın yanında? Bilmiyor, bilmiyordu.” (Sayfa 60) ; “Seni seviyorum ama Türkleri değil.” (sayfa 61) Bu tür durumları yazıya aktarmak sizde nasıl duygular uyandırıyor?

Yazarken bu tür durumlar tam da “insan olmak” duygusuna en yakın hissettiğim anlar oluyor...

9. Kitabınızın başlığı “Viyana’dan Gülümser Gibi” ve “Gülümser Gibi” başlığı altında bir öykünüz de kitabınızda yer alıyor. Aralarında bağ olduğunu düşünüyorum, değil mi?

Öykü başlıklarından “Gülümser Gibi” beğenilmişti. Kitaptaki öykülerin çoğu Viyana’da geçtiği için Viyana’dan Gülümser Gibi olsun dedik, güzel de oldu sanırım.

10. “Bundan sonra ne söylesem eksik kalır.” (Sayfa 70). “Seyir” öykünüzdeki bu cümle dikkatimi çekti. Yazdıklarımız sadece kâğıt üstünde kalmadan dünyada katkı sağlayabilir mi?

Yazmak en başta bana iyi geliyor. Bir öyküyü yazarken ve tamamladıktan sonra onu yazmadan önceki kişiyle aynı olmuyorum. Tek bir okurun bile kalbine dokunmak, belki bir meseleyi çözmeye, bir durumu başka bir açıdan değerlendirmeye, yeniden anlamlandırmaya vesile olmak… İşte o zaman yazdıklarımız muhatabını bulmuş olur.

11. Almanca yazılmış bir eseri kendi dilinizde ve aynı eserin Türkçe çevirisini okuduğunuzda (veya tam tersini), bunun sizde uyandırdığı hissiyat ve fark ettiğiniz benzerlik/farklılıklar aynı mı?

Aynı değil. İlginçtir, bambaşka bir metin okuyormuşum gibi gelir çoğu zaman. Dil sadece manaya giydirilen bir elbise, bir kılıf değil ki. İyi bir çeviriyle belki çok yaklaşılabilir ama yüzde yüz aynıanlamın verilebileceğini düşünmüyorum.

12. Her dilin kendine has, değerli karakteristik özellikleri var ve her bireyin dille ilişkisi özeldir. Yazarken, yazılarınıza baktığınızda, dillerinizle olan bağ hakkında neler görüyorsunuz?

Evet, kesinlikle. Bu konu benim de hep ilgimi çekmiştir. Arkadaşlarla da bunu ara sıra konuşuruz, cevaplar genelde değişir. Şimdilerde benim için söz konusu olan durum şöyle: Duygu dünyamda Türkçe daha geniş bir yere sahip. “Gönül dilim” Türkçe. Almancayı da seviyorum, Almanca yazılmış edebî veya fikrî bir metni irdelemeyi seviyorum. Fakat bu dille aramda daha çok dış dünyamla alakalı bir bağ var. Türkçe yazarken Almancanın imkânlarını da göz önünde bulundurmak, hatta olabildiğince yararlanmak bizler için büyük avantaj gibi görünüyor. Bunu bilinçli olarak yapabiliyor muyum bilmiyorum açıkçası.

13. Viyana’dan İstanbul’a taşındıktan sonra, Viyana’ya karşı bakış açınız değişti mi? Yazılarınıza bu durum yansıyor mu?

Viyana’ya karşı bakış açım pek değişmedi ama oradaki Türklere karşı değişti sanırım. Artık “dışarıdan bir gözle” bakabiliyorum biz(ler)e. İçerideyken görmediklerimi görebiliyorum. Zamanla Türkiye’deki Türklerle Avrupa’daki Türklerin arasındaki farklılıkları daha iyi anlıyorum.

14. Bu sene Avusturya’da Türk göçünün 60. Yıl dönümü, Diaspora Türk Edebiyatının bu manada neleri temsil ediyor? Dünden bugüne yurt dışında yazılan Türk edebiyatında neler değişti?

Dile kolay altmış yıldır Avusturya’da yaşayan Türkler var. Buradan eser veren insanımızın sayısı henüz oldukça az. Altmış yıl önce göç edenlerin yaşam şartları, tecrübeleri ve dertleriyle ikinci ve üçüncü kuşağın meseleleri elbette farklı. Diaspora Türk Edebiyatı YTB’nin bu alandaki çalışmaları ve Telve dergisiyle ciddi bir ivme kazandı. Son yıllarda birçok arkadaşımız eser vermeye başladı. Devamı da gelecektir diye düşünüyorum. Gurbet, özlem ve hasret gibi konular artık biraz daha geri planda kaldı. Genç yazar ve sanatçılarımız bunları göz ardı etmeden kendi hikâyelerini anlatıyor. Viyanadan Gülümser Gibi de bu çabanın ürünü.

15. Aynı zamanda çeviriyle de ilgileniyorsunuz ve bir çeviri kitabınız var. Yazmak ve çevirmek arasındaki fark(lar) sizce ne(ler)dir?

Çeviride önünüzde hazır bir metin var, sizin yaptığınız bir aktarım, bir aracılık oluyor en nihayetinde. Yazmak ise kendi bakış, görüş ve anlayışınızı, kendi sanatınızı konuşturduğunuz yer. Çeviri yaparken de kendi anlayış ve yorumumuz devreye giriyor ancak çevirmen olarak haddi aşmamak gerekiyor bir yerde. İki dil arasında gidip gelmeyi, o geçişkenliği seviyorum. Çevirinin uzun vadede öykücülüğü beslediği söyleniyor. Çeviri yaparken daha titiz çalışıyorum, yazarken daha özgürüm, sanırım bu sebeple yazmayı daha çok seviyorum.

16. Çok dilli bir yazarın çeviriye getirebileceği bakış sizce hangi anlamlarda farklı olabilir?

Bazı çeviri eserleri okurken zevk alamayışımızın sebebi dildeki yapaylık oluyor. Çeviri dilden dile değil, kültürden kültüre olmalı. Okurken tuhaf bulduğumuz, “Bu böyle söylenmez ki!” dediğimiz yerler oluyor. Bunu fark ettiğimden beri Alman bir yazarın cümlelerini “Bu, Türkçede nasıl söylenir?” diye düşünerek çeviriyorum. Çok dilli yetişmiş olmak bu aktarımın daha kolay gerçekleşmesini mümkün kılıyor.

17. Kitabınız yeni çıktı, yazılarınızı basılmış bir kitap olarak görmek size neler hissettirdi? Gelecek projelerinizi bizimle paylaşmak ister misiniz?

Açıkçası garip bir his. Bir duygu karmaşası yaşadım. Hem sevinçli hem mahçup hem şükran dolu hissettim. Önümde uzun bir yol, anlatılmayı bekleyen onlarca hikâye var. Bu yolu adım adım ilerleyeceğim inşallah. Teşekkür ederim.

18. Bizlerle edebiyatınızı en çok etkileyen üç alıntı paylaşır mısınız?

Allah’ım,

Niçin halkettinse beni,

Kalbime söyle iyice

Engellerden arınsın yolum.

Cahit Zarifoğlu

Kalbime döneceğim, ama hangi yolla?

İsmet Özel

Kıyamet günü, Yaratıcı’ya anlamlı ve onurlu bir hikâye anlatabilmeliyim.

Ayşe Şasa

Telve’nin 12. sayısını okumak için tıklayınız.

Telve'nin tüm sayılarını okumak için tıklayınız.


İlgili Haberler

telve
Telve

Dilara Gündüz’ün “Avusturya Göçü’nün 60. Yılı” sergisi, sadece fotoğraflarla değil, aynı zamanda derin insan hikâyeleriyle de

Perşembe, 21 Kasım 2024

baglar
Bağlar

Aliya’nın yakın dostu Mustafa Spahic ile Aliya ile tanıştığı yıllardan bugüne Aliya’yı ve onun düşünce mirasının anlamını kon

Çarşamba, 20 Kasım 2024

duyurular
Duyurular

Sözleşmeli Bilişim Personeli Alım İlanı

Çarşamba, 20 Kasım 2024