Şiir ve Musikide Gül İle Bülbül

Pazartesi, Ocak 16, 2023

Doğu edebiyatında gül ile bülbül aşkın en önemli sembollerindendir. Şiir sanatında gül-bülbül konusu güncelliğini kaybetmeden her daim işlenmiştir. Özellikle klasik Türk edebiyatında gül-bülbül mazmununa bütün divanlarda sıkça rastlanır. Bülbül ve gül arasındaki meşhur hikâye hep aynıdır ama bu konu söz sanatlarıyla yapılan zengin çağrışımlarla öyle güzel anlatılır ki dinleyen/okuyan hiç sıkılmaz.

Doğu edebiyatında gül ile bülbül aşkın en önemli sembollerindendir. Fars edebiyatında ilk Bülbülname’yi Feridüddin Attar’ın yazdığı bi­linir. Türk edebiyatında bundan esinlenerek bazı farklılıklarla gül-bülbül konulu mesneviler yazılmıştır. Bu mesnevilerin en meşhurunu, bir Gülşenî dervişi olan Kara Fazlî yazıp hamisi Şehzade Mustafa’ya sunmuştur. Halvetiyye kolu piri Şemsed­din-i Sivasî’nin, Gülşenabad adlı mesnevisi de tarikat şeyhlerinin ve sufilerin çiçeklerle, bülbü­lün dervişle ve insan-ı kâmilin, kutbu’l-aktabın gülle anlatıldığı alegorik bir eserdir. Şeyh Galib’in de gül-bülbül aşkı konulu bir mesnevisi vardır.1

Şiir sanatında gül-bülbül konusu güncelliğini kaybetmeden her daim işlenmiştir. Özellikle klasik Türk edebiyatında gül-bülbül mazmununa bütün divanlarda sıkça rastlanır. Bülbül ve gül ara­sındaki meşhur hikâye hep aynı­dır ama bu konu söz sanatlarıyla yapılan zengin çağrışımlarla öyle güzel anlatılır ki dinleyen/okuyan hiç sıkılmaz. Bu temanın böylesi­ne sık tekrarlanmasının nedenini yalnızca gül-bülbül sözcüklerinin uyumuna veya çeşitli kelime oyunlarıyla yüz yapraklı gül ile bin nağmeli bülbülü karşı karşıya getirmenin mümkün oluşuna bağlamak; yani bülbülün güle olan aşkını anlatan sayısız Fars ve Türk şiirini şairane oyunlardan ibaret saymak elbette doğru değildir.

Annemarie Schimmel, “Rose und Nachtigall” (Gül ve Bülbül) isimli makalesinde bu bağlamda “Öyle inanıyorum ki burada köklü dinî duygular bil­lurlaşmış olmasa böyle bir imge şairlerin ve okurların gönlünde bu kadar yer etmezdi,” diyor.2

Gerçekten de kuş ve bitki tema­ları temel dinî metinlerde kendi başlarına konuya özellik kazan­dıran öğeler olarak sıkça kullanı­lagelmiştir. Burada halk arasında dahi ruh için kullanılan “can kuşu” ifadesini, Hz. Süleyman’ın kuşdilini bilmesini, Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr’ını, Hz. Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde geçen çeşitli kuş imgelerini hatırlamak yerinde olacaktır.

Ruhu cisimlendiren varlıklardan biri daima özlem içinde inleyen, feryat eden bülbül olmuştur. Bülbülün seher vaktindeki ferya­dı insan ruhunda benzer bir acıyı uyandırır:

Ağlama ey bülbül-i divane Allah aşkına

Merhamet kıl hasta-i hicrane Allah aşkına

(Şeyh Galib)

Bu durum Yunus Emre‘nin meş­hur şiirinde de pek güzel ifade edilmiştir:

Sen burada garip mi kaldın

Niçin ağlarsın ey bülbül

Yorulup iz mi yanıldın

Niçin ağlarsın ey bülbül

Hey ne yavuz inilersin

Benim derdim yenilersin

Dostu görmek mi dilersin

Niçin ağlarsın ey bülbül

Yine Yunus’un deyimiyle bülbül dünyada Seher vakti Hak Hak derken” cennette “Allah Allah” diyecektir:

Şol cennetin ırmakları

Akar Allah deyu deyu

Çıkmış İslam bülbülleri

Öter Allah deyu deyu

Bülbülün asıl yurdu cennetteki gül bahçesiydi. Artık dünyevi­liğin, maddeselliğin sembolü olan kargalarla birlikte dünya kafesinde yaşamaktadır. Burada fâni bir sevgilinin zülfüne do­lanmış bir mahkûmdur âdeta. Ancak bülbülün asıl özlemi ebedî yurdundaki gül bahçesinedir. Hz. Mevlânâ’nın Mesnevisi'nde “hep ayrılıklardan şikâyet eden ney” ile bülbülün feryadının kaynağı aynı ayrılıktır. Bülbül, Elest Bez­mi’nde aşk şarabını sâkîsi olan Cenab-ı Mevla’nın elinden içip aşk sarhoşu olmuştur.3 Tıpkı âşık ruhlar gibi bülbülün de gayesi vuslata ermek, kavuşmaktır.

Kur’an-ı Kerim’de buyurulduğu üzere dağ, taş, toprak, bitki, hay­van, kısacası yaratılan her şey Allah’ı tesbih eder.4 Dolayısıyla bitki sembolizminin de özellikle Fars ve Türk şiirinde önemli bir yeri vardır. Zambaklar, laleler, selviler, menekşeler… Her birinin ayrı bir anlamı olsa da en nihaye­tinde tüm çiçekler şair için güle hazırlıktır. Gül, bitkiler âleminde güzelliğin vücuda gelmiş hâli, semavi kusursuzluğun, mükem­melliğin dünyadaki yansıması, En Güzel’in ifadesidir.

Gül-bülbül mazmunu özellikle tasavvufi remizlerinde5 oldukça önemli bir yere sahiptir. Gül lafzı Farsçada bütün çiçeklerin ortak adıdır. Bütün çiçeklerin güzel kokusunu Hz. Peygamber’den (s.a.v.) aldığı inancıyla tasavvuf geleneğinde gül, O’nun simgesi olarak benimsenmiştir. Bülbül de seyr ü sülûk6 gören dervişi sem­bolize eder. Seher vaktine dek zikir ve ibadetle meşgul olan Hakk âşıkları, kendilerini gülün açılması ümidiyle sabaha kadar feryad eden bülbülle özdeşleş­tirirler.7

Bazı şiirlerde mürşit de gül sem­bolüyle bağdaştırılır:

Şeyhimin illeri

Uzaktır yolları

Açılmış gülleri

Dermeğe kim gelir

(Yunus Emre)

Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki genel olarak sevilen (Allah, Peygamber, mürşit) “güle”, âşık “bülbüle” benzetilir.

Bazı şiirlerde gül, ateştir: Ma­şuk olan gül, Hz. Musa’ya Tûr-i Sinâ’da gördüğü ateşe doğru yaklaşmasını, orada ateş ağa­cından tecelli eden Allah’ı temsil eder (bkz. Kasas Suresi, 29-30).8 Gül ateşi, A. H. Tanpınar, Ahmet

Haşim, Yahya Kemal gibi şairlerin de kullandığı sevilen bir imgedir. Tasavvufi gelenekte bu imgenin yer aldığı en güzel şiir Şeyh Gali­b’in “ateş” redifli gazelidir9:

Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr âteş

Semender-tıynetân-ı aşka besdir lâlezâr âteş…

Bülbül, hoş nağmeleriyle öter, yakıcı feryat eder, aşk ateşiyle yanan bedeni yavaş yavaş kül olur ve sonunda seher vakti gü­lün aşkıyla can verir. O vakit gül, bülbülün kanına boyanır ve kızıl renkte açar. Aşığın aşk ateşiyle kül olan bedeni, sevgili olan güle can verir. Öyle ki, gülün koyu ve güzel renkte açması için toprağı­na kül serpildiği söylenir:

Aşkın oduna ey gül yanarsa can-ı şeyda

Her bir avuç külünden bir bülbül olur peyda

(Şeyhülislam Yahya)

Gül yüzünden dur olalı bu gönül bülbül gibi

Geceler ta subha dek hali degül feryaddan

(Muhibbi)

Musikide Gül İle Bülbül

Bülbülün feryadı söze ve saza düşünce klasik Türk musikisinde birbirinden güzel eserler vücuda gelmiştir. Gül-bülbül hikâyesini eşsiz mısralarla anlatan şairlerin eserlerini kimine bülbül sesli, kimine de “sazına bülbül kon­durmuş” denen sanatkârlar icra ettiler. Bu hanende ve sazendele­rin bülbülle ünsiyetine dair ilginç ve gerçek hikâyeler vardır. Klasik Türk musikisinin son dönemdeki büyük hanende ve bestekârların­dan Hafız Bekir Sıtkı Sezgin’in, Tanburi Cemil Bey’in, sesiyle bül­bülleri kendine hayran bırakan dünya çapında meşhur mevlit­han ve hanende Hafız Sami’nin, şair, kemani ve bestekâr Şeyh Ken’an Rıfâî’nin bülbülle ilgili hikâyelerini merak edenler Saz ve Söz Meclisi adlı kitabın 73-76 arası sayfalarını okuyabilirler.

Bülbül ile gülün aşkını anlatan sayısız eser arasından bir de­met:

Kürdilihicazkâr Şarkı:

Bir gamlı hazânın seherinde ısrâra ne hacet yine bülbül

Bil kalbimizin bahçelerinde can verdi senin söylediğin gül

Savrulmada gül şimdi havada gün doğmada bir başka ziyâda

Bil kalbimizin bahçelerinde can verdi senin söylediğin gül

Güfte: Ahmed Haşim Beste: Suphi Ziya Özbekkan

Nihavend Şarkı:

Menekşelendi sular, sular menekşelendi

Esmer yüzlü akşamı dinledim yine sensiz

Leylak pırıltılarla bahçeler gölgelendi

İnledi yine bülbül, olmazmış gül dikensiz

Güfte: Vecdi Bingöl Beste: Sadettin Kaynak

Hicaz İlahi:

Ey garib bülbül diyârın kândedir

Bir haber ver gülizârın kândedir

Sen bu ilde kimseye yâr olmadın

Var senin elbette yârin kândedir

Güfte: Niyâzî-i Mısrî Beste: Ali Şirugani Dede

Saba İlahi:

İsm-i Sübhan virdin mi var

Bahçelerde yurdun mu var

Bencileyin derdin mi var

Garip garip ötme bülbül

Güfte: Yunus Emre / Beste: ?

Nutk-i Şerif

Gül alırlar gül satarlar

Gülden terazi tutarlar

Gülü gül ile tartarlar

Çarşı pazarı güldür gül

Ümmi Sinan

Nutk-i Şerif

Ben sanırdım ‘âlem içre bana hiç yâr kalmadı

Ben beni terk eyledim bildim ki ağyâr kalmadı

Cümle eşyâda görürdüm hâr var gülzâr yok

Hep gülistân oldu ‘âlem şimdi hiç hâr kalmadı

Niyâzî-i Mısrî

Şiir ve musikinin müşterek kah­ramanı olan bülbül, şiir ve güf­telerde bazen şair, bazen şarkıcı, bazen gazelhan olarak karşımıza çıkar. Bazen de bülbülün biz­zat kendisi ilham kaynağı olur: “New Age” müziğinin önemli temsilcilerinden besteci, piyanist ve müzik yapımcısı Yanni’nin “Nightingale” adlı bestesinin bir bülbülden ilhamla ortaya çıkış hikâyesini kendisi şöyle anlatır:

Sık sık doğayı dinlerim çünkü doğayı dinlemekle dengeyi öğ­renirim. Birkaç yıl önce Vene­dik’teyken bu kuşlardan birinin her gün batımında pencereme geldiğini ve şarkılarını söyledi­ğini hatırlıyorum. Çok güzeldi, çok etkilenmiştim. Bu kuşların muazzam bir kelime hazinesi, ritimleri ve melodileri var. İleti­şim kuramadığımızı, birbirimizin dilini konuşamadığımızı düşü­nerek üzülmüştüm. Yıllar sonra Çin flütüyle tanıştığımda, bu enstrümanın özellikle yüksek registerlerde bülbüllerin ton ka­rakteristiklerinin birçoğuna sahip olduğunu fark ettim. Ve böylece, Çin flütüyle bir şarkı yazmaya karar verdim…

Bu hikâyeyi Yanni, Çin’in baş­kenti Pekin’de bulunan Yasak Şehir’deki konserinde anlatıyor ve eserini oradaki dinleyicilere ithaf ediyor. Yunan bir müzisye­nin, İtalya’daki bir bülbülden ilhamla bestelediği bu eser, Çin flütü çalan bir Venezuelalının icrasıyla başlıyor…

Alman Şiirinden Örneklerle Doğu’dan Batı’ya Gül İle Bülbül

Feryat eden aşığın sembolü olan bülbüle, “gece öten kuş” manası­na gelen şebhan veya “gece uya­nık kuş” anlamında murg-i şebhiz de denir. İngilizcede bülbül için kullanılan nightingale, Almanca­da Nachtigall şeklinde tezahür eder. Bu sözcükler de şebhan veya murg-i şebhiz kelimelerine benzer şekilde “gece boyu şarkı söyleyen varlık” anlamını verir. Bülbülün geceleyin şakımasının Batı literatürüne nasıl ve ne zaman geçtiği tam olarak bilin­mese de özellikle oryantalizm rüzgârıyla gül-bülbül hikâyesinin Doğu’dan Batı’ya nakledildiğini söylemek yanlış sayılmaz.10

Doğu ile ilgilenmek Batı’da sa­nat, kültür ve edebiyatla uğra­şanların 1800’lü yıllarda özellikle yöneldikleri bir alan olmuştur. Bu bağlamda Alman dünyasından birçok isim sayabiliriz: Wilhelm von Humboldt, Friedrich Sch­legel, August Wilhelm Schlegel, August von Platen-Hallermünde, Christoph Martin Wieland, Nova­lis, sonraki yıllarda Arthur Scho­penhauer, Friedrich Nietzsche, Hugo von Hofmannsthal, Stefan George, Rudolf Borchardt, Tho­mas Mann vs.

15. yüzyılda yazılan Kara Fazlî’nin Gül ü Bülbül’ü Batı’da en çok yankı uyandıran eserlerden biri olmuş, 19. yüzyılda tarihçi Joseph von Hammer bu mes­nevinin tamamını Almancaya çevirmiş ve Türkçe aslıyla birlikte yayınlamıştır (Gul u Bulbul das ist Rose und Nachtigall, 1834). Dora D’Istria bu mesnevinin bazı bölümlerini Fransızcaya, J. W. Gibb de İngilizceye çevirmiştir. Kara Fazlî’nin bu eserine benze­yen Roman de la Rose ise Fransız edebiyatının Orta Çağ sonlarında çok sevilen alegorik eserlerinden biri olmuştur.11

Hammer, on ciltlik Büyük Os­manlı Tarihi adlı eseriyle nam salmış olsa da Farsça, Arapça ve Türkçeden Almancaya yaptığı çok sayıda çevirilerle ve Osmanlı edebiyat tarihi, Fars edebiyat tarihi konularındaki çalışmala­rıyla da Şarkiyatçılık ve Germa­nistik alanları için önemli bir yere sahiptir. 19. yüzyılın ilerleyen yıllarında Almanya’nın filoloji odaklı şarkiyatçıları, Hammer’e “dilsel-filolojik olarak amatör­lük” öne sürmüşseler de özel­likle Hammer’in Hafız Divanı çevirisi12 (1812/1813) Johann Wolfgang von Goethe ve Fried­rich Rückert için büyük önem taşımaktadır.

Hammer, Hafız Divanı’nı Alman­caya çevirirken Fars şairi Alman okura çevirmektense Alman okuru Fars şaire çevirmeye ça­lışmıştır. Bu yüzden Almancaya aktarılmasına rağmen şiir Batılı/ Alman okur için “yabancı” gelir. Burada “aktarım” sözcüğünü bilerek kullanıyoruz çünkü Ham­mer’in Şarklı şiiri Almancaya “çe­virdiğini” değil, sadece “Alman­calaştırdığını”, yani Almancaya aktardığını düşünüyoruz. Hafız Divanı’nın Goethe ve Rückert gibi isimleri bu denli etkilemesinin sebebi de tam olarak Hammer’in “sadık” aktarımıdır. Hammer’in çevirisinde ne yazık ki klasik şiir­lerde sıkça kullanılan meyhane, saki, aşk şarabı, kadeh, sevgilinin dudakları, yanakları vs. gibi ifa­delerin genel itibariyle tasavvufi boyutu anlaşılamamış, dünyevi zevk ve eğlence tasvirleri olarak görülmüş, bu şekilde tercüme edilmiştir. Burada Doğu edebiya­tının imge dünyasının Batı’nın­kinden oldukça farklı olduğunu göz önünde bulundurarak Ba­tılı okur için bu sembollerin, en azından giriş seviyesinde bilgiye sahip olmadan anlaşılabilir ol­madığını kabul etmek gerekir. Klasik şiirlerde çoğu zaman aşkı anlatan bir eserin hem ilahi hem beşeri olarak anlaşılabildiğini, her ikisi için özlem, hasret, ayrılık gibi konuların işlendiğini görü­rüz.

Hafız Divanı’nı ve Hammer’ın Doğu edebiyatına dair diğer ça­lışmalarını okumak, Goethe’nin şiir dünyasını derinden etkilemiş­tir. Bu etki, Goethe’nin özellikle son dönemindeki en önemli eserlerinden Doğu-Batı Divanı’n­da (1819) yer alan şiirlerde görül­mektedir. Bu eserde Goethe’nin Hafız’la iletişim kurma çabasını gözlemlemek mümkündür. O yıllara ait günlüklerinden anlaşıl­dığı üzere Goethe, Hafız’dan öyle etkilenmiştir ki, onun heybeti karşısında bir şey üretmeden du­ramayacağı hissine kapılmıştır.

Gül-bülbül semboliği Hafız Diva­nı’nın temel unsurlarından olma­sına rağmen Goethe -ilginçtir ki- Doğu-Batı Divanı’nda bu temel mazmunu yalnız tek bir şiirinde açıkça kullanır:13

İmkânı var mı?

Mümkün mü sevgilim seni okşasam,

Sesinin ilahi yankısını duysam!

İmkânsız görünür gül her zaman,

Anlaşılmaz bülbül hiçbir an.

Bülbülün, ulaşılmaz güle olan feryadı hem karşılıksız aşkın hem de insanın Yaratıcısına duyduğu özlemin sembolü olarak anlaşı­labilir. Tasavvufta sonsuz ve ezeli güzelin Allah olduğu düşüncesi ile “güzelliğin en büyük ve en yüksek timsali, ilahi mükemmel­liğin dünyadaki yansıması”14 olan güle duyulan derin hayranlık bağdaşmaktadır.

Gerçek bir dil tutkunu ve de­hası olan, elliye yakın dil bilen, önemli çevirilere imza atmış Friedrich Rückert de yaşadığı dönemin tipik bir örneği olarak Doğu edebiyatıyla ilgilenmiş, bu edebiyatın malzemeleriyle eser­ler kaleme almıştır. Rückert, Go­ethe’nin bu alanda yaptıklarını, “oryantalize eden” şiirin öncü­lüğü olarak nitelemiştir. İkisinin Doğu algısında her ne kadar ben­zerlikler olsa da ciddi farklılıklar da bulunmaktadır. Hammer ile şahsen tanışan, ondan Farsça ve Arapça öğrenen Rückert’in Doğu ile tam anlamıyla karşılaşması da yine Hammer’in Fars edebiyatı tarihi konulu çalışmasına daya­nır. Hafız Divanı’nın yanı sıra Rü­ckert’i etkileyen Hz. Mevlânâ’nın gazelleri olmuştur. Rückert bu etkiyle yazdığı ilk gazellerini 1821’de Curiosa, persica adı al­tında toplamış, aynı yıl Freimund mahlasıyla gazel yazmaya devam etmiş, 1822’de Hafız gazellerinin “serbest reprodüksiyonları” olan şiirlerini Östliche Rosen “Şark Gülleribaşlığıyla kitaplaştır­mıştır.

Goethe gazel formunu benim­sememiş olsa da Rückert, Doğu imgeleri barındıran bu formu kendi şiirlerinde temel bir unsur olarak kullanmıştır. Hz. Mev­lânâ’nın gazellerindeki fikir dün­yasına dayanması ve anlatılmak istenen içeriğin gazel formuna yedirilmesi/eritilmesi, Rückert’in ilk gazellerinin belirleyici özelliği­dir. Bu gazellerin Mevlânâ gazel­lerine bir öykünmeden mi ibaret olduğu yoksa özgün bir üretim mi olduğu ise tartışmalıdır. Rüc­kert’in Doğu’dan esinlenen edebî üretiminin başlangıcında örnek aldığı Mevlânâ ve Hafız ile bir özdeşleşme ve gazel yapısının muhafaza edilmesi gözlemle­nebilirken Doğu şiiriyle daha da yoğun bir şekilde uğraşmasının ilerleyen safhalarında serbest bir yeniden üretim eğilimi görüle­bilir. Buradan hareketle 1822’de çıkan Östliche Rosen “Şark Gülleri, tamamen Doğu edebi­yatından metaforlar barındıran 281 şiirden oluşan bir kitaptır. Bu “güllerin” içindeki en güzel şiirlerden biri, Rückert’in Doğu edebiyatının imge dünyasına ne kadar aşina olduğunu, bu dünya ile nasıl aynileştiğini gösterir mahiyettedir:

Ne yazıyor yüzlerce yaprağında

Bir gülün?

Ne duyulur binlerce feryadında

Bülbülün?

Hepsinde o, ne varsa tek bir yaprak

Üstünde,

Her şarkıda duyulan ilkindeki

İlk nağme:

Hüsn hep kendi içinde döner, çizer

Bir halka,

Aşk kimseyi bulamaz sevmeye

Ondan başka.

Onun için dönüyor yüz yaprağı

Bir gülün,

Ve onun etrafında bin feryadı
Bülbülün.15

Batı’nın şarkı formunda yazılmış bu şiir konu itibarıyla tamamen Doğu’ya özgüdür. İlk dörtlükte sorulan soruların cevabı sonraki üç dörtlükte verilmektedir: Bir gülün yüz yaprağında yazan şey, tek bir yaprağında yazanla aynıdır ve bülbülün binlerce kez kanat çırpışı, bin nağmeli feryadı, bin şarkısı da sadece tek bir şeyi, tekrar tekrar söyle­mektedir:


Güzelliğin bir kaynağı, bir mer­kezi vardır, kendini tekrar eder ve çemberi tamamlayarak kendi içinde döner. Aşk ve güzellik özünde birdir. Gül, güzelliğinin kaynağı olarak merkez çevre­sinde dolanan yapraklarıyla; binlerce kez kanat çırpan bülbül de gülün etrafında dönüp aynı merkezi arayarak bu gerçeği ken­di yollarıyla ifade ederler. Hasret dolu aşk bu merkezden doğar ve bülbül güle kavuştuğunda aşkı kendi aslına döner. Rüc­kert’in bu şiiri, İslam’ın temeli olan ilahi birlik ve teklik fikrini, güzellik anlayışını, tasavvufta “vahdet-i vücûd” olarak bilinen varlığın birliği ve varlıkta birlik düşüncesini yansıtır. “Gül bir kitaptır, ezelden beri sadece âşık bülbülün hatasız okuduğu kutsal bir kitap. Çünkü ilahi olarak vah­yedilen, her sayfasında ilahi gü­zelliğe yeni bir bakış açısı getiren bu kitabın anlamı, ancak âşık ve hasretle dolu bir ruh tarafından anlaşılabilir [...]”16

Gülün sırrını bunca dil, şiir, hikâye ve müzik anlatmaya çalışsa da nihayetinde söze gel­meyecek, açığa çıkmayacak bir sırdır bu.

Kuşkusuz ilahi gül bahçesinin gerçek bülbülü, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. Günü­müzde çeşitli vesilelerle okunan Vesîletü’n-necât’in Merhaba Bah­ri’nde, Süleyman Çelebi, âdeta kâinatın tamamı adına O’nu (s.a.v.) “Merhabâ ey bülbül-i bâğ-ı Cemâl” diyerek selamla­mıştır: Güzellik bahçesinin bül­bülü, merhaba…

dipnotlar

1: bkz. Alvan, Türkan/Alvan, M. Hakan: Saz ve Söz Meclisi: Şiir ve Musıki Medeniyetimiz. İstanbul: Şule Yayınları 2016, S. 66, 1. Dipnot.

2: Almancası için bkz. Schimmel, Annemarie: Rose und Nachtigall. Numen. 1958, Vol.5(1), S. 85-109, S. 86.

3: bkz. Saz ve Söz Meclisi, S. 70.

4: bkz. Kuran-ı Kerim: Hadid, 57/1, Haşr, 59/1, Saff, 61/1, İsra, 17/44

5: Remzi işaret ve ima ile birlikte fark gözeterek bir tasavvuf terimine dönüştüren ilk sûfî olan Ebû Nasr es-Serrâc (ö. 378/988) remzi “sözün zâhirinin altında yatan, ehlinden başkasının anlayamadığı gizli mâna” şeklinde tanımlar. bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, remiz maddesi.

6: “Tâlibin bir mürşidin gözetiminde yaptığı mânevî yolculuk anlamında tasavvuf terimi.” bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, sülûk maddesi.

7: bkz. Saz ve Söz Meclisi, S. 69.

8: a.g.e., S. 70.

9: Almancası için bkz. Schimmel, Annemarie: Rose und Nachtigall. Numen. 1958, Vol.5(1), S. 85-109, S. 102.

10: bkz. Saz ve Söz Meclisi, S. 72.

11: bkz. aynı yer

12: Der Diwan. Aus dem Persischen zum ersten Mal ganz übersetzt von Joseph von Hammer.

13: Almancası: Ists möglich, daß ich, Liebchen, dich kose,

Vernehme der göttlichen Stimme Schall!

Unmöglich scheint immer die Rose,

Unbegreiflich die Nachtigall.

14: Almancası: Schimmel, Annemarie: Rose und Nachtigall. Numen. 1958, Vol.5(1), S. 85-109, S. 91.

15: https://dergipark.org.tr/en/download/ article-file/10709 , S. 22. Almancası:

Was steht denn auf den hundert Blättern

Der Rose all’?

Was sagt denn tausendfaches Schmettern

Der Nachtigall?

Auf allen Blättern steht, was stehet

Auf einem Blatt;

Aus jedem Lied weht, was gewehet

Im ersten hat:

Dass Schönheit in sich selbst beschrieben

Hat einen Kreis,

Und keinen andern auch das Lieben

Zu finden weiss.

Drum kreist um sich mit hundert Blättern

Die Rose all’,

Und um sie tausendfaches Schmettern

Der Nachtigall.

16: Almancası için bkz. Schimmel, Annemarie: Rose und Nachtigall. Numen. 1958, Vol.5(1), S. 85-109, S. 101.


İlgili Haberler

duyurular
Duyurular,Yurtdışı Vatandaşlar

1 Nisan-15 Haziran 2024

Cuma, 29 Mart 2024

telve
Telve

Göç geçmişim, büyüklerimin anıları, tecrübeleri, fotoğrafları, hatıralarım, Alman kültürü, Türk gelenekleri ve en önemlisi Mü

Perşembe, 28 Mart 2024

duyurular
Duyurular

4/B Sözleşmeli Personel Alımı Sınav Tarihleri Açıklandı

Perşembe, 28 Mart 2024