Türkiye Mezunu Nihad Abunasser: "Koşmak ve Gazze’yi Yeniden Ayağa Kaldırmak İçin Hazır Bekliyoruz"
Perşembe, Kasım 14, 2024Türkiye mezunu Gazzeli mühendis ve aktivist Nihad Abunasser ile 7 Ekim öncesindeki ve sonrasındaki Gazze’yi, Filistin’in İsrail tarafından silinmek istenen tarihini, zenginliklerini ve Gazze’deki direniş azminin kaynağını konuştuk.
SÖYLEŞİ: ASMA HAMDY HADER
Ailenizin ve Gazze’deki Filistinlilerin Gazze’de yaşanan savaşlar ve abluka gibi zorlu koşullar altında gösterdiği direniş ve sabrı nasıl yorumluyorsunuz? Ailenizin bu kararlılığı, onlardan uzakta olmanıza rağmen duygularınızı nasıl etkiliyor? Tüm zorluklara rağmen mücadeleye burada, onların sesi olarak devam etme noktasında nasıl bir güç buluyorsunuz?
Gazze, nüfus olarak çok yoğun bir yerleşim yeri. Orada insanlar birbirine destek oluyor. Yani toplumsal bir dayanışmadan bahsedebiliriz ve bu yeni bir durum değil. Yani Gazze’deki mevcut durum 7 Ekim ile birlikte oluşan bir atmosfer değil yalnızca. 100 yıldan fazla devam eden bir mücadele var sonuçta o topraklarda. Düşmanın asıl amacını gayet iyi bildiğimiz ve o idrak noktasında olduğumuz için başka bir seçeneğimiz yok. Orada var olma mücadelesini sürdürmek ya da ikinci seçenek olarak yok olmak… Filistinliler de bu ikinci seçeneği gayet iyi biliyor. Yok olma ihtimalimiz en acı hâliyle 1948’de yaşandığı için; önümüzde ikinci seçeneğe dair bir tezahür, bir tasavvur var hâlihazırda. O yüzden tekrarlamasını hiç kimse, hiçbir Filistinli istemez. Şahsi olarak ailemin ora[1]da, bu katliam ve soykırım şartlarında ayakta kalabilmesi için ben elimden geleni yapıyorum. Maddi, manevi... Bu şartlarda orada istedikleri şeyi alamayabiliyorlar, istedikleri şeyi bulamayabiliyorlar. Oraya çok, çok ama çok zor bir şekilde yardım gönderebiliyoruz, ben de göndermeye çalışıyorum. Bu yardımları durdurmak için de her yolu ve her imkânı kullanıyor siyonistler. Bu yüzden maalesef çok kolay bir şekilde para gönderemiyorsunuz Gazze’ye. Bu da direnişi kırmak için kullandıkları bir yöntem elbette… Çünkü Gazze’nin hiçbir şekilde direnmesini istemiyorlar. Bu süre zarfında ben burada onların, sadece ailemin değil tüm Filistinlilerin sesi olmaya çalışıyorum. Onlar da bundan güç alıyor. Fakat orada Gazzeliler canlarını, evlerini, ailelerini, her şeyini kaybederken dışarıdaki insanların, Müslümanların Gazze’de ve Filistin’de yaşatılanlara karşı ilgisi azaldığı zaman Gazzeliler ve tüm Filistinliler için bu durum daha acı verici bir hâl alıyor doğal olarak. Çünkü o destek, o dayanışma ruhu onlar için bir motivasyon kaynağı, bir güç kaynağı. Bunun farkında olduğum için gücümün yettiği kadarıyla destek olmaya çalışıyorum dediğim gibi. Sesimin yettiği kadarıyla farkındalık oluşturmaya çalışıyorum. İnsanlar arasında, kurumlar arasında, medyada… Bu davanın farkında olan bir birey kazanırsak bu bizim için bir kazançtır. Biz topraklarımıza kördüğüm gibi bağlıyız. Ve o toprakların mübarek ve mukaddes toprakların olduğunun farkındayız. Mescid-i Aksa’nın ilk kıblemiz olduğunun farkındayız. Ve bu duygularla, bu niyetlerle orada mücadeleye başlayanlar mücadelesini vermeye devam ediyor. Orada “ribat” niyetiyle yaşıyor insanlar. Yani dışarıda daha müreffeh, daha sakin, daha huzurlu bir hayat sürdürebilecekken o seçeneği tercih etmeyip orada yaşamaya ve o zorlu yaşam mücadelesini vermeye gönüllü oluyorlar. Neden? Çünkü farkındalar... Burada kilit kelime idrak. Oradaki insan artık idrak etmiş durumda yaşadığı toprağın kıymetini. Bu yüzden ben bu toprağı terk etmiyorum, diyor. Orada yaşamanın gururunu, şerefini duymak ve ahiretteki mükâfatını alabilmek için yapıyor bunu. Ben bu mücadeleye buradan destek oluyorsam ben de bu gururdan ve şereften, ahiretteki mükâfattan nasiplenmek umuduyla yapıyorum. Anlatabiliyor muyum? Öncelikle Allah için, Allah’ı sevdiğimiz için, toprağımızı sevdiğim için, ilk kıblemizi sevdiğimiz için… Vatanımızı, ailemizi, toplumumuzu sevdiğimiz için... Say say bitmeyen sebeplerimiz var, bunun için mücadele ediyoruz, yılmıyoruz.
Hayatınızın bir dönemini Gazze’de geçirdiğinizi biliyoruz. Gazze’de savaş şartlarını şu an tüm dünya izliyor, ancak bize 7 Ekim’den önceki Gazze’den bahsedebilir misiniz? Oradaki hayattan, kültürden, yaşam pratiklerinden…
Ben orada doğdum, büyüdüm, Deir el-Balah kentinde. Çok güzel bir yerdir. Gazze küçük bir yer, bir şerit. O şeridi uzunlamasına ikiye ayıran Salahuddin Bulvarı var. Bulvarın doğusu daha çok siyonistlerin karadan girme, uçaklarla, füzelerle vurma eylemlerine maruz kaldığı için o kısımda daha çok boş tarım arazileri bulunuyor. Yerleşim yerleri daha çok yoğun olarak bunun batısında yani denize doğru olan kısımda yer alıyor. Gazze’nin en yeşil, nüfus olarak daha az ve binalarının üst üste olmadığı yeri Deir el-Balah’tır. Son zamanlarda nüfus ve bina yoğunluğu artmıştı ama ben doğduğum, büyüdüğüm zamanlar[1]da yemyeşildi. Evimiz o bölgedeydi ve biz evden denize yürüyerek giderdik. Rahmetli babam uyandırırdı bizi, sabah namazını kılar ve daha güneş doğmadan o kumsallar üzerinden yürüyerek denize giderdik. Gazze’de masallarda, romanlarda, filmlerde anlatılabilecek bir çocukluk geçirdiğimi söyleyebilirim. O zamanları çok güzel bir şekilde hatırlarım hep. Gazze’de insanlar hayat doludur ve kültürümüzde hayata küsmek yoktur. Hayat dolu olmanın bu mücadelenin bir parçası olduğunun idrakiyle yaşar Gazzeliler. Düşman saldırı mı yapıyor, hemen o yıkılan evleri tamir ederiz. Saldırıda zarar gören insanlar hiçbir zaman yalnız bırakılmaz, onlara herkes destek olur. Düğünlerde de insanlar düğün evine hep destek olur, düğün sahibiyle birlikte oynar, mutlu olur. Çünkü savaş toplumuyuz; hayata küsme, sırtımızı dönme lüksümüz yok. Tam tersi hayatı doya doya yaşamamız gerekiyor. Bu yüzden Gazze’de evlenip çocuk yapmak, eğitim ve aile çok önemlidir. Cuma günleri yani bizim resmî tatillerimizde; aileler toplanır, kadınlar baba evine gider çocuklarıyla. Oradaki sosyal yapı ve atmosfer müthiştir.
Gazze’den Türkiye’ye geliş ve bir Türkiye Burslusu olma hikâyeniz nasıldı?
Liseyi Gazze’de bitirdim. Sonra Türkiye Burslusu olarak Türkiye’ye eğitim amaçlı geldim. Lisans eğitimimi burada tamamladıktan sonra Gazze’ye geri döndüm. Ama iş bulamayınca tekrar Türkiye’ye geldim ve burada hem çalışıp hem yüksek lisansımı ve doktoramı tamamladım. En son 2021’de gittim ben Gazze’ye. Erkek kardeşim siyonistlerin hapishanelerindeydi ve 18 yıl mahkûmiyetten sonra serbest bırakıldı. Ablukaya rağmen, giriş çıkış yasaklarına rağmen, her şeye rağmen Gazze’de bir eksiklik hissetmezdiniz. Su yok, elektrik kesiliyor, her an bir saldırı olabiliyor ama o yoklukla her şeyi, mutluluğu ve hayatı yeniden var etme sanatını Gazze’de, Filistin’de görebilirsiniz açık bir şekilde.,
İsrail Gazze’den ne istiyor? İsrail Gazze’deki direnişçilerin mi yoksa Gazze’nin direniş ruhunun mu peşinde?
Aslında şu an sıkıntının merkezi, soykırımın görünen kısmı Gazze olduğu için Gazze soruluyor, Gazze merak ediliyor. Bu kadar vahşet niçin işleniyor? Geçtiğimiz günlerde TRT tarafından hazırlanan Kutsal İşgal belgeseli yayımlandı. Orada küçük de olsa, çok küçük de olsa o siyonist yapının, görünmez vahşetin kaynağı ve temeli açığa çıkarılmış oldu. Yani sadece Gazze’de ya da Filistin’de değil, bölgede bu siyonizm projesinin hedefi nedir ona bakmamız gerekiyor Gazze bunun bir tezahürü; Batı Şeria’da, Filistin’de yaşananlar bunun bir tezahürü. Bu yapı, bu proje; siyonist olmayan her varlığı, varlığı diyorum yani insan, taş, ağaç, hayvan ne var ise yok etmek istiyor. Ey insan, ey toplum, ey taş, ey hayvan bir tek şansın var o da siyonist olmak, diyor. Siyonist olmak istemiyorsan, bu fikri beğenmiyorsan ölmen, yok olman gerekiyor. Siyonizm hizmetkârlarına bir süreliğine yaşam hakkı tanır, ancak bir gün o hizmetkârla işi bittiğinde onu da yok edebilir. Gazze’de yaşanan şey siyonizm projesine karşı çıkmanın bir sonucu. Batı Şeria’da olduğu gibi, ama Batı Şeria’da insanlar ağzını dahi açamıyor, karşılık veremiyor. Küçük eylemler bile hem siyonistler tarafından hem de yönetim tarafından yok edilmeye çalışılıyor.
Gazze siyasi bağlamda neyi ortaya koymuş oldu peki?
Gazze, 30 yıldır süren Oslo Antlaşması’nın çöpe atıldığını gösterdi, siyonistler tarafından hiçbir kalemi hayata geçirilmedi zaten. Buna karşın Filistinliler verdikleri tavizlere rağmen hiçbir kazanım elde edemeyince, direnişi seçtiler. Sen misin direnen, işte sonucu bu! Taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmadı Gazze’de. İnsanlar paramparça değil, toz olarak yok oluyor atılan bombalardan. Bugün Gazze ve tüm Filistin vazgeçse bile direnişten İsrail bizi yok edene kadar her hâlükârda, her şartta üstümüze gelmeye devam eder. Biz bunu çok iyi bildiğimiz için direnmekten başka bir seçeneğimiz yok.
Bir konuşmanızda işgalden önceki Filistin topraklarında medeniyetin, kültürün, tarımın ne kadar gelişmiş olduğunu “10 kasa Yafa portakalının bir Mercedes kadar kıymetli olduğu” örneğiyle açıklamıştınız. Siyonizmin en çok yapmak istediği şeyin Filistin’in geçmişini ve zenginliklerini unutturmak, yok saymak olduğunu bildiğimiz için burada yeniden sormak ve hep birlikte Filistin’in tarifsiz güzelliklerini, köklü geçmişini hiç unutmadan yeniden hatırlamak istiyoruz: İşgal öncesi Filistin’de hayat, sanat, kültür, tarım nasıldı?
Siyonistler, Filistin’i bir rota olarak belirlemeden önce, zaten birkaç yeri denemişlerdi. Uganda, Kenya ve Arjantin gibi bir sürü yeri denediler. En son Filistin’de karar kıldılar. Ardından bu “vadedilmiş toprak” hikâyeleri ve uyduruk söylemleri başladı. Yani Uganda olsaydı, Uganda da “vadedilmiş toprak” olacaktı, ancak Filistin oldu. O karar verildikten sonra Filistin’e hahamları gönderdiler. Hahamlar Filistin’e biz burada vatanımızı kurabilir miyiz, diye bakmak için gittiler. Gittiler ve hayran kaldılar Filistin’e. O güzelim Filistin’de, birbirine bağlı iki şey buldular: toprak ve halk. Filistin’e giden hahamlar bir rapor yazdılar o raporun en can alıcı noktası ve cümlesi şuydu: “Gelin çok güzel, ama başkasıyla evli. Göz diktiğiniz gelin çok güzel, hakkınız var ama o evli.” Yani evli bir kadına göz dikemezseniz, göz 40 41 dikseniz bile, evlenemezsiniz. Bir kadın iki erkekle evlenemez aynı anda. Bu gerçekleri onlara kendi hahamları bile söyledi ama hahamlarını da dinlemediler.
Peki, o “güzel gelin” nasıldı?
Filistin bugün dahi Orta Doğu’da eşi benzeri olmayan, güzide bir yer. 100 yıl önce Filistin’de tarım, sanayileşme, eğitim, sanat, kültür, sinema her şey vardı. Orta Doğu’da Filistin bir merkezdi. Film mi yayımlanacak? Filistin’de, Hayfa, Yafa, Akka, Gazze… Tarım mı? Bütün Akdeniz sahili, Merj İbn Amir’in verimli toprakları, Eriha şehri… Bin çeşit, yani dünyada yetişen bütün sebze, meyve Filistin’de yetişiyordu. Ben Türkiye’ye geldiğimde onlarca ürünün yoksunluğunu yaşadım. Kivi, Trabzon hurması, avokado, mango, guava, ananas… Aklınıza gelmeyecek onlarca ürün Filistin’de vardı. Bununla yaşadık, büyüdük, yetiştik. Keza fabrikalar vardı Filistin’de ve Orta Doğu’nun pek çok yerinden işçi gelirdi Filistin’e. Çalışma izni alıp gelen binlerce insan olurdu. Siyonistler de bununla başladılar gelmeye. Yani göç başladıktan sonra, bu civar ülkelerden gelen işçilere verilen çalışma izinlerini de kısıtlamaya başladılar. Onların yerine bizi çalıştırın, dediler. Şimon Peres mesela çalışma izniyle, bir vizeyle gelmişti Filistin’e. Müslümanlar bunu biliyor mu? Bilmiyor. Farkında mı? Hayır. O farkındalık oluşmadığı müddetçe, bu idrak noktasına gelemeyecek Müslümanlar.
Bugün dünyanın her yerinde sizin gibi kendisini Gazze’nin ve Filistin’in sesi olmaya adamış pek çok eğitimli, başarılı ve fedakâr Filistinli var. Bu da aslında Filistin mücadelesinin sadece fiziksel bir mücadele olmadığını, bunun siyonizme karşı bir fikir ve söylem mücadelesi olduğunu gösteriyor. Bu konuda neler söylersiniz, dünyanın dört bir yanındaki Filistinliler siyonizme karşı mücadelesini nasıl sürdürüyor?
Siyonizm sadece bir toprak işgali değil bir akıl işgali aynı zamanda. Aslında Filistinlilerin mücadelesi bu akıl işgaline karşı bir mücadele bir yandan da. Siyonizm, sadece Filistinliler için değil, tüm insanlık için bir tehdit, bir düşman. Fakat maalesef bu konudaki bir diğer terminoloji yanlışı: “Filistin davası”. Filistin davası diye bir şey yoktu, bu bir insanlık davasıydı; Müslümanların davasıydı ve hâlâ öyle çünkü bu proje insanlığı hedef alıyor. Fakat ilk cephede kimler var? Filistinliler var. O yüzden akıllarda, gönüllerde Filistin davası olarak yerleşmiş. Biz gözümüzle, kulaklarımızla, duygularımızla, yaşantılarımızla bu projenin faturasını ödediğimiz için o idrak noktasını yaşıyoruz ve o idrakla mücadelemizi veriyoruz. Çünkü hiçbir Filistinli yoktur ki ailesinde şehit edilmiş, yaralanmış yahut evi yıkılmış birileri olmasın. 7 Ekim’le birlikte, Siyonistlerin birinci hedefi Hamas’ı yok etmek oldu. Hamas ne demek? Direnmek demek, Siyonistlerin projesini kabul etmemek demek. Peki, bir yıl dolmak üzere; 7 Ekim yeniden geldi çattı. Birkaç gün sonra 7 Ekim olacak. Filistin halkı ne diyor? Ne diyor? Hâlâ mücadele veriyor. Demek ki bu bir fikir, bu bir kanaat, bu bir idrak noktası. Filistin’de tek bir Filistinli kalana kadar bu mücadele bitmeyecek. O Filistinli de adı “Hamas” olmasa bile başka bir grup kurar ve mücadelesini yine de ortaya koyar. Tıpkı Batı Şeria’da olduğu gibi, orada da bir sürü direnen grup var. Gazze’de Hamas’la birlikte direnen 20’den fazla grup var. Bunlar ne yapıyor? Bunlar siyonizm fikrine karşı çıkıyor. O yüzden burada bunu çok vurguluyorum. Akıl işgalinden kurtulmadığımız müddetçe siyonizm bitmeyecek. Bu akıl işgalinin ilk cümlesini, ilk terminolojisini reddederek verilen mücadeleye “Filistin davası” değil, “insanlık onuru davası” demek ve herkesin bu projenin hedefinde olduğunun farkına varmak gerekiyor. Gazze’dekiler, Filistin’dekiler bunu yaparken Filistin dışındaki Filistinlilerin de verdikleri ilk mücadele Filistin’i anlatmak. Tarihini, geçmişini, dedelerini nereden tehcir ettiklerini... Çünkü vatanları dışında yaşayan Filistinlerin çoğunluğu 1948’de göçe zorlanan Filistinler ve Çünkü vatanları dışında yaşayan Filistinlilerin çoğunluğu 1948’de göçe zorlanan Filistinliler ve Filistin’e dönme hakkı olmayan Filistinlilerden oluşuyor. Düşünebiliyor musunuz? Filistinlisiniz ve Filistin’e dönemiyorsunuz. Onların edindiği en temel görev; çocuklarına Filistin sevgisi aşılamak, yaşadıkları soykırıma, zorunlu göçe karşı ne yapmaları gerektiğine dair bir yol haritası çizmek ve dedelerinden kalma ve geri dönme hakkının simgesi olan o paslı kocaman anahtarları kuşaktan kuşağa teslim etmek. Bunun ilk kalesi aile, aile sağlam olduktan sonra o idrak da oluyor. Tabii ki bu idrakin içinde kültür var, sanat var, giyim, yemek hepsi var… Biliyorsunuz siyonistler yemeklerimizi bile çalmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla çember genişledikçe bir Filistinli, yazar ise bunu yazıyor, gazeteci ise bunu gösteriyor; mühendis ise mümkün mertebe en başarılı mühendis, doktorsa en başarılı doktor oluyor ve bu özellikleriyle Filistinli olarak bilinmek onu mücadelenin tam ortasına atıyor.
Bizler bu soykırım günlerinin biteceğine, Gazze’nin ve Filistin’in yeniden özgürleşeceğine inanıyoruz. Peki, gelecekteki ve hayallerinizdeki özgür Gazze ve Filistin nasıl bir yer, bize tarif edebilir misiniz?
Elbette bitecek, hiçbir zulüm sonsuza kadar sürmemiştir, tarih bunu kanıtlamıştır bugüne kadar ve biz Filistin’imizi, Gazze’mizi yeniden inşa etmek, yeniden tamir etmek ve bunu geleceğe taşımak için var gücümüzle hazır bekliyoruz. Yapacağız demiyoruz, biz hazır bekliyoruz, bu lanetli soykırımın durmasını bekliyoruz, koşmak için ve yeniden ayağa kaldırmak için. Asla ve asla ümitsiz değiliz, yaşananlar çok ağır, hiçbir insan dayanamaz buna, zira tarih boyunca böyle bir çirkinlik yaşanmamıştır. İletişimin bu kadar hızlı olduğu, refahın bu kadar zirve yaptığı, insan hakları ve demokrasinin bu kadar dillendirildiği bir zamandayız güya. Ama Gazze bir sınav oldu, neyin sınavı? Aynı noktaya dönüyorum, insanlık onuru sınavı ve maalesef insanlık sınıfta kalmıştır, sınavını verememiştir. En acı sonuç budur, maalesef hiçbir Müslüman, bunu vurgulayarak söylüyorum, hiçbir Müslüman, hiçbir Müslüman ülke, hiçbir insan hakları kuruluşu %10, %5, %1 oranda bile bu sınavda başarılı olamamıştır. 7 Ekim sonrasında da öncesinde olduğu gibi siyonizm projesinin faturasını kanımızla, canımızla ödüyoruz Filistin’de.
Bu zor koşullar altında, sizin ve benim gibi yurt dışında yaşayan kişilerin rolünü nasıl görüyorsunuz? Kendimizi çaresiz hissettiğimiz bu durumda, halklar Gazze’deki insanları desteklemek ve kurtarmak için neler yapabilir?
Hiç kimse çaresiz değil, ben çaresiz olduğumuza inanmıyorum. Bütün yolları deneyip sonuç almayınca evet çaresiz kaldım diyebiliriz. Ama şu an bütün yolları denedim diyebilir miyiz? Asla, asla diyemeyiz, çünkü denenecek o kadar yol var ki herkesin gücü farklı, herkesin yetenekleri farklı, herkesin hayattaki meşgaleleri farklı. O imkânları seferber edip tüm şartları zorlayıp ondan sonra çaresiz kaldım, diyebiliriz ancak. Türkiye’de yaşıyorum, Türk kurumlarında çalışıyorum, Türk arkadaşlarım var, Türk medyasında çıkıp derdimi anlatmaya çalışıyorum. Üniversite, vakıf her yere gidiyorum, o farkındalığa davet etmek için insanları. Ama baktığımda boykotu hakkıyla yapanların da sayısı çok az, bu da çok üzücü. Bir yürüyüşe katılım sağlıyor ve gerçekten bu mücadelenin hakkını ifa ettiğini düşünüyor o kişi, aciziz, elimizden duadan başka bir şey gelmiyor diyor ve evine dönüyor, yemeğini yiyor, buzdolabını açıyor, çeşit çeşit meyvelerini tüketiyor, uzanıyor, televizyonu seyrediyor ve yatıyor ve ertesi gün işine gidiyor. Bu Müslüman ya da bu insan ile Gazze’deki hastalıktan, açlıktan, bombalardan, parçalanarak, toz olup yok olarak ölen insan arasında ne kadar mesafe var? Uyanmamız lazım, silkelenmemiz lazım, o tozu üzerimizden atmamız lazım. Filistin nedir, Beytülmakdis nedir, Mescid-i Aksa nedir, siyonizm nedir bilmemiz gerekiyor, insanların bunu öğrenmesi gerekiyor. Çünkü düşmanın hedefinde her yer var, burası var, gizli değil, o projeye Türkiye de dâhil, Fırat’tan Nil’e kadar... Yani bugünkü konfora güvenmemek gerekiyor, görüyorsunuz bütün dünya Gazze’de savaşıyor. Sadece siyonistlerin mi savaştığını zannediyor insanlar, görüyorsunuz Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa... Bir dünya savaşı yaşanıyor ama sessiz, örtülü bir şekilde…
Direniş ile Filistin halkı arasında, İsrail ordusunun yok edemediği için çılgına döndüğü derin bir bağ mı var? İsrail’in Gazze’de ardından da tüm Filistin’deki saldırılarda bu kadar ileri gitmesinin bir sebebi de bu olabilir mi?
Şöyle, eğer direniş ve direnişçilerin balık olduğunu düşünürsek balık deniz dışında, su dışında yaşayamaz, onun denizi de halk, çünkü o direnen insan, o direnen lider uzaylı değil ki, uzaydan gelmedi. Onun babası var, annesi var, karısı var, çocukları var, onlar nerede, onlar savaşmıyor, onlar evde, okulda, iş yerinde, Gazze’nin kuzeyinde, batısında, orta bölgesinde; doktor, mühendis, öğretmen, üniversitedeki hoca, iç içe olan bir toplum. Nasıl beklenir o toplumdan, o anneden oğlunu dışlaması, nasıl beklenebilir, o babadan çocuğuna sahip çıkmaması, nasıl beklenebilir? Haksız bir istek. Mümkün değil, bir yılda direnişle Gazze’nin bağını koparmak mümkün olmadıysa, on yılda da bu mümkün olmayacaktır. Artık anlamaları gerekiyor, bu bölgeye yabancı bir cisim, hiçbir zaman o bölgede normal bir hayat sürmeyecektir. 1948’de yaşanan Nekbe’den sonra, bölgede “İsrail rejimi” 17 Mayıs 1948’de ilan edildi ve tabii ki dünya düzeni ona göre kuruldu. Her şey işte ilim, sanayileşme, insan hakları, demokrasi, hayvan hakları, kadın hakları, özgürlük, hak, hukuk, aklınıza gelebilecek tüm modern pozitif güzel söylemler… Bunlar nerede üretiliyor? Batı fabrikalarında. Biz ne yapıyoruz? Biz tüketiyoruz. Sonuç ne oldu? Akıl, gönül ve fikir işgali. Biz bir şey üretemeyiz, biz bir hak sahibi olamayız, biz düzgün insan olamayız, düzgün kadın olamayız, biz her zaman kusurluyuz çünkü Batı gibi olamadık(!)
Her şeyimiz hedef alındı ve hedefler adım adım büyüdü yıllar boyu. Buna karşılık biz (biz derken bölgeyi kastediyorum Filistin’i değil); geçmişimize, tarihimize, kültürümüze, dinimize tiksinerek bakar olduk. Ne zaman o şizofreni durumu çözülürse işte o zaman biz kendimize geliriz ve akıl işgalinden kurtuluruz. Ancak ve ancak o saatten sonra özgürleşebiliriz bu esaretten, onun dışında mümkün değil. Ama bunun için ağır faturalar ödemek gerekiyor. İnsanlar buna hazır mı? İşte Gazze örneği, bayağı caydırıcı bir örnek oluyor. Yani özgürlüğe yeltenirseniz, özgürlüğü düşünürseniz, sonunuz bu olacak. O yüzden bunun için iman gerek, azim gerek, idrak gerek, inanç gerek, bilgi gerek ve donanım gerek. Yani sağlıklı bir birey gerek, silah demedim, sağlıklı birey dedim çünkü en büyük silah insandır. O sağlıklı, o düzgün insan ortaya çıkmayınca hiçbir şey fayda etmeyecektir.
Gazze’de yaşananlar aslında 1945 sonrası kurulan dünya düzeninin, Batı merkezli insan hakları söylemlerinin de tamamen çöktüğünün ve geçerliliğini yitirdiğinin de bir göstergesi olarak okunuyor, tam da sizin az evvel söylediğiniz gibi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, Gazze’de yaşananlar yeni bir dünyanın başlangıcı olabilir mi?
Umarım, ümit ederim… İnsanlardan Gazze’de ve Filistin’de yaşanan soykırımı artık görmeyen, duymayan kalmadı. Bazıları bu soykırımın nedenlerini araştırıyor, bazıları rahatlarını bozmak ve konfor alanlarından çıkmak istemiyor. Umarım insanlar bundan ders alır ve hızlı bir şekilde kendine gelir, uyanır ve insanlık görevini yerine getirir. Her şeyden önce insanlığını, sonra Müslümanlığını, sonra komşuluğunu ortaya koyar ve her şeyden önce kendi onurunu kurtarır, sonra insanlığı, Müslümanları ve komşularını…
Asma Hamdy Hader
MISIR 1994 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de doğdu. El-Ezher Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden onur derecesiyle mezun oldu. Öğrencilik dönemi boyunca, Türk şair ve yazarların hayatları hakkında makaleler çevirdi. Yunus Emre bursu sayesinde Türkiye’ye gelerek Türkçe eğitimi aldı. Türkiye Bursları ile çalışmalarını Arapça ve Türkçe arasında karşılaştırmalı olarak sürdürdü. İki dil arasındaki ortak atasözleri hakkında birçok makale kaleme aldı. Anadolu Yazarlar Birliği ve İstanbul Üniversitesi Farabi Merkezinde çeviri atölyelerine katıldı. Türkçeden Arapçaya ve Arapçadan Türkçeye çevirileri bulunmaktadır.
Her Boydan'ın ilk sayısını okumak için tıklayın.