Rüzgârlar Şehrinde Edebiyat
Cuma, Mart 14, 2025
Adını rüzgârdan alan bir başkent olarak Bakü, Hazar’ın sahilinde; ona Nizâmîlerden, Nesîmîlerden, Vahidlerden, Müşfiklerden gelen zengin edebî mirasını bugün de taşımaya devam ediyor…
Edebiyat, yaşanmış ve yaşanacak olanın, belki de yaşamın özünün ve anlamının keşfidir. Acaba o yüzden mi İsmet Özel “Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?” diyordu. Ama ne olursa olsun yaşamın ve yaşamın anlamının veya yaşamdan mahrumiyetin duygularımıza sirayet ettiği yerler şehirlerdir. Şehir ve edebiyat arasında güçlü bir bağ vardır. Hatta edebiyatın modern yaşam alanı dediğimiz şehirlere yolculuğu, daha ilk medeniyet havzalarının ortaya çıkmasıyla başlamıştır denilebilir.
Edebiyat ve şehir birbirinden ilham alır. Şehri bir insana, edebiyatı ise insan bedenindeki ruha benzetebilir miyiz? Ve her şehrin bir ruhu vardır diyebilir miyiz? Şehrin ruhu bize ne söylüyor? Duyamadık, duyamıyoruz. Nedeni onun kısık sesli oluşu mu yoksa kalabalıkların onun sesini bastırması mı? Havasını soluduğun şehri bilmeden “yaşamak” ah, ne acı!
Şehir bize kendisini ne zaman hatırlatır? Günlerin birinde ondan uzak kaldığımız ve özlem duymaya başladığımız zaman zihnimizde bir şeyler canlandırırız. Tramvayda, metroda, otobüste, arabada giderken, durakta beklerken, gideceğimiz yere vaktinde yetişmek için koşuştururken veya sevdiklerimizle şehrin en güzel sokaklarında yürürken gördüğümüz, duyduğumuz, hissettiğimiz her şey bir anda film şeridi gibi gözümüzün önünden geçer. Zamanı geriye sarmak isteriz. Mümkün olmadığını bildiğimiz hâlde! Duygularımız bizi yönetmeye başlar. Oysaki ruhumuz şehrin ruhuyla konuşmak ister. Şehrin ruhu edebiyattır demiştik ya. İşte bizim hatıraya dönüşen anılarımız edebiyat olur. Birilerinin mürekkebinden dökülen kelimelerde saklanmış olduğumuzu görürüz. Romanlarda, hikâyelerde, şiirlerde buluruz kendimizi. Bir eserde geçen karaktere “Bu benim işte.” deriz ve gözlerimiz nicelerini arar o eserlerde. Öyleyse edebiyatın şehirlere, ruhun bedene yolculuğunu konuşalım.
Bir şehir vardır ki bu şehirde edebiyat, sabahın erken saatlerinde kiminin uyuduğu kiminin bin türlü düşünce içerisinde kaygılarla boğuştuğu ve çoğunluğun akşam saatlerinde günün stresinden bitap düştüğü bu nedenle de gidilecek yere bir an önce ulaşmayı hedefledikleri yeraltı ulaşımda metroya binmek için yerin altındaki stansiya1lardadır.
Her şey metroya binmek için kullandığınız yürüyen merdivenin son basamağında hava basıncından oluşan rüzgârın yüzünüze vurmasıyla başlar. Eğer zihninizi meşgul eden bir şey yoksa ilk olarak her istasyonun kendisine özgü mimarisinin olduğunu fark edersiniz. Duvardaki resimler, fotoğraf sergileri... Ve bazen de o tarafa bu tarafa giden insan yığınından çıkan seslerin arasında hafifçe duyulan müzik… Daha sonra treni beklerken muhtemelen görevlinin “Ay vatandaş, sarı hattı geçmeyin.” uyarısını duyarsınız. Tünelin giriş ve çıkışındaki ekranlardan trenin kaç dakikada geleceğini de görebilirsiniz. Nihayet tren gelir. Azerbaycan’ın dahi bestecisi Fikret Amirov’un “Azerbaycan Kapriçyosu” eserinden bir parça çalınır ve ses rehberi teselli verirmişçesine kulağa hoş gelen bir tonlamayla der: “Cafer Cabbarlı Stansiyası”. Azerbaycan bağımsızlık yıllarının ilk metro hatlarından olan bu istasyonun koridorunda, alçıdan yapılmış “Cafer Cabbarlı ve Kahramanları” isimli rölyef 2ve kırmızı mermerden Azerbaycan millî geleneğini yansıtan mimari üslupta “halı” desenleri işlenmiştir. 1899 yılında Bakü yakınlarında Hızı köyünde doğan Cafer Cabbarlı edebiyat, sanat ve kültür alanlarında Azerbaycan’ın kültürel mirasına zenginlik katan yazar, şair, dramaturg, musikişinas ve tiyatrocudur. Eserlerinde toplumun yaşantısını, yoksullar ve zenginler arasında bölünmesini, kadınlara yapılan haksızlıkları işlediğini görürüz. Bunun yanında daha 18 yaşındayken yazdığı Osmanlı tarihine dair Trablusgarp Savaşı ve Edirne’nin kurtuluşunu, Türklerin savaşlardaki kahramanlıklarını ve dönemin toplumsal hayatını anlatan Ulduz ve Edirne’nin Fethi piyeslerinde ise Cabbarlı’nın kaleminin gücüne şahit oluruz. Genç bir subayın ve hemşire kızın birbirine olan sevgileri ve vatana olan aşklarını konu edinen Edirne’nin Fethi’nde Cabbarlı, kahramanının dilinden Darülfünunu bırakarak gönüllü savaşa katılan Türk subayının vatan sevgisini şöyle anlatıyor: “Bütün Türklerin mukadderatı belli olacak, damarlarında Türk, İslam kanı akan bir Osmanlı sakin duramaz.”
Azerbaycan’ın ilk bağımsızlığına giden süreçte yazılan bu piyeste Cabbarlı Türk-İslam halklarının birliğinin onların kaderlerinde belirleyici bir rol üstlendiğini vurgulamıştır. Eserde geçen şu mısralar bu duyuyu en iyi şekilde açıklıyor: “Arş, asker-i İslam, ulu Kâbe’n gidiyor, arş! Azminde Muhammed sana, Allah sana yoldaş.” Cafer Cabbarlı 1934 yılında Bakü’de vefat etmiştir. Bugün Bakü’de dramaturg Cabbarlı’nın eserlerini tiyatro sahnelerinde hâlâ izlemek mümkün. Bakü’nün o dönem yetiştirdiği isimler arasında Aliağa Vahid (1895-1965), Almas İldırım (1907-1952), Mikayıl Müşfiq (1908- 1938), Memmed Arif (1904-1975), Nebi Hazri (1924-2007), Anar (1938-) gibi edipler de var. Dönemin sosyal, siyasi muhiti tabii ki bu yazarların eserlerinde tesirini göstermekte. Ama şunu da bilmeliyiz ki edebiyatın bu coğrafyada tutunması hiç kolay olmamıştır. Sansürün hüküm sürdüğü vakit yazarın kalemi özgür bırakılır mıydı hiç? Sovyet baskısı ve onu takip eden repressiyalarda Bakü’de yaşayan “Zulme karşı isyankârım, ezilsem de susmam!” diyen Ahmed Cevad, “Ya herkese hain olan insan nedir? İblis…” diyen Hüseyin Cavid, “Sevgilerde karışık bilmeceler gölgesi var.” diyen Mikayıl Müşfik, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk büyükelçisi, ünlü dramaturg Karabağ’ın incisi Şuşa’dan olan Yusif Vezir Çemenzeminli (1887-1943) repressiya kurbanlarından sadece birkaçı. Fakat araz cevherden ayrılsa da onların kaleminden dökülen mürekkebin izi asla silinmedi…
Metro istasyonlarının isimleri sanki Azerbaycan halkının tarihini, geçmişten bugüne süregelen bir akışla bizlere yansıtıyor. Bu akışta yer alan edebî simalar arasında bir isim daha var. İstasyonda Üzeyir Hacıbeyli’nin Nizâmî Gencevî’nin “Sensiz” gazeline bestelediği aynı isimli romansından bir parça çalınır.
Sen benim kalbime hâkim, sana kul oldu gönül,
Sen azizsin, ben ucuz bir hiçim, âfet, sensiz!
Sen Nizâmî’den eğer arhayın3 olsan da gülüm,
Gece-gündüz arayıp, olmadı rahat sensiz!
Tahmin ettiğiniz gibi burası Nizâmî İstasyonu’dur. Sizi mozaik panelde arka planında güneş ışınlarının olduğu dahi Azerbaycan şairi ve filozofu Nizâmî Gencevî’nin portresi, koridorun yan taraflarındaysa onun eserlerinin konuları esasında çalışılmış panolar karşılar. Panolarda şairin ölmez Hamse’sinden “Daranın ölümü”, “Yedi Âlim”, “Sultan Sencer ve Karı”, “Hüsrev-ü Şirin”, “Ferhat ve Şirin”, “Leylâ ile Mecnun”, “Mecnun’un Babası” gibi sahneler yer almıştır. Asıl adı İlyas olan şairimizin 1141 yılında Gence’de doğduğu ve Nizâmî lakabını aldığı bilinmektedir. Onun eserlerinde Selçuklu döneminin daha sonra Şirvanşahlar Devleti’nin etkisi aşikâr. Şair 1209 yılında Gence’de vefat etmiştir. Nizâmî Gencevî Türk-İslam dünyasında derin izler bırakmış; Mevlâna Celaleddin Rumî ve Fuzûlî gibi isimler ondan etkilenmiştir.
Gül açtı bahar oldu
Yar benden kenar oldu
Yar benden ayrılalı
Yüreğim gubar4 oldu.
Böyle naz ile naz ile bakma
Beni yandırıp, yakma.
Azerbaycan sözlü edebiyatına ait bu mısralar Bakü Metrosu’nun Nesimi İstasyonu’nda çalınan bir parçadan. Azerbaycan’ın divan şairi İmadeddin Nesîmî, 1369 yılında Şamahı şehrinde doğmuştur. Azerbaycan Türkçesinde yazan en büyük şairlerdendir.
Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam,
Gevher-i lâmekân benem, kevn ü mekâna sığmazam.
Gerçi bugün Nesîmî’yem, Haşimiyem, Kureyşiyem,
Bundan uludur ayetim, ayete şana sığmazam.
Türkiye’de en çok yukarıdaki “Sığmazam” gazeliyle bilinen Nesîmî 1417’de Halep’te Hurûfî görüşleri nedeniyle derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Ulaşım, mimari ve altyapı gibi unsurlar şehri diğer yaşam alanlarından farklılaştıran nüanslardır. İlk şehirlerin modern olmasının nedeni dönemin koşullarına göre bu özelliklere sahip olmalarıydı. O hâlde edebiyatın sanat ve musikiyle bütünleşmesi, edebiyatın mimarlığa konu edilmesi şehrin ruhuna renk katıyor diyebilir miyiz? Türk-İslam ülkelerinde ve Doğu’da ilk metro ulaşım sistemi olan Bakü’de edebiyatın şehre yolculuğu, metro ile kısa sürede varılmayacak kadar uzun bir seyahati içerir. İstasyonların isimleri, mimarisi ve işleyişi bile size edebiyatı, Doğu ile Batı’nın harmonisinden bestelenen musikiyi, sanatı, tarihi ve özgürlüğü anlatır. Köroğlu, Nizâmî, Nesîmî, Cafer Cabbarlı isimleri edebiyatı; Mimar Acemi, Gara Garayev isimleri sanatı ve musikiyi; İçerişehir, İlimler Akademiyası, Sahil, Gençlik, Halklar Dostluğu, Azadlık, Ulduz, 28 May, 20 Yanvar, 8 Kasım isimleriyse hayatı, yaşamı, tarihi, bağımsızlığı ve özgürlüğü çağrıştırır. Her gün bu isimleri duyan insanımız, yaşamın aceleciliğinden kendisini kurtarmalı. İşte o vakit Tanpınar’ın diliyle söylersek geçmişin üzüntüsü ve yeniye olan iştiyak duygusunun “sevgi” kelimesinde birleşmesiyle bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirlerde insanımızı, hayatımızı, kültürümüzü görebiliriz. Çünkü şehrin hafızası vardır.
Şehir, toplumun yaşamak ve inşa etmek anlayışını insandan ve zamandan bağımsız olarak kendisini değiştirmeden fakat dönüşerek hafızasında yaşatır. Edebiyat ise bu hafızayı güçlendirir. Bakü’nün hafızası da metrosundadır. Bu şehirde medeniyet sadece yerin üstünde değil şehrin derinliklerinde de tezahür ediyor.
Tanpınar Beş Şehir romanını Azerbaycan’da yazsaydı beş şehirden dördü muhakkak Gence, Şamahı, Şuşa, ve Bakü olurdu. Onların ortak özelliği Azerbaycan tarihinde kendi dönemlerinin mühim merkezleri olmaları. Hep bir canlılığı yaşamış bu şehirler. Kâh işgal kâh zafer görmüşler. Hepsinde başşehir olma duygusu hâkim. Acep bu duygu mudur şehir ve edebiyatı bir arada tutan? Adını rüzgârdan alan bir başkent olarak Bakü, üzerinde petrol kuyularından ağlar örülmüş Hazar’ın sahilinde ona Nizâmîlerden, Nesîmîlerden, Vahidlerden, Müşfiklerden gelen zengin edebî mirasını bugün de taşımaya devam ediyor…
dipnotlar
1 Bu kelime Türkçede “istasyon” olarak kullanılmaktadır.
2 Heykel kabartma veya diğer adıyla rölyef, mimari süslemelerde yaygın olarak kullanılmaktadır.
3 Türkçede “emin olmak” anlamına gelmektedir.
4 Bu kelime şiirde “keder, üzüntü, dert, gam” anlamlarını da çağrıştıran “toz, toprak” anlamındadır.
Her Boydan'ın ilk sayısını okumak için tıklayın.
Her Boydan'ın ikinci sayısını okumak için tıklayın.